Birincisinden yaklaşık 20 yıl sonra başlayan 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarca sürmüş, on milyonlarca insanın yaşamına mal olmuş, Avrupa’yı ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni harabeye çevirmişti. İnsanlığın başına musallat olan faşizmin, Sovyetler Birliği önderliğindeki devrimci Avrupa halkları tarafından tarihe gömülmesiyle bu barbarca savaş son bulmuş, ardından iki kutuplu bir dünya düzeni oluşmuştu.
İkinci Dünya Savaşı’ndan zarar görmeden ve daha da güçlenerek çıkan ABD, Sovyetler Birliği liderliğindeki bloka karşı emperyalist dünyanın tartışmasız hegemon gücüydü. Öteki tüm emperyalistler bunu çok doğal bir biçimde kabul etmiş, Sovyetler Birliği ve komünizm tehdidine karşı onun şemsiyesi altına sığınmışlardı. Zira savaştan sonra öteki bir dünya gücü de savaşta büyük bir prestij kazanarak çıkan Sovyetler Birliği’ydi. Yanı sıra Doğu Avrupa’da komünist partiler, iktidarı alacak şekilde sahnenin ön planına çıkmış ve dünyada devrim dalgası kabarmıştı.
NATO, emperyalist dünyayı korumak amacıyla ve Sovyetler Birliği, Doğu Bloku ve komünizm tehdidine karşı bir siyasi ve askeri örgüt olarak 4 Nisan 1949’da kuruldu. Kuruluş gerekçesini resmi olarak “savunma amaçlı” ve bir devletler ittifakı olarak tanımlayan, bu çerçevede de ittifak içinde yer alan ülkeleri Sovyetler Birliği’ne karşı korumayı amaçladığını ileri süren NATO, kuruluşundan sonraki bütün icraatıyla gerçekte bir tehdit, şantaj, saldırı, savaş ve aynı zamanda bir iç savaş örgütü olduğunu kanıtlamış oldu.
ABD’nin elinde ve onun dünya imparatorluğunun hizmetinde olan bu dünya polisine, yani NATO’ya üye olmak için Türk burjuvazisi adeta çırpınıyordu. Türk devleti, komünizmden duyduğu korku ve derin bir düşmanlıkla emperyalist kampın koruma şemsiyesi altında NATO’ya üye olmak istemiş, fakat birkaç kez baş vurduğu üyelik talebi kabul görmemişti.
Haziran 1950’de patlak veren Kore Savaşı, dönemin Menderes iktidarı açısından NATO’ya üye olabilmek için bulunmaz bir fırsat oldu. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Türkiye, ABD’nin BM’ye aldırdığı Kore’ye askeri yardım kararına tereddütsüz olarak uydu ve ABD’den sonra Kore’ye kara kuvveti göndereceğini bildiren ilk ülke oldu. Nitekim Menderes hükümeti, Temmuz 1950’de Kore’ye asker gönderme kararı aldı. Bu, Türkiye’ye NATO üyeliğinin yolunu açacaktı. Dönemin uşak takımı içinde olan biri bu inancını, “Evet NATO’ya Kore kapısından gireceğiz” sözüyle, arsızca dele getirmişti.
Kore Savaşı’na Ekim 1950 tarihinde 6 bin kişilik asker gönderen ve bu büyük suça ortak olan Türk burjuvazisi, savaşa karşı çıkmayı yasaklıyor, çıkanlara karşı da tutuklama terörü estiriyordu. Emperyalizmin ve Türk burjuvazisinin çıkarları için akıtılan asker kanının karşılığı, Şubat 1952’de NATO’ya resmi üyeliği hak etmek oldu.
Demokrat Parti ağalarından olan Samet Ağaoğlu bunu, “Kore’de bir avuç kan vermiştik ama büyük devletler arasına da katılmıştık” veciz sözleriyle ama büyük bir onursuzlukla ilan edebilmişti. Türk burjuvazisi “bir avuç kan” dediği binlerce yoksul emekçi çocuğunun yaşamı karşılığında NATO üyeliğini ve Marshall yardımını kapmıştı.
Bugün Türk burjuvazisi nasıl ki emperyalizme tetikçilik yaparak bölge halklarının kanının akıtılmasındaki rolünü tiksindirici yalanlarla gerekçelendiriyorsa, Kore Savaşı’nda da aynısını yapmıştı. ABD’nin Kore’de demokrasi savaşı yürüttüğünü, Kızıl Çin ve Kızıl Rusya’ya karşı zayıf ülkeleri koruduğunu ve onlara demokrasi götürdüğünü, Türk ordusunun da dinsiz komünistlere karşı bu ulvi amaç için savaştığını iddia ediyordu.
Tehdit, şantaj, saldırı, savaş ve iç savaş karargahı NATO
Resmi kuruluş gerekçesinin aksine NATO, sadece bir uluslararası saldırı ve savaş örgütü değil, daha da önemlisi o aynı zamanda bünyesinde topladığı tüm ülkeler için gizli, kirli ve kanlı bir iç savaş örgütüdür de. Onun bu temel işlevi her ülke bünyesinde kurduğu kontrgerilla ve Gladio gibi kirli iç savaş aygıtlarıyla yerine getirilmektedir. Kontrgerilla olarak bilinen, resmi adıyla da Özel Harp Dairesi olan bu örgütün Türkiye’deki varlığı ise kabul edilmemektedir.
Böylesine kirli ve kanlı bir örgütün varlığının resmi olarak kabul edilmemesi, Gladio’ların ve kontrgerillaların bizzat NATO bünyesinde ve CIA eliyle kurulup finanse edildiği ve NATO’nun genel çıkarlarına hizmet eden kanlı iç savaş örgütleri olarak işlev gördükleri gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Zaten Doğu Bloku’nun yıkılışı sonrasında hükümetlerin birçoğu bunu itiraf etmek zorunda da kalmışlardı.
NATO sözüm ona bir savunma örgütü olarak kurulmuştu ama onun gerçekte bir saldırı ve savaş örgütü olduğu gerçeği, kendi icraatları üzerinden fazlasıyla açıktı. Eğer bir savunma fonksiyonundan söz edilecekse o da devrimci güçlere, emekçilere ve halklara karşı kapitalist-emperyalist dünya sistemini ayakta tutmayı amaçlayan bir “savunma”dır. Dolayısıyla NATO, aynı zamanda her ülkedeki sınıf mücadelesinde dolaysız bir taraftır.
Zamanında NATO’nun kuruluş gerekçesi yapılan Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku 1989 yılında yıkıldı ve yıkılışının ardından NATO’nun gerekli ya da gereksizliği, dolayısıyla da yeni işlevi tartışıldı. Sonrasında, işlevsizleşip dağılması bir yana, yeni üyelerle daha da genişledi. Gelinen aşamada hem iç savaş örgütü olarak hem de devletler arası savaş örgütü olarak işlevi daha belirgin hale gelmiş durumdadır.
NATO, ABD emperyalizminin elinde, her zaman temel önemde bir araçtı ve o bugün ABD için daha da önemli hale gelmiştir. Zira onun yakın döneme kadar tartışmasız olan egemenliğine NATO içinde de itirazlar yükselmeye başlamıştır. Bu itirazları denetim altına almak, Batılı emperyalistler arasındaki çelişkileri kontrol etmek ve çıkarları uzlaştırıp bağdaştırmaya çalışmak; komutası, yönetimi ve denetimi halen de ABD’nin elinde olan NATO’nun, dolayısıyla ABD’nin amaçları arasındadır.
ABD emperyalizmi, “Terörizme karşı mücadele” ve “nükleer tehdit”in önlenmesi bahanesiyle bir dizi kriz bölgesine müdahale edip, Afganistan ve Yugoslavya gibi ülkelere saldırırken, öteki emperyalist güçleri de peşinden sürükleyebilmişti. NATO aracılığıyla halen de bunu yapmaya çalışmaktadır.
Türkiye ise NATO’ya ve Amerikan emperyalizmine göbekten bağlıdır ve bu ilişkiler temelde sorunsuzdur. Özellikle de Kürt eksenli gelişmelerden hareketle zaman zaman sorunlar çıksa da Türk burjuvazisinin ve onun adına ülkeyi yöneten işbirlikçiler takımının NATO ve ABD karşısında manevra imkanı yoktur. NATO ile S-400’ler üzerinde en gerilimli süreçlerin yaşandığı bir durumda bile “NATO bizim evimizdir” denilerek, uşaklık tescillenmiştir. Türkiye’nin işbirlikçi tekelci burjuvazisi, ordusu ve tüm temel yönetici kurumları, NATO’nun sadık destekçisidir. Türk devleti NATO çıkarlarına bekçilik yapmak için Kore Savaşı’ndan bu yana halkların üzerine defalarca ordusunu göndermiştir. Ülkenin her tarafı kardeş halklara karşı ABD üsleriyle doludur.
“Bu açıdan NATO konusu fazlasıyla önemli. Bu çerçevede NATO’nun teşhirini, kitleler içinde NATO’nun konumu, işlevi ve hazırlandığı yeni misyonlar konusunda açık bir devrimci bilinç geliştirmeyi önemsemek, sürekli bir iş edinmek durumundayız. Türkiye’de burjuva gericiliğini zora sokacak her önemli devrimci gelişme karşısında dolaysız olarak ABD emperyalizmini ve NATO’yu bulacaktır...devrim yapmak isteyenler bugünden bunun bilincinde olmalı, buna göre hazırlanmalıdırlar.” (NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - H. Fırat)