Tarihin tekrar ettiği anlar vardır. Savaş ve işgallerle yoğrulan bugünkü süreç, bunun en iyi görünebildiği örneklere sahne oluyor. Çünkü her resmi devlet açıklamasına detaylıca baktığınızda, bu açıklamanın altında yatan geçmiş kopyasını görebilirsiniz. Emperyalist-kapitalist sistem için toplumlara sunabilecekleri hareket alanları daraldıkça eski kozlarını yeniden kullanıyorlar. Ve karşımızda tarihten okuduklarımızı anımsatan pratikler sahneleniyor. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın 100. yılı nedeniyle Fransa emperyalizmin çağrısıyla geçen yıl gerçekleşen etkinliğin adı “Barış Konferansı”, mesajıysa Avrupa ordusunu kurmak üzerineydi. İsimlendirmeleri değiştirip, işgali “kurtarma operasyonu”, yönetim değiştirmeyi “demokrasi götürmek” olarak tarif etmeleri elbette birilerini ikna ediyor.
Ne yazık ki emperyalist dünya düzeninde aslında bir insanın ömrü içinde tanık oldukları da dahil sayısız yalan varken, toplumları kandırmak için yalan hala en yetkin yöntem olarak kullanılabiliyor. Ve biz gerçekleri açığa çıkarıp tüm meşruluğumuzla karşılarında durmadıkça, egemenlerin yalanları dünyayı zehirlemeye devam ediyor. ABD’nin Irak’ta kimyasal silah bulunduğuna dair “kanıtları” Irak işgalinin üzerinden geçen yıllara rağmen doğrulanamamışken, aynı yalanı Suriye için kullanması da bundandır. Öyle ki aynı yalan Suriye için bile birden fazla kez tekrarlandı. ABD ne zaman çıkıp burada kullandılar dese, karşısına delillerle çıkılması bu sefer yalanı işlevsizleştirdi. Ancak bu onların yalan söylemekten vazgeçmesi anlamına gelmediği gibi, yalanın ömrünü de tüketmiyor. Hatta Trump şimdi bunun yalan olduğunu itiraf ederek, kendi politik hamlesini gerekçelendirmeye çalışıyor.
Rojava’dan başlayarak Suriye’yi işgale kalkışan Türk sermaye devleti de ustasından öğrendiği yoldan giderek, “sınır güvenliği tehdidi”ni öne sürülebilmektedir. Bu durumda kendimizden başlayarak hafızaları tazelemeliyiz: Türk sermaye devleti hangi saldırıyı gerekçe gösteriyor? Bu yanıtla AKP şefi Erdoğan belki de en aymaz yalancılardan biri olabilir. Zira tarihte de birçok güvenlik riski yalanı devreye sokulmuş ve buna dair somut olayların olduğu iddia edilmişti. Oysa Türk sermaye devleti saldırılara başlayana kadar, kendisine yönelik herhangi bir saldırı iddiası dahi yoktu. Sadece “olası risk” tanımı, yalanlar için yeterli görülmüştü. Suriye’deki vekalet savaşı döneminde Hakan Fidan’ın birkaç adam gönderip füze attırma önerisi belki ses kaydına düştüğü için bugün bu yalan kullanılmadı. Bizim üstümüze düşen sorumluluk, yalanları unutturmamaktır.
“Ama sınırlarımızda terör örgütü olmamalı” diyen düzenin tüm kurumları ve medyasıyla kuşatılmış, gününün yarısı fabrikada geçen işçiye ışık olmalıyız. Çünkü o, karanlıkta yolunu kaybetmesi için etrafı çevriliyor ve hiç boş bırakılmıyor. Önemsiz bir detay olarak görülebilir ancak Afrin işgali sürerken sinemalarda filmi vardı! Yani yalan haberlerde de kalmıyor. İzlenen diziden filme, belediyenin etkinliğinden okullara yaşamın her alanına taşınıyor. Fabrikalarda “askerlerin yanındayız” diyen kampanyalar örgütlenmesi, işçilerde milliyetçiliği-şovenizmi güçlendirmek için kullanılırken, emperyalistlerle masalarda satışlar imzalanıyor.
Yakın tarihin tanıklığı
“Bizim hedefimiz barıştır. Bölgede askerî, siyasî veya toprağa ilişkin taleplerimiz yoktur.” diyordu, Amerikan Başkanı Johnson, Vietnam Savaşı’na girdikleri bir dönemde. Tam da tarihe “Tonkin Yalanı” olarak geçen, Tonkin körfezinde “destroyerlerine torpido saldırısının kesin kanıtlarla sabit” olduğu iddiasının ardından! Bu iddia, büyük işgal saldırısının meşrulaştırılması adına kullanıldı. 40 yıl sonra açığa çıkan belgeler, Vietnam ordusunun iddia edilen saldırısının sahteliğini netleştirdi. Ancak bu yalan o dönem ihtiyacı karşılamıştı ve 40 yıl sonra hesap soracak bir zemin bile kalmadı.
Burjuvazi savaş çıkarmak, işgalini hedeflediği bölgeye girmek için bazen sahte saldırıdan da öteye geçer. 1931 Mançurya işgali, Japon Teğmen Suemori Kawamoto’nun demiryoluna yerleştirdiği bombanın patlamasıyla başlamıştı. Yani Japonlar kendi kendilerine yönelik sabotaj eylemi gerçekleştirmişlerdi. Bu örnek küçüklüğü nedeniyle çok duyulmamıştır. Bu kendine saldırıların en meşhuru ise Naziler tarafından Polonya işgali için kullanılmıştı. Hitler gibi milyonlara ulaşan holigan taraftarlara sahip bir faşist bile savaş başlatma cüreti bulmakta zorlanmıştı. 31 Ağustos 1939’da, Polonya’ya paraşütle atlayan, Polonya askeri üniforması giymiş SS’ler bir Alman radyo istasyonunu hedef aldılar. Hitler de buna cevap olarak her nasılsa işgale hazır binlerce askeri, “Polonya saldırılarını” püskürtmek için sınırdan dışarı çıkardı. Kelimelerle oynanınca işgal olmadığını düşünen Nazilerin basın bürosu, medyaya savaş kelimesini kullanmamalarını söyledi. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na giden yolda faşizmin bu en güçlü temsilcisi bile korkuyordu. ABD’nin neden yalan söylediğini şimdi daha iyi okuyabiliriz. Zira burjuvazinin arkasında güvenebileceği hiçbir şey yoktur.
“Gerçek yanılsaması” kırılgandır!
Şimdi de tersten bir örnek verelim. 23 Ekim 1956’da Ahmet Ben Bella ve arkadaşlarının bindiği uçak, Fransız askeri uçakları tarafından zorla Fransa topraklarına indirildi. Bu o güne kadar Cezayir’de teröristler/eşkiyalar olarak okunan ulusal kurtuluş hareketiyle ilgili bakışı değiştirmeye başladı. Cezayirli yurtseverler direnişçiler olarak görülmeye başlandılar. Bunu, haklı bir mücadelenin gücüyle direnenler er ya da geç zafere ulaşacak diye de okuyabiliriz. Zira yalanlar üzerine kurulu kalelerdeki emperyalistler ve işbirlikçileri ancak zaman kazanabilir. Fransa’nın Cezayir savaşını bitirmek için öne sürdüğü De Gaulle’ün “Bin Köy” formülünden geriye bir şey kalmadı artık. Ancak Cezayir halkı özgürlük mücadelesinin içinden geçerek, bugün eşitsizliğe karşı savaşını sürdürüyor.
Nazi Propaganda Bakanı Goebbels’in “Yeterince büyük bir yalan söylerseniz ve bu yalanı sürekli tekrar ederseniz, insanlar sonunda buna inanmaya başlayacaktır.” sözü ünlüdür. Bu, psikoloji alanında incelenmiş ve “gerçek yanılsaması” adıyla literatüre geçmiştir. Ancak burada önemli bir detaya dikkat çekmek gerekir. Gerçek, yalanla değiştirilse bile bu ebedi değildir. Gerçek gibi yalan da değişkendir. Ve Cezayir örneğinde olduğu gibi, bu yalana dayalı yanılsamalar elbet kırılabilir. Burada belirleyici olan eşitsizliğe, baskıya, sömürüye karşı mücadelenin kendi iç dinamikleridir.
Yakın tarihin tüm yalanlara dayalı savaşları geride kalırken, bildiğimiz şey, ezilen halkların meşruluğu ve emperyalistlerin nihai amaçlarına ulaşamadığıdır. Bundan dolayı her nerde emperyalist/kapitalist bir ülkenin temsilcisi çıkıp açtıkları savaşın, başlattıkları işgalin “nedeni olan gerçekleri” açıkladığında, bu bize söylendiği anda artık herkesin hemfikir olmadığı yalanlara döndürüyor. Çünkü iyi sunulan bir yalan gerçekten daha makul geliyor.
Ülkesinden binlerce kilometre uzaktaki işçi ve emekçilerin savaşı/işgali gerekli görmeleri, onların da burjuvazi gibi canavarca istekleri olmasından değil, yalanlara inanmalarından kaynaklıdır. Ve bu yalanlara kanmaları onların değil, gerçeğin sesinin zayıflığındandır. ABD’nin işgallerine dair birçok yalanı (Vietnam belgeleri bunların en önemlilerindendir) zaman içerisinde bir dizi eylemci sayesinde kitlelere teşhir edilebildi. Ama bu, en son savaşın amacı hasıl olana, sınıflar ve sınırlar ortadan kaldırıncaya kadar sürekli tekrarlanması gereken bir pratiktir.