Türk ordusu 18 Nisan’dan beri PKK’ye karşı Pençe-Kilit Operasyonu’nu sürdürürken Irak Meclisi’nde Türkiye’ye sınırdan 30 kilometre içeriye kadar operasyon yapma izni veren gizli bir anlaşmanın olup olmadığı tartışması çıktı.
Bir anlaşmanın olup olmadığından bağımsız olarak Türkiye bir süreden beri Irak ile Suriye’nin kuzey şeridini birlikte alan bir yaklaşımla hareket ediyor. Hem Suriye hem Irak’taki askeri operasyonlara dayanak olarak bazı ikili anlaşmalara ya da protokollere atıf yapılsa da esasen Türkiye epey zamandır “meşru müdafaa hakkı” dışında bir argümana ihtiyaç duymuyor.
Türkiye Fırat Kalkanı harekâtı ile İslam Devleti’nin elindeki Cerablus-El Bab hattına girdiğinden beri hem Kürt güçlerinin kontrolünü bitirme hem desteklediği Özgür Suriye Ordusu/Suriye Milli Ordusu’na hâkimiyet alanı açma hem de sığınmacıların geri döndürüleceği alanlar oluşturma saikiyle güvenli bölge senaryosunun peşinden gitti. Sonuç itibariyle 30-40 kilometre derinliklerde M-4 yolunun fiili bir sınıra dönüştüğü tampon ve adacıklar oluştu. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla Fırat’ın batısında oluşan kontrol şeridini Fırat’ın doğusunda Dicle’ye kadar uzatma planı, 2019’da Barış Pınarı Harekatı ile Tel Abyad (Grê Sipî) ve Ras’ul Ayn (Serê Kaniyê) ile sınırlı kaldı. Fakat geçen ekimde olduğu gibi Rusya’nın Ukrayna’da meşgul olmasını fırsat bilerek Suriye Demokratik Güçleri ile kesişme noktalarına yönelik saldırıların artması “güvenli bölge” planını tamamlama ısrarına işaret ediyor.
Türkiye’nin 1998 Adana Mutabakatı ile teröre karşı kendinde gördüğü 5 kilometre derinlikte sıcak takip hakkını 30 kilometrede operasyonel kalma seçeneğine çevirmeyi Şam’la normalleşmenin ön koşulu olarak öne sürdüğü de iddia ediliyor. Ankara, Ukrayna krizinin gölgesinde Suriye’ye giden Rus uçaklarına Türk hava sahasını kapattı. Bu önlem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki haritanın olabilirliğini artırmak için hem Şam üzerinde baskı yaratma hem de Moskova’dan yeşil ışık alma kozu olarak ele alınabilir.
Ankara’nın Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’a mesaj gönderdiği, daha sonra istihbarat temsilcilerinin Moskova’da bir araya geldiği öne sürülmüştü. Son olarak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Afganistan’da Taliban’a yaklaşımda olduğu gibi Esad yönetimini tanımadan terör ve mülteciler konusunda Suriye ile angajmana girebileceklerini söylemişti. Çavuşoğlu ayrıca “Son günlerde rejim YPG/PKK ile ciddi çatışıyor. Suriye'nin toprak bütünlüğünü destekliyoruz. YPG/PKK'nın da Suriye'yi bölme planları var” demişti.
Bütün bu yaklaşımın temelinde iki tarafın da Kürtlerin fiili özerkliğini bitirmek üzere hedef birliği yapması şartı yatıyor. Türkiye, Barış Pınarı’nı durduran Soçi Mutabakatı’nda Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) sınırdan 30 kilometre aşağıya çekilmesi tavizini koparmıştı.
Peki, Suriye’de denenen 30 kilometrelik şerit, bir konsept olarak Irak için geçerli olabilir mi?
Buranın coğrafi ve siyasi koşulları tamamen farklı. Yüzeysel algı Türkiye’nin Kürdistan bölgesinde PKK’nin üslenme alanlarını yok etmekle ilgilendiği yönünde. Savunma Bakanı Hulusi Akar Pençe Kilit’in hedefini açıklarken “Zap temizlenince hudut kilitlenecek. Dışarıdan kontrolsüz giriş çıkış olmayacak” dedi.
Türkiye 2019'da Hakurk’a Pençe, 2020’de Haftanin’e Pençe-Kaplan, 2021’de Metina, Zap ve Avaşin-Basyan’a Pençe-Şimşek ve Pençe-Yıldırım adlarıyla yürüttüğü operasyonlarla üs ve kontrol noktalarını bir ağ gibi büyütmeye çalışıyor. Pençe-Kilit’in kapsama alanı ise Metina, Zap, Avaşin-Basyan.
Bağdat’taki tartışmayı tetikleyen de bu üslerin artması ve kalıcı hâle gelmesi. 24 Nisan’da Irak Meclisi’nde Türkiye ve İran’ın saldırılarının ele alındığı toplantıda Meclis Başkanı Birinci Yardımcısı Hakim el Zamili, Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’e hitaben “Irak’ın saldırılarla ilgili tedbirlerinin neler olduğunu ve Irak ile Türkiye arasında, Türk güçlerinin Irak toprakları içinde 30 kilometre ilerlemesine izin veren bir anlaşmanın varlığına dair gerçeğin ne olduğunu ve ne zaman imzalandığını soruyoruz” dedi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ahmed el Sahaf ise toplantıya PKK’nin 1984’den beri Irak’taki varlığına dair bir dosyayı sunduklarını, Türkiye ile böyle bir anlaşmanın olmadığını, Türk tarafının yasal bir temeli olmadan ihlalleri sürdürdüğünü ve BM Şartı’nın 51’nci maddesine başvurduğunu açıkladı. Sahaf, meclisin 2009’da Türkiye’nin Irak topraklarına girmesine izin veren bir formül varsa iptal edilmesi yönünde karar aldığını da hatırlattı.
Gizli bir mutabakat olup olmadığı konusunda Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan bir Türk diplomatik kaynak ise Türkiye’nin bir dönem 1984’te imzalanan güvenlik protokolünü sınır ötesi harekâtların hukuki dayanağı olarak kullandığını ama artık farklı bir siyaset izlediğini vurguladı. Söz konusu kaynak bir taraftan ulusal güvenlik, nefsi müdafaa ve terörle mücadele hakkı gibi kavramlar üzerinden gidilirken diğer taraftan Erbil ve Bağdat’ın zımnen rızasının arandığını belirtti.
Operasyondan önce Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ve Başbakan Mesrur Barzani Ankara’da ağırlanmıştı. Söz konusu diplomatik kaynak 1990 sonrası merkezin kuzeyde kontrolünü yitirdiğini, fiili durumdan PKK’nin yararlandığını, Türkiye’nin de operasyonel genişleme için bu konjonktürü kullandığını, artık diplomatik çerçevede değil sahadaki güçler arasında konjonktürel hamlelere dayalı “yazısız, sözsüz, sessiz” mutabakatların şekillendiğini, bu ortak anlayışın daha ziyade Erbil’le geliştirildiğini vurguladı. Diplomatik kaynak, PKK güneye indikçe operasyonların derinlik kazandığını, insansız hava araçlarının devreye girmesi ve kontrol ağının büyümesiyle 5-10 kilometrelik sınırlamaların anlamını yitirdiğini, merkezi hükümetin kuzeyde “hükümsüzlüğü ve kifayetsizliği” yüzünden mutabakatlar üzerinden tartışma açılmasının anlamsız olduğunu belirtti.
Türkiye kuzeyde PKK’nin “Medya Savunma Alanları” adını verdiği kamp sahalarının ötesinde 160 kilometre güneydeki Şengal ve 218 kilometre güneydeki Mahmur’u F-16 ve silahlı insansız hava araçlarıyla defalarca hedef aldı.
1983, 1986 ve 1987’de düzenlenen sınır ötesi harekâtlarda Bağdat’ın onayı söz konusuydu. İki ülke arasında 1984’ten itibaren bir hukuki çerçeve de vardı. Dönemin Irak Enformasyon Bakanı Mustafa Casım, 15 Ekim 1984’te imzalanan protokolün taraflara süresi üç günü aşmamak koşuluyla sınırın 10 kilometre içerisine kadar askeri operasyon hakkı tanıdığını açıklamıştı. Bazı kaynaklar ise bu protokolün Türkiye’nin Irak makamlarından izin almadan 5 kilometre kadar içeriye girebilmesine izin verdiğini belirtiyor. Ancak iki yılda bir uzatılan bu protokol 1988’de yenilenmediği için geçerliliğini yitirdi. Irak 1991’de yeniden başlayan operasyonlara rıza göstermedi. Birinci Körfez Savaşı sonrası Bağdat kuzeyde hükmünü yitirince Türkiye operasyonlar için hukuki gerekçe sunma gereği de duymadı. 2017’de Türk uçakları Şengal’i bombalayınca BM Güvenlik Konseyi’ne BM Şartı’nın 51. maddesine göre hareket edildiğini bildirmişti. Artık hukuki gerekçe olarak bu kullanılıyor.
Türk medyası operasyonun hedefine dair “Daha önceki Pençe harekâtlarıyla Haftanin, Metina, Avaşin ve Hakurk’ta kontrolü sağlayan Mehmetçik, kalan son halka Zap’ı da temizleyerek sınırdan 25-30 kilometre derinlikteki güvenlik duvarını tamamlayacak” diyor.
Terörizm ve Orta Doğu konularında çalışan Prof. Dr. Serhat Erkmen ise Irak’ta yürütülen operasyonun Suriye’dekinden farklı olduğunu düşünüyor. Al-Monitor’a konuşan Erkmen, Irak’taki operasyonun daha çok örgütün kontrolü altındaki alanı temizlemeye dönük olduğunu, Suriye'de ise sivil yerleşimi özendirmeye ve muhalif güçlere sığınma alanı açmaya dönük güvenli bölge kurma mantığı ile hareket edildiğini belirtiyor.
Erkmen, “Pençe Kilit’in önceki operasyonlardan iki temel farkı var. Birincisi Irak sınırından tamamen PKK'yı uzaklaştırmış oluyor. Örgütün hareket kabiliyeti ve sızma yoluyla sınır hattından taciz yapabilme becerisi tarihe karışıyor. Üstelik drone saldırısı da yapamayacak. İkincisi ise diğerlerine göre daha dar bir alanda ama daha sert bir coğrafyada gerçekleşiyor. Bu da onun zorluğunu artırıyor” diyor.
Doğuda İran sınırlarına doğru uzanan Kandil şimdilik Pençe-Kilit’in kapsamında değil. Türkiye’nin PKK ilintili Şengal Direniş Birlikleri’ni hedefe koyduğu Şengal (Sincar) ise eş zamanlı olarak Irak merkezi güçlerinin dönüşüne sahne oluyor. Erkmen bu konuda şöyle diyor: “Sincar ve Kandil şimdiki adımlar değil. 2018’den beri yürütülen aşamalı bir strateji var. Sincar'da herhangi bir ciddi adım ancak Bağdat'ta ciddi bir hükümet değişikliğine bağlı. O zamana kadar büyük ölçüde örgütün bölgedeki kritik elemanlarına karşı nokta operasyonları olur. Kandil ise nihai aşama, böyle bir coğrafyadan PKK'yı tamamen temizlemek uzun sürecektir, fakat adım adım işleyen bir strateji var. Üç ya da dört yıl içinde o aşamaya gelinebilir. Tabii bunlar Irak ve Suriye'de şu andaki durum devam ederse geçerli olan senaryolar. Bu iki ülkedeki önemli değişim bu süreci hızlandırabilir ya da yavaşlatabilir.” diyor.
Erkmen, Irak’tan yükselen karşı sesleri ise “Çoğu standart tepkiler. Ancak Irak siyasetine yansıyan tarafları kesinlikle var. Örneğin aralarında neden sonuç ilişkisi olmasa da Irak’ta hükümet kurulma sürecinde İran yanlısı milislerin ciddi endişeleri var. İran karşıtı gruplar ile Türkiye arasında diyalog olduğu sır değil. Bu operasyonlar hem Irak’taki hükümet kurma sürecinin hem de IKBY’de (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi) bu yıl yapılacak seçimin kilit aktörü KDP’nin (Kürdistan Demokrat Partisi) etki alanının genişlemesi sonucunu da yaratıyor. Bu durum Kürtler arası siyasal dengeyi etkilediği gibi Bağdat'taki hükümet kurma sürecini de etkileyen önemli bir faktör” değerlendirmesini yapıyor.
Al-Monitor / 27.04.22