Petrol-İş İzmir Şube’de bir süredir gündemde olan tartışmalar, sendikal bürokrasinin sınıf hareketinde yarattığı tahribatı bir kez daha gözler önüne serdi. Şube başkanı Orhan Zengin’in fabrika servis şirketini değiştirme çabaları ile başlayan süreç, temsilcilerle işçilerin tepki göstermesinin ardından TPİ işyeri baş temsilcisinin görevden alınmasıyla devam ediyor.
Son yapılan Genel Kurul, otuz yılı aşkın süre şube başkanlığı koltuğunu bırakmayan, kendine muhalif işçileri işten attıran, sözleşmeleri patronla içkili mekanlarda bağlayan, bahsi geçen servis şirketi Kemtaş’a Petrol-İş’in örgütlü olduğu fabrikalarda ihale kazandırarak kendisi de bundan nemalanan eski başkanın bu sebeplerle devrilmesiyle sonuçlanmıştı. İşçilerin haklı öfkesiyle koltuktan indirilen başkanın koltuğuna, “demokrasi” vaatleriyle, onun sağ kolu olan Orhan Zengin oturdu. Bugün yaşananlara baktığımızda, değişen tek şeyin başkanın ismi olduğu görülüyor. Şubeye bağlı en kalabalık fabrikalar olan TPİ temsilcileri ve Şube Başkan Yardımcısı Mustafa Örgen, gerici çıkarlar amacıyla başlatmış olsalar da şubede yaşanan haksızlık ve yolsuzlukların ortaya saçılmasına vesile oldular.
Eski şube başkanından devralınan sendikal anlayış, işçilerin deyimiyle “aile şirketi” olarak, yeni Şube Başkanı tarafından sürdürülüyor. Orhan Zengin seçimlere “Demokratik bir sendika”, “Eleştirenler baş tacımızdır”, “Kimse işten attırılmayacak” diyerek girmişti. Seçilmesinin ardından “İzmir Şube’ye bu kadar demokrasi yeter” diyerek işçi tehdit eden, TPİ sözleşmesinde işçilere grev yapmanın zararlarını anlatarak mücadelenin önüne geçen, yolsuzluklarını ortaya çıkaranları tehdit eden, görevden alan biri olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Tüm bunlar Orhan Zengin şahsında açığa çıkan sendikal anlayış ve bürokrasi tartışmasını yeniden gündemleştirdi.
Bu tartışmalar, işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı engelleri, sendikal bürokrasinin ne derecede köklü olduğunu, işçilerin bu durumu yer yer olumlayarak-kabul ederek tablonun bir parçası haline geldiklerini gösteriyor. İşçilerin mücadeleye olan uzaklıkları ve çekinceleri aynı tabloyu besleyen en önemli etken olarak öne çıkıyor.
Şube yönetimi ve temsilcilik gibi görevleri “işçiye hizmet” olarak nitelendiren bu anlayıştan “görevli”ler, “hizmetin karşılığı” olarak servis şirketinden para kazanmayı da yönetimin istediği kişiyi atayıp, görevden almasını da olağan sayıyorlar. Keza sözleşme dışı para almaktan hususi araç tahsis edilmesine değin sendikal mücadeleyle yakından uzaktan alakası olmayan bir dizi yolsuzluğu yapmakta sorun görmüyorlar. Buna rağmen işçilerin sessizliği ve bu anlayışla hesaplaşmaması düzenin böylece sürüp gitmesine yol açıyor.
Sendikaların aile şirketi gibi yönetilmesine karşı sınıf mücadelesini yükselten; hükümetin sınıfa yönelik çok yönlü saldırılarına karşı cevap üreterek eyleme geçirebilen; tabanın söz-yetki-karar sahibi olduğu; başkanlık ve temsilcilik gibi görevlerin tabanın iradesinin temsilinden başka bir özelliğinin/ayrıcalığının olmadığı bir sendikal anlayışı ancak işçilerin kendisi hakim kılabilir. Bunun için öncü-mücadeleci işçilere büyük görevler düşüyor. Fabrikalarda her bölümde kendini var edebilen komiteler kurmak, bu komitelerde sınıf bilincini oluşturacak eğitimler yapmak, örgütlülüğü ve birliği güçlendirmek, fabrika içindeki sorunlarda veya sendikanın tamamını ilgilendiren konularda taban iradesini hakim kılmak gerekiyor. Tüm bunlar için ve örneğin kıdem tazminatının gaspı gibi saldırılara karşı kararlı şekilde mücadeleyi örgütlemek sendikal bürokrasiyi alaşağı etmenin tek yoludur.
İzmir Şube özelinde TPİ, TETRAPAK ve DYO işçileri bugün yaşadığımız sorunları aşmak, sendikaların genelinde bu mücadeleci çizgiyi hakim kılmak için adım atmalıdırlar. Türkiye sendikal hareketine sirayet etmiş bu durumu parçalamak, sendikal bürokrasiyi ortadan kaldırmak, sermayedarlar ile yüz yıllardır süren sınıf mücadelesinde sömürünün sonlandırılması için olmazsa olmazdır.
İzmir’den sınıf devrimcileri