Türk sermaye devleti tarafından başlatılan işgal harekatı, Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalelere yeni boyutlar kazandırırken, henüz akıbeti belli olmayan bir dizi gelişmenin de önünü açmış bulunuyor. Son günlerde yaşanan olayların arka planını anlayabilmek, Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalenin gelişim seyrine bütünlüğü içerisinde bakmayı zorunlu kılıyor.
***
Bilindiği üzere, ABD öncülüğündeki batılı emperyalist koalisyon Suriye’deki iç çelişkileri istismar ederek ve cihatçı çeteleri kullanarak Esad rejimini yıkmayı, yerine Amerikancı bir iktidar kurmayı hesaplıyordu. 2011 yılında startı verilen bu plan doğrultusunda ve büyük bir hızla Suriye’nin neredeyse tamamı cihatçılar eliyle yıkıma uğratıldı. Dengeleri ve ezberleri bozan gelişme, özellikle 2015 yılında Rusya ve İran’ın savaşa etkin bir şekilde dahil olması oldu. Zira, tam da bu sayede Suriye’nin güneyi (Fırat Nehri ile Golan Tepeleri arasında kalan bölge) hızla Suriye rejiminin yeniden denetimine girdi ve cihatçı çeteler İdlib’e kadar sürülebildi. Halep’in cihatçıların elinden alınması ise savaşın seyrinde önemli bir dönüm noktası oldu. Komünistler bu gelişmenin öncesinde, olası tablo konusunda şu değerlendirmeyi yapmışlardı:
“Suriye krizinin seyrinde Halep savaşının olağanüstü önemi, bu kentin ve kırsalının, üç parçalı olarak tasarlanan yeni Suriye’nin doğrudan batılı emperyalistlerin denetiminde olacak üçüncü parçasının ana ekseni olarak düşünülmesidir. Bu durumda, Rusya destekli rejimin Halep’e ve giderek kırsalına egemen olması, Suriye üzerine emperyalist planlara büyük bir darbe olacak, ABD emperyalizmi ve müttefikleri payına stratejik bir büyük yenilgi anlamına gelecektir.” (Ortadoğu’da gerilim ve Türkiye, EKİM, Sayı: 304, Ekim 2016.)
Olayların bu yöndeki gelişimi ABD ve batılı güçlerin Suriye’de Amerikancı bir rejim kurma hayalini, öte yandan Erdoğan yönetiminin Şam’daki Emevi Cami’nde namaz kılma hevesini tamamen boşa çıkardı. İdlib’in yanı sıra, Türk sermaye devletinin işgal ettiği Cerablus ve Afrin ise hâlâ daha çözülmeyi bekleyen yeni düğüm noktaları olarak yerli yerinde duruyorlar.
Öte yandan, Kürt hareketinin Rojava bölgesinde ortaya koyduğu inisiyatif özellikle 2014 yılında yaşanan Kobanê Direnişi ile birlikte yeni bir boyut kazandı. Kobanê Direnişi’nin ardından Kürt hareketi, ABD ve batılı emperyalistlerin de desteği ile çok geçmeden Türkiye sınırından Deyr-i Zor bölgesine kadar Fırat Nehri’nin doğusu boyunca kontrolü ele geçirdi. Geçerken vurgulamak gerekir ki, batılı güçlerin Kürt hareketine desteği hiç de Kürt halkının çıkarlarını ve kazanımlarını esas almıyordu. Tersine, bölgedeki önemli bir dinamik olarak öne çıkan Kürt hareketini hiç değilse Suriye’nin bir bölümüne yerleşmenin olanağı olarak gördükleri için bu desteği verdiler. Bilindiği üzere, süreç boyunca Kürt halkı ve hareketi askeri ve siyasi açıdan bir dizi kazanım elde etti. Suriye’de dengeleri etkileyecek bir dinamik olarak öne çıktı. Fakat, başta yeni oluşan statü olmak üzere elde edilen kazanımların akıbeti belirsizliğini hâlâ daha korumaktadır. Özellikle şu son günlerde yaşanan gelişmeler bu açıdan bir dizi riskin ve ihtimalin önünü sonuna kadar açmış bulunuyor.
Sürece etki eden bir diğer denge unsuru ise daha en başından itibaren Türk sermaye devletinin gerici savaş politikalarıydı. Dahası, emperyalistlerin savaş ve saldırganlık politikalarında başından beri aktif bir şekilde yer alan Erdoğan yönetimi, Suriye’de ve Rojava’da gerçekleştirdiği işgal harekatları ile uğursuz rolünü oynamaya devam ediyor. Böylelikle kirli savaşın ve çatışma ortamının temel bir aktörü olduğunu, Suriye’deki istikrarsızlığın ise etkin bir dinamiği olacağını döne döne gözler önüne seriyor. Zira, Türk sermaye devleti ve besleme çeteleri -elbette emperyalistlerin çizdiği sınır dahilinde- bir süre daha işgal ettiği Cerablus ve Afrin’in yanı sıra Resulayn ve Tel Abyad’da da varlığını sürdüreceğe benziyor.
***
Karasız ve belirsiz denge üzerine kurulu olan üç parçalı Suriye tablosu tüm bu gelişmelerin sonucu olarak şekillendi. Gelinen yerde, emperyalistlerin masasında halen büyük oranda Kürt hareketinin kontrolünde olan Rojava’nın yanı sıra, Türk sermaye devleti ve beslemelerinin elinde tuttuğu bölgelerin egemenliği sorunu yer alıyor. Bu iki düğümün nasıl çözüleceği, Suriye’nin geleceği açısından kritik bir öneme sahip.
İşte Türk sermaye devletinin ABD ve Rusya’nın izni ve gözetimi altında gerçekleştirdiği işgal harekatı söz konusu bölgelerde oluşan belirsiz dengeleri şimdiden sarsmış bulunuyor. Suriye’nin kuzeyinde yeni bir savaş ve çatışma ortamı yaratılmış, bu vesileyle kartlar yeniden karılmış görünüyor. İşgal harekatına paralel olarak ABD, Türkiye ve Rusya arasında yoğunlaşan savaş diplomasisi ve ardından imzalanan iki ayrı mutabakattan yansıyanlar ise özetle şöyle:
-ABD emperyalizminin Suriye savaşındaki konumu ve etkisi giderek zayıflıyor. Dün kendisi açısından önemli bir dayanak olarak gördüğü Rojava topraklarının bir bölümünü terk etmek zorunda kalması bu gerçeğin son örneğidir. Bununla birlikte, Trump’un “Türklerle Kürtlerin savaşını durdurduk, petrolü kurtardık” vb. söylemleri, hâlâ daha sahada olacağının işaretini veriyor. Bu olgu, Suriye’de savaş ve çatışma ortamını şiddetlendirecek temel bir dinamiğin yerli yerinde durduğunu gösteriyor.
-Rusya ise, Suriye savaşında elde ettiği inisiyatifi yeni bir düzeye çıkarmış durumda. Türkiye ile imzaladığı mutabakattan yansıyanlar, Rusya’nın düne göre daha geniş bir alanda hareket sahası oluşturduğunu gösteriyor. İşgal harekatının başlaması ve ABD askerlerinin güneye doğru çekilmesi ile birlikte Rusya’nın hızla Rojava’nın kritik kentlerine yerleşmesi ise, Rusya’yı askeri açıdan da rakipleri karşısında üstün bir konuma taşımış bulunuyor.
-Bu son gelişmeler Türk sermaye devleti adına Suriye savaşında giderek denizin tükendiğini de gösteriyor. Özellikle Soçi mutabakatı, Erdoğan yönetiminin günün sonunda Esad rejimi ile masaya oturacağının ve dolayısıyla işgal ettiği topraklardan geri çekilmek zorunda kalacağının işaretlerini taşıyor. Kameralar karşısında atılan zafer naralarına ya da yandaş kalemşorlara yazdırdıkları savaş destanlarına rağmen Suriye’de saplandıkları savaş batağından nasıl çıkacaklarını hesapladıklarından kuşku duymamak gerekiyor. Öte yandan, gelişmelerin de seyrine bağlı olarak, Türk sermaye devletinin bölgede işgalci bir güç olarak hâlâ daha varlığını sürdürmesi, yarın yeni çatışmaların kundaklanması tehlikesini arttırıyor. Elbette emperyalist güçlerin izni, çıkarları ve yönlendirmesi doğrultusunda…
-Son gelişmeler, özellikle ABD-Türkiye ve Rusya-Türkiye arasında imzalanan anlaşmalar Kürt halkı ve hareketi açısından bugüne kadar elde ettiği kazanımların büyük bir tehlike ile yüz yüze olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Emperyalist haydutların ve Kürt düşmanı gerici rejimlerin Kürt halkının kazınımlarını hedef alan bu son hamleleri ne gibi sonuçlar yaratacak henüz belirsiz. Zira, bu konuda karanlık masalarda yapılan anlaşmalardan kimi senaryolar dışında net bir şey henüz yansımıyor. Fakat kesin olan şu ki, emperyalistlerin masa başı hesaplarını alt üst edecek temel güç Kürt halkının direnişi ve kazanımlarını koruma kararlılığı olacaktır.