Mısır başta olmak üzere Arap ülkeleriyle normalleşme arayışı “iç işlerine karışmama” ve “Müslüman Kardeşler’e desteği kesme” koşullarına takılmışken bir süredir temkinli bir üslup kullanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendini ne kadar tutabileceği merak ediliyordu. Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in geçen yaz askıya aldığı Temsilciler Meclisi’ni martın sonunda feshetmesi üzerine gözler Erdoğan’a çevrildi. Bir süre sessiz kalan Erdoğan nihayetinde yakın dostu El Nahda lideri ve Temsilciler Meclisi Başkanı Raşid el Gannuşi için sesini yükselterek alışkanlıklarını terk edemediğini gösterdi.
Erdoğan 4 Nisan’da “Gelişmeleri demokrasinin lekelenmesi olarak görüyoruz. Meclisin feshi, Tunus halkının iradesine bir darbedir” diye çıkıştı. Seçimlere ilişkin yol haritasının hayata geçirilmesine önem verdiklerini belirtip başarıya tüm kesimlerin katıldığı diyalogla ulaşılabileceğini vurguladı.
Tunus yönetiminin buna yanıtı çok sert oldu. Türkiye’nin Tunus Büyükelçisi Çağlar Fahri Çakıralp bakanlığa çağrılırken Dışişleri Bakanı Osman Cerendi de mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu'yla telefonda görüşüp bu açıklamaların reddedildiğini iletti. Dışişleri Bakanlığı da “Tunus şaşkınlığı ifade etmektedir. Bu yorumlar kabul edilemez. Tunus dost ülkelerle yakın ilişkiler kurma gayreti içindedir ancak ulusal kararının bağımsızlığına bağlıdır. Tunus egemenliğine ve halkının seçimlerine müdahaleye yönelik her türlü girişimi şiddetle reddeder” ifadelerini kullandı. Ardından Said, eski Tunus Devlet Başkanı Habib Burgiba’nın mezarının başındaki anma töreninde, Osmanlı dönemine gönderme yaparak “Biz bir vilayet değiliz. Belli bir otoriteden ferman beklemiyoruz. Egemenliğimiz, şerefimiz ve gurumuz bütün değerlendirmelerin önündedir. Halkımız iç işlerimize herhangi bir müdahale girişiminden uzak sözünü söyleyecektir” dedi.
Said 25 Temmuz'da parlamentoyu askıya almış, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmış ve hükümeti feshetmişti. 22 Eylül'de yeni bir kararnameyle bakanlar kurulunu parlamentoya değil kendisine karşı sorumlu kılmıştı. 7 Şubat’ta da 2011 sonrası işlenen siyasi suikastlarla ilgili soruşturmaları savsakladığı, El Nahda ile bağlantılı yetkilileri koruduğu ve yolsuzlukla mücadelenin önünü tıkadığı suçlamalarına konu olan Yüksek Yargı Konseyi’ni feshedip geçici bir konsey oluşturdu.
Faaliyetleri askıya alınmış meclisten 30 Mart’ta bir karşı hamle geldi. 217 vekilden 120’sinin katıldığı Zoom toplantısında 116 oyla Said’in olağanüstü kararnamelerini geçersiz sayan bir tasarı kabul edildi. Bunun üzerine Said, Ulusal Güvenlik Konseyi’ni toplayıp Temsilciler Meclisi’ni feshetti. Ayrıca meclisi açma girişiminde bulunan vekiller hakkında kanunsuz darbe girişimi ve devletin güvenliğine yönelik komplo kurma suçlamalarıyla soruşturma açıldı.
Said’in yol haritasına göre 2 Ocak-20 Mart arasında düzenlenen çevrimiçi istişare mekanizmasından sonra bir komite kurulacak, yeni anayasa taslağı hazırlanıp 25 Temmuz'da referanduma sunulacak, aralıkta da iki turlu seçimlere gidilecek. Aldığı eleştiriler üzerine Said siyasi parti ve sivil toplum temsilcileriyle diyalog başlatacağını duyururken hainler ve hırsızların bu sürece dâhil edilmeyeceğini belirtti. Müslüman Kardeşler’in Tunus uzantısı El Nahda hareketi ise referandum ve seçimleri boykot edeceğini duyurdu.
El Nahda’nın belirleyici olduğu meclis ve hükümetin yanı sıra 2011 sonrası değişim geçirmiş Yüksek Yargı Konseyi’ne yönelik tasfiye sürecinin etrafındaki sert restleşmeler Türkiye ile Tunus ilişkilerini etkileme potansiyeli taşıyor. Mısır’da 2013’te Müslüman Kardeşler’in tasfiyesi Ankara-Kahire ilişkilerinde tamiri çok zor yarıklar açmıştı. Tunus’ta her şeye rağmen taraflar iki ülke ilişkilerini sarsacak çıkışlardan imtina ediyordu. Said’in yol haritasına göre işleyecek bir dönüşüm sürecinde El Nahda’nın siyaseten izole edilmesi kaçınılmaz gözüküyor. Bu tür bir gidişat Ankara’da Tunus’un da kaybedileceği endişesini güçlendirdi.
Bunun yanı sıra Ankara’nın dış ilişkilerindeki gerilimleri geriletmek için yapılan U dönüşleri İslamcı kesimlerdeki hayal kırıklığını artırırken bu durum muhtemel ki Erdoğan üzerinde psikolojik bir yük biriktiriyor. Erdoğan içeride ve dışarıda kendi liderliğine olan inancı tazelemek için Tunus’ta sessizliğini bozma gereği duymuş olabilir.
Erdoğan 15 Temmuz 2015 darbe girişiminin finansörü olmakla suçladığı Birleşik Arap Emirlikleri’yle (BAE) el sıkışmış, Mısır’ı memnun etmek için Müslüman Kardeşler’in İstanbul merkezli TV kanallarına çekidüzen vermiş, İsrail’le normalleşme için Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’u sıcak bir karşılamayla ağırlamış, son olarak Suudi Arabistan’ı yumuşatmak için öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın dosyasını Riyad’a transfer etmişti. Bütün bu geri dönüşler İslamcı kesimlerin gündemini meşgul ediyor.
Fakat Erdoğan’ın eleştirileri, meclis başkanı sıfatıyla Türkiye ve Katar gibi ülkelerle paralel diplomasi yürütmek veya küresel Müslüman Kardeşler ağının çıkarlarını gütmekle eleştirilen Gannuşi’nin durumunu daha da zorlaştırabilir. Gannuşi 1 Nisan’da devletin güvenliğine karşı komplo kurma suçlamasıyla terörle mücadele biriminde ifade vermişti. Erdoğan’ın El Nahda’yı kurtarma girişimi olarak algılanan çıkışı Said’in yol haritası konusunda şüpheleri olanları da etkileyebilir. Pek çok ülkenin Tunus’taki gelişmelere dair açıklamaları genelde geçiştirilirken, Said’in Erdoğan’a karşı sözünü esirgememesi iç dengelere hitap eden bir kavgaya işaret ediyor. Erdoğan, El Nahda’ya güç verebilecek bir lider olarak görülüyor. Tam bu restleşme sırasında Arap medyası Erdoğan’ın açıklamasını, Gannuşi’nin “Biz dünyada tecrit edilmiş değiliz. Parlamentolar arası ilişkilerimiz var ve dünyada dostlarımız var. Hedeflerimizi paylaştığımız tüm taraflarla temas hâlindeyiz" sözleriyle birlikte vermesi dikkat çekiyor. El Nahda’nın Türkiye ve Katar’la bağlantıları sürekli hatırlatılırken Said’i devirmek için Müslüman Kardeşler’in Türk ordusundan müdahale talep ettiğine dair akıl almaz iddialar da medyada tartışmalara ve analizlere konu olabiliyor.
Sonuç olarak Erdoğan’ın açıklaması El Nahda’yı hedefe koyan tartışmaları yeniden tetikledi. El Arab gazetesi, Erdoğan’ın Mısır, Suudi Arabistan ve BAE karşı savaşı kaybedip ilişkileri tamir için boyun eğdiği, şimdi Gannuşi’ye yardım elini uzatarak “İslam davasının savunucusu” imajını yenilemeye çalıştığı yorumunu yaptı. Gazete, Erdoğan’ın Arapların iç işlerine karışmaya yönelik eski yönteme geri dönerek düşmanlık gösterdiği Mısır lideri Abdülfettah el Sisi’nin yerine bu kez Said’i koyduğunu önü sürdü.
Tunus Halkın Hareketi (El Şaab) Genel Sekreteri Zouhair Maghzaoui İslamcıların dışarıdan müdahale aradığını, Türkiye’nin ellerindeki son kart olduğunu ve Erdoğan’ın El Nahda’nın çağrısına bu şekilde yanıt verdiğini düşünüyor. Tunuslu siyasi yorumcu Nabil Rabhi de Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’in iktidara dönmesi için Tunus’un iç işlerine karıştığını düşünüyor.
Erdoğan’ın açıklamalarının gölgesinde Gannuşi de 9 Nisan Şehitler Günü’nde "Tunusluların uğruna hayatlarını feda ettikleri Meclis'in feshedilmesini katiyen reddediyoruz. Ülke tüm yetkileri ele geçiren bir diktatörlük rejiminin güçlendirildiği eşi benzeri görülmemiş bir kriz yaşıyor" diye meydan okudu.
Tepkili ortamda Türk ürünlerinin boykot edilmesi yönünde çağrılar yapılırken Türkiye-Tunus ticari ilişkilerindeki dengesizlik de tartışma konusu ediliyor. 2004’deki imzalanan serbest ticaret anlaşmasının Tunus’un çıkarlarına hizmet etmediği, Türk ürünlerinin istilasıyla yerli üretimin darbe aldığı ve Türkiye ile dış ticaret açığının 2021’de 900 milyon doları bulduğu belirtilerek anlaşmanın gözden geçirilmesi ya da dondurulması isteniyor. Türkiye dış ticaret ortaklığında Çin ve İtalya’dan sonra üçüncü sırada yer alıyor.
Tunus’ta Türkiye’yi de içine alan bu tartışmalar Arap dünyasında yakından takip ediliyor. Tunus’la yaşanan diplomatik gerilim kaçınılmaz olarak Türkiye’nin Araplarla normalleşme arayışına gölge düşürebilir.
Ankara’nın normalleşme teklifini ağırdan alan Mısır, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’e desteği kesme ve başkalarının iç işlerine karışmama konusundaki tutumunu teste tabi görüyordu. Ne var ki Erdoğan, Müslüman Kardeşler konusunda tavizkâr bir yola girmesine rağmen Kahire’den yüz bulamadı. Bu da Erdoğan’da “Benden buraya kadar” dedirten bir bıkkınlık yaratmış olabilir. Erdoğan uluslararası alanda özellikle Batı kanadında karşılaştığı diplomatik yalnızlık ortamında iddialı olduğu pek çok konuda gardını düşürmüştü. Ukrayna savaşıyla birlikte Erdoğan Batı yakasında tecridi kırmayı başarırken artık daha fazla yumuşamak gerekmediğini düşünüyor olabilir. Bu son olay Erdoğan’ın normalleşme beklediği hükümetlerden anlamlı bir karşılık bulmadan Müslüman Kardeşler’e arkasını dönme gereği duymayacağı ya da eski alışkanlıklarını kolayca terk etmeyeceğini gösteriyor.
Al-Monitor / 12.04.22