Dış politikada, son 20 yılda hem Türkiye’ye hem başka ülkelere zarar getiren büyük ve yıkıcı savruluşlar yaşandı. AB ile ilişkilerdeki kopuştan komşu ülke Suriye’deki savaşı harlamaya kadar yüksek perdeden çıkışları toparlamak hiç kolay değil.
Görünüşe, resmi temaslardaki söylemlere aldanmamak gerek. Ne Mısır ile ilişkiler iyi ne Suudi Arabistan ile Ankara’nın gönlünden geçen mesafe alınabildi ne de Şam ile…
Bir de yıkılan o köprülerin altından çok sular aktı, bölge artık eski bölge, dünya artık 8-10 yıl önceki dünya değil. Mesela 8-10 yıl önce ‘büyük kazanımlar’ iddiasıyla girişilen yıkıcı hamleler yapılırken Türkiye en azından bölge ülkeleri nezdinde caydırıcı bir güç, ekonomisi ile güçlü bir ülkeydi. Haliyle dış politikada her hamlenin sebep olduğu yıkımın boyutları da ona göre büyük oldu. Ancak geçtiğimiz yıllar içinde bölge ülkeleri nezdinde, hem Türkiye ekonomisi başta olmak çeşitli açılardan zayıfladı hem de bölge ülkelerinin yeni öncelikleri, müttefikleri öne çıkmaya başladı. Velhasıl Türkiye bütün sarsıntılarına rağmen hâlâ bölgenin en önemli ülkelerinden biri olsa da köprüleri yıktığı ülkeler barışmak için acele etmiyor artık.
Aslında yıllar süren yıkıcı savruluşların ardından gelen barışma girişimleri de en az köprülerin atıldığı süreçler kadar temelsiz, günlük politikalara dayalı. Bu nedenle, Ankara istediğini açıkça belirtmesine rağmen yıkılan köprüler tekrar aynı hızla kurulamıyor. Bütün bölge 14 Mayıs’ta yapılacak seçimi bekliyor. Bölge ülkelerine göre bugün köprüleri yeniden kurmak isteyen AKP seçimden zaferle çıkarsa aynı kararlılığı sürdürecek mi sorusunun cevabı net değil. Aynı şekilde muhalefetin bölge politikaları konusunda kafa karışıklıkları da sürüyor. Yani kısacası sadece komşu ülke Suriye değil Suudi Arabistan’dan Mısır’a bütün bölge ‘ikili iyi ilişki ve liderler arası samimi poz’ taleplerinin seçim yatırımı olup olmadığını anlamaya çalışıyor.
Türkiye’nin 2011 başlarından itibaren proaktif dış politika iddiası ile Akdeniz’den Libya’ya neredeyse bütün coğrafyada var olmaya giriştiği sürecin en somut yıkım sahası Suriye oldu. Bu süreç hem Suriye hem Türkiye açısından yıkıcı sonuçlar getirdi. Görünen o ki, yeni sürecin kilidi de anahtarı da Suriye olacak. Ancak şimdilik o cephede de yeni haber yok.
Geçtiğimiz gün Moskova’da Türkiye-Suriye-İran ve Rusya savunma bakanları ile istihbarat birimleri görüştü. Aslında Ankara’nın gönlünde yatan Esad ile doğrudan bir görüşmeydi ancak en azından seçim süreci atlatılana kadar Esad yönetiminin bırakın liderleri, dışişleri bakanları düzeyinde bir toplantının bile yapılmaması için ayak direyeceği söylenebilir.
Şam’ın şartları net; Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesini, silahlı gruplara verdiği desteği kesmesini istiyor.
Diğer taraftan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler Suriye savaşının başında Ankara’nın müttefikleriydi. Günümüzde Şam’ın Arap Lig’ine geri dönüşü, yeniden imarı, Şam’ın bölge siyasetindeki koltuğuna oturması konuşuluyor. Şam’ın Ankara ile ilişkilerini düzeltme konusundaki şartlarına Ankara’nın eski müttefikleri de katılıyor artık.
Velhasıl Moskova’da yapılan savunma bakanları düzeyindeki toplantıdan da bir şey çıkmamış gibi görünüyor. Ancak üst üste yapılan toplantılara rağmen Ankara’nın talepleri hâlâ belirsiz. Dışarıdan bakıldığında Ankara ‘taviz’ vermeden yani Suriye’nin kuzeyinden çekilmeden, silahlı gruplara desteğini kesmeden bir barış istiyor. Ancak bir koltukta birkaç karpuz taşımak mümkün değil. Hem Şam ile barışmaya niyetlenip hem de maaşından iaşesine her şeyi ile Türkiye’ye bağımlı on binlerce silahlı milisi desteklemek kabul görmüyor Şam ve yeni müttefikleri nezdinde.
Hâlâ memleket televizyonlarında Türkiye’nin mesela İdlip’teki El Bab’taki varlığı PKK ile açıklanıyor ancak Rusya ve İran’ın da katıldığı toplantıların sonuç bildirgelerine bakılırsa bu söylem henüz bu ülkelere bile tam olarak kabul ettirilmiş değil. Ayrıca Süleyman Şah Türbesi’ni YPG’nin yardımı ile IŞİD bölgesinden çıkaran Ankara’nın bugün terörist listesinin başına koyduğu Kürt siyasetçi Salih Müslim’i Ankara’da ağırladığı da unutulmuş. O günlerde Kürtler ÖSO’ya katılmayı kabul etselerdi bugün terörist olarak kabul edilirler miydi acaba? Kaldı ki, İdlip nere Kamışlı nere ve yine Türkiye’nin Suriye PKK’sı dediği Suriye Demokratik Güçleri Kürtler kadar Araplar, Süryaniler ve o bölgedeki etnik ve dini gruplardan müteşekkil. Zaten Ankara ve Şam arasında çözülmesi gereken ilk büyük sorun da bu olacak gibi görünüyor; kime göre terörist, neye göre terörist?
Sahada bu belirsizlikler hakimken Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge ülkeleri Suriye’nin tamamında istikrar istiyor ki, enerji ve ticaret projeleri hayata geçirilebilsin. Artık işin içinde Rusya da var Çin de İran da…
Velhasıl Türkiye’nin Suriye yumağını çözmeden bölge ülkeleri ile ilişkilerini rayına oturtması oldukça zor. Haliyle kurulması istenen köprülerin ayakları Suriye’den geçiyor.
Evrensel / 27.04.23