Bu hafta Orta Doğu, birbiriyle yakından ilişkili ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren 3 önemli gelişmeyi konuşuyor.
- Suudi Arabistan ile İran arasında esen flört havası.
- Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın Moskova ziyareti
- 15-16 Mart tarihlerinde gerçekleşmesi beklenen Türkiye-Suriye-Rusya-İran dışişleri bakan yardımcıları görüşmesi
En iyisi sırayla bakalım her bir gelişmeye!
Riyad-Tahran barışı!
Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerindeki mezhep temelli tarihsel çekişme 1979 İran İslam Devrimi ile birlikte her alanda sürekli krizli bir süreç haline geldi.
İran’daki Şahlık döneminin Amerikan yanlısı dış politikası Tahran-Riyad ilişkilerinde nispi bir esneme alanı sağlamıştı. Ancak 1979 İran devrimi ile birlikte İran, Suudi Arabistan’ı Amerika’nın ‘bölgedeki kuklalarından biri’ olmakla suçlamaya başladı. Suudi Arabistan da İran’ı bölgedeki Şii nüfus üzerinden nüfuz savaşına girmekle ve rejim ihraç etmeye çalışmakla suçladı. Bölgede vekalet savaşlarına dönüşen bu mücadelenin sona erdirilmesi için geçtiğimiz on yıllar içinde defalarca girişimlerde bulunuldu. Özellikle iki ülkenin savaş alanına dönüşen Irak ve Lübnan gibi ülkeler Tahran-Riyad mücadelesinin en çetin yaşandığı yerlerin başında geliyor. Arap Ayaklanması’nın başlaması ile birlikte Suriye de bu sahalardan birine dönüştü. Nihayetinde 2015 yılında Yemen’de başlayan savaşa İran dahil oldu. Bir kere daha gerilen Tahran-Riyad ilişkileri 2016 yılında Suudi Arabistan’ın önde gelen Şii din adamlarının idam edilmesi ile koptu. İdamların ardından Suudi Arabistan’ın Tahran’daki elçiliği ve konsolosluğu taşlandı, yakıldı. İki ülke üst perdeden sert açıklamalar yaparak karşılıklı olarak elçilerini ve misyonlarını kapattılar.
Haliyle iki ülkenin vekalet savaşları Irak’ta, Lübnan’da, Suriye’de, Yemen’de daha da kızıştı. İşler öyle bir noktaya geldi ki Suudi Arabistan, Şam ile barışmasının tek şartı olarak Tahran-Şam ilişkilerinin kesilmesi gerektiğini dayatmaya başladı.
Ancak buna rağmen Irak başta olmak üzere bölge ülkelerinin Riyad-Tahran ilişkilerinin toparlanması için yürüttükleri girişimler de hız kesmedi. 4-5 tur Bağdat görüşmeleri yapıldı, yetmedi taraflar Brezilya’da bir araya geldi, nihayetinde Çin devreye girdi ve Suudi Arabistan ile İran arasında en azından doğrudan diplomasi kanallarının açılmasını sağlayan bir uzlaşma sağlandı.
Bu uzlaşmayı İran “ABD’nin bölgedeki hegemonyasının bitişi” olarak yorumladı. Suudi Arabistan ise ABD ile ilişkilerini de gözeterek daha temkinli bir bakış açısıyla “Bütün sorunların bittiği anlamına gelmiyor” değerlendirmesini yaptı.
Arapça basına göre ise,
Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgenin önde gelen ülkeleri ABD ile ilişkilerini sarsmak istemiyor ancak Çin ve Rusya gibi ülkeleri de yok sayamıyor. Bu nedenle, ABD-Çin-Rusya arasında denge politikası izlemeye çalışıyor.
Çin’in dünya ticaret ve ona bağlı olarak güvenlik konseptini büyük ölçüde değiştirmeye talip Kuşak-Yol projesinde Orta Doğu ve Körfez ülkeleri limanları, kara ve demir yolları ile önemli bir yere sahip.
Çin’in Riyad-Tahran gerilimini sakinleştirme gayretinin temel sebebi ise İran ve Suudi Arabistan’ın kıyıdaş olduğu Basra Körfezi’nin güvenliğini teminat altına almak.
Hem Riyad hem de Tahran ile iyi ilişkileri olan Çin dışında büyük bir güç yok. Bu nedenle, Riyad-Tahran hattında devreye girmeye en uygun ülke Çin.
Bu yorumları daha da ileri taşıyıp “Çin Tahran’ı bir uzlaşmaya zorladı ve Tahran Çin ile ilişkilerinin bekası sebebiyle uzlaşmaya mecbur kaldı” diyenler de var.
Rüzgar Şam'ın lehine!
Uzlaşmanın Şam’ı Ankara’ya karşı ve ekonomik-siyasi açıdan rahatlattığı kesin. Çünkü;
Şam yıllar süren savaşın yıkımının ardından korkunç bir ekonomik ve siyasi izolasyon altında.
Riyad-Tahran vekalet savaşının Suriye sahasında sürüyor olması izolasyonu daha da ağırlaştırıyor.
Riyad ve Tahran’ın doğrudan diplomasi kanallarını açması en azından Şam’ın karşısındaki “Orta Doğu’nun kapılarını açarız ama Tahran ile ilişkilerini keseceksin” şartının hafifletilmesi anlamına geliyor.
Riyad’ın Şam ile doğrudan bir derdi yok. Aksine Şam’ın Türkiye’nin Suriye’deki varlığı gibi rahatsızlıklarını paylaşan ülkelerden biri de Suudi Arabistan.
Riyad-Tahran hattında gerilimin azalması Şam’ın 22 Arap ülkesinin üye olduğu Arap Lig’ine geri dönmesi ve böylece ticari, güvenlik gibi konularda kapıların açılması anlamına geliyor. Bu da Şam’a Türkiye’ye karşı manevra alanı kazandırdığı gibi önceliklerinin de değişmesine sebep oluyor.
Velhasıl, Riyad-Tahran uzlaşması Şam’ın lehine bir rüzgar demek ve bu rüzgar Ankara ile pazarlıklarında da elini güçlendiriyor.
Mülteciler ve konjonktür!
Şam’ın elindeki ikinci kart ise Türkiye’nin seçim arifesinde olması, Suriyeli mültecileri sorun olarak görmesi.
Bu nedenle Ankara seçim öncesinde Şam ile ilişkilerin rayına girmeye başladığına dair bir fotoğraf istiyor.
Şam ise, Rusya ve İran’a rağmen ayak sürüyor ve ısrarla Türkiye’nin Suriye’den askeri varlığını çekmesi, silahlı gruplara verdiği desteği kesmesi gibi taleplerinde taahhüt vermesini ve bir takvim açıklamasını istiyor.
Şam’ın talepleri bununla da sınırlı değil; Rusya’nın ve İran’ın Türkiye’nin vereceği taahhütlere garantör olmasını da talep ediyor.
Peki Şam, Ankara’dan daha mı güçlü de Rusya ve İran’a rağmen sürece taş koyuyor?
Hayır, mesele güçle ilgili değil tamamen konjonktürün getirdiği fırsatlarla alakalı ki Şam da bunları lehine çevirmeye çalışıyor. Riyad-Tahran uzlaşması da Şam’ın sırtını dayadığı fırsatlardan biri!
Geçtiğimiz haftaya kadar Şam “Önce Ankara çekilme takvimi açıklasın sonra konuşalım” diyordu. Ankara ise, “Önce bir masada oturalım sonra konuşuruz” politikasındaydı.
Ancak bu hafta Rusya ve İran’ın da katılacağı bir Türkiye-Suriye dışişleri bakan yardımcıları toplantısı yapılacağı duyuruldu.
Şam’da hâlâ Türkiye’nin askeri varlığı ve desteklediği silahlı gruplar üzerinden bir Hatay senaryosunun tekrarlanacağı korkusu hakim.
Diğer taraftan Rus ve Orta Doğu basınına göre Şam, Ankara’dan istediği taahhütleri aldı ve Rusya ve İran’ın da bu sürecin garantörü olmasını sağladı.
Esad Moskova'ya niye gitti?
Tam da bu iddialar konuşulurken Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad Moskova’ya gitti.
Bu yazı yazılırken ziyarete ilişkin kamuoyuna yansıyan bir şey yoktu ancak genel duruma bakılırsa Putin ile Ankara’nın talepleri-Şam’ın beklentileri konularının konuşulduğu açık.
Peki bundan sonra ne olacak?
Şam iddia edildiği gibi Ankara’dan taahhüt ve hatta bir çekilme takvimi almış olsa bile sürecin hızlanmasını beklememek gerek.
Önümüzdeki günlerde “Mülteciler dönsün sonra çekiliriz- önce çekilin sonra mültecilerin dönüşünü konuşalım” çekişmesi yaşanması oldukça muhtemel.
Ankara açısından en önemli mesele olan Kürtler konusu da süreci ağırlaştıran meselelerin başında geliyor. Ankara bu konuda Şam ile iş birliği isterken Şam yeni bir iç savaş riskinden tedirgin ve Ankara’ya mealen “Bu meseleyi ABD ile çözün sonra Adana Anlaşması çerçevesinde konuşalım” tavrında.
Yine de seçimlere kadar Şam, Ankara’dan alabileceğini almaya çalışacak gibi görünüyor. Çünkü seçim sonrası AKP iktidarının kaybetmesi halinde yeni gelecek iktidarın seçim öncesi süreci tanımaması ihtimali var. Ayrıca Şam açısından AKP iktidarının seçimi kazanması durumunda seçim öncesi dönemdeki süreci yıkması riski de var.
Bu sebeplerle en azından seçime kadar olan dönemde Şam, Ankara’nın çekilme takvimi açıklaması için bastırmaya devam edecek gibi görünüyor!
Yazıyı yazarken zihnimde Erol Evgin’in İmkansız Aşk şarkısı çaldı durdu. Yani yazının başlığı öylesine İmkansız aşk rüzgarı değil!
Evrensel / 16.03.23