Amerikan emperyalizmi ve Ortadoğu halkları

Çok kutuplu emperyalist dünya sistemi, günden güne derinleşen bir hegemonya krizi yaşamaktadır. Hegemonik konumu çözülmekte olan ABD’nin bunun sonuçlarıyla yüz yüze kaldığı bölgelerden biri de Ortadoğu’dur. Bunun etkisiyle, Türkiye örneğinde olduğu gibi stratejik müttefikleriyle dahi ciddi gerilimler yaşamaktadır. Fakat öte yandan, gücünü ve etkisini koruyabilmek için, askeri ve teknik üstünlüğünü hoyratça kullanmaktan, bunun yol açacağı yeni savaşları göze almaktan da geri durmamaktadır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 20 Ocak 2020
  • 08:45

Amerikan emperyalizmi, “Suriye’den çekilme”, “Afganistan’daki askerlerini geri çekme”, “Irak’taki askerlerini yeniden konumlandırma”, “esas tehdit Rusya ve Çin” gibi iddialar eşliğinde, 736 milyar dolarlık 2020 savaş bütçesini yürürlüğe koyarak yılı kapattı. Kısa bir süre sonra da yeni yılı, yeni bir savaş ve saldırganlık hamlesiyle, Ortadoğu’da yeni bir provokasyona imza atarak açtı.

Iraklı kitlelerin başkent Bağdat’taki Amerikan Büyükelçiliği’ni kuşatarak düzenlediği eylemin ardından, ABD emperyalizmi İran’ı hedef alan saldırganlığını yeni bir düzeye çıkardı. Geçtiğimiz yılın Nisan ayında “terör örgütü listesi”ne aldığı İran Devrim Muhafızları’nın komutanı Kasım Süleymani’yi ve beraberindeki üst düzey askeri yetkilileri haydutça bir eylemle öldürdü. Bu saldırının ardından yaşananlar, İran’ın verdiği karşılık, ABD’nin buna karşı hamleleri, Ukrayna Havayolları’na ait yolcu uçağının düşürülmesi ve sonrasındaki gelişmeler, ABD-İran gerilimine ve bölgenin akıbetine ilişkin tartışmaları dünya gündeminin ilk sıralarına oturttu. Son günlerin özellikle öne çıkan konusu ise, İran’ın “füze sanarak kazara yolcu uçağını vurduğunu” kabul etmesi oldu. Bu trajik olay, İran rejiminin askeri-teknolojik alandaki zafiyetini de açığa vurdu.

Bölgedeki Amerikan karşıtlığı ve bu çerçevede “direniş ekseni”ndeki rolü üzerinden öne çıkan İran Molla rejiminin kendi gerçekliği, bölgede uzun yıllara yayılan ve halen de devam eden yıkımın baş sorumlusunun ABD olduğunu hiçbir şekilde unutturmamalıdır. ABD emperyalizmi ve Ortadoğu’daki işbirlikçi devletler bölgenin sömürülen ve ezilen halkları için en büyük tehdittir.

Yakın dönemde ABD’nin bölgede yol açtığı yıkım

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında emperyalist egemenlik mücadelelerinin başlıca alanı olan Ortadoğu, emperyalist kapitalist barbarlığın en vahşi yüzünün ortaya serildiği bölgelerin de başında gelmektedir. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve onu kısa süreliğine izleyen tek kutuplu dünya düzeninin son bulmasıyla birlikte emperyalist hegemonya krizinin derinleşmesi, Ortadoğu’yu yeni kirli yıkım savaşlarıyla yüz yüze bırakmıştır.

11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler’e saldırının ardından “teröre karşı savaş” adı altında Ortadoğu’ya yönelik savaş ve saldırganlık politikalarını yeni bir düzeyde hayata geçiren Amerikan emperyalizmi, bölgede muazzam boyutlarda bir insani ve maddi yıkıma yol açmıştır. ABD’nin Afganistan ve Irak’ı doğrudan işgaliyle başlayan kıyımlar, bugün Suriye, Yemen, Libya’daki sıcak çatışma ve savaşlarla devam etmektedir. ABD’nin yeri geldiğinde bizzat kendisinin katıldığı, dışında kaldığı durumlarda ise, bölgedeki işbirlikçi devletler ve cihatçı çeteler eliyle yürüttüğü bu emperyalist savaş ve saldırganlık nedeniyle, salt askeri çatışmalar içinde yüz binlerce sivil katledilmiştir. Buna açlığa ve sefalete mahkûm edilerek, göçe zorlanarak ölüme sürüklenenler eklendiğinde, sayı milyonları bulmaktadır.

Bugün ikiyüzlüce bölgeden çekilme söylemlerini öne süren ABD Başkanı Donald Trump’ın, milyar dolarları bulan “maliyet”i buna gerekçe olarak göstermesi ve üstüne saldırılarına devam etmesi, hem emperyalist arsızlığının bir dışa vurumudur ve hem de bölgesel çıkarları uğruna daha yıkıcı bir savaşı göze almaktan hiç de kaçınmayacağının bir göstergesidir.

Hegemonya krizi ve “İran’ı kuşatma” politikaları

Çok kutuplu emperyalist dünya sistemi, günden güne derinleşen bir hegemonya krizi yaşamaktadır. Hegemonik konumu çözülmekte olan ABD’nin bunun sonuçlarıyla yüz yüze kaldığı bölgelerden biri de Ortadoğu’dur. Bunun etkisiyle, Türkiye örneğinde olduğu gibi stratejik müttefikleriyle dahi ciddi gerilimler yaşamaktadır. Fakat öte yandan, gücünü ve etkisini koruyabilmek için, askeri ve teknik üstünlüğünü hoyratça kullanmaktan, bunun yol açacağı yeni savaşları göze almaktan da geri durmamaktadır.

Hegemonyasını korumak adına savaş ve saldırganlığı sonuç alıcı bir yöntem olarak gören ABD emperyalizmi, tam da bu nedenle İran’ı hedef alan saldırılarını yeni bir boyuta taşımış bulunmaktadır. ABD Başkanı Donald Trump’ın, “İran bugüne kadar hiçbir savaşı kazanmadı, ama hiçbir müzakereyi de kaybetmedi” sözleriyle, aba altından sopa gösteren tutumu da bunun dolaysız bir göstergesidir. Kasım Süleymani’yi öldürdükleri saldırının ardından ilk sözleri bu olan Trump, hamlelerine gerekçe olarak Irak’taki hegemonyalarının tehlikede olduğunu itiraf eden şu ifadeleri kullanmıştır: “Son 15 yılda İran Irak üzerinde gitgide daha fazla kontrol elde etti ve Irak halkı bundan mutlu değil. Bunun sonu asla iyi olmayacak!”

ABD’nin kendi saldırganlığını “Irak halkı için” diye yutturmaya çalışması, elbette ki koca bir yalandır. Zamanında aynı yalanla bu ülkeyi işgal etmiş, böylece de gerçekte Irak halkı için acı, katliam ve yıkımların en korkunç örneklerinden birini hazırlamıştı.

ABD emperyalizmi, bu savaş ve saldırganlık hamlelerine farklı biçimlerde de olsa devam edeceğinin işaretlerini vermektedir. Bölgeye ek asker sevkiyatları, İran’a yönelik yeni yaptırımlar, 2015 yılı nükleer anlaşmasının yerine “İran’ın faydalanamayacağı yeni bir anlaşma” çağrısı ve düşen yolcu uçağı ardından yürütülen kampanya, bu yönde atılan adımlardır. İran rejiminin bölgedeki nüfuzunun zayıflamasını isteyen batılı emperyalistler ve bölge devletleri de bu kampanyaya katılarak ona destek vermektedirler.

Ortadoğu’da savaş ve saldırganlığı tırmandırmaktan kaçınmayan ve son yirmi yılda bölgede milyonlarca kişinin yaşamına mal olan katliamların baş sorumlusu olan ABD’ye ve işbirlikçilerine geçit vermek, bölgenin ezilen ve sömürülen halklarını yeni toplu katliamlar ve yıkımlarla yüz yüze bırakacaktır. Bu gerçeği gözeterek, emperyalizme olduğu kadar emperyalist savaş aygıtı NATO’nun güneydoğu sınırının koruyucusu Türk sermaye devletinin bölgedeki savaş ve saldırganlıktaki rolüne karşı da işçilerin birliği ve halkların kardeşliğini büyütmek, Türkiyeli devrimcilerin temel önemde ve öncelikli sorumluluklarından biridir.

İLİŞKİLİ HABERLER