Biden yönetiminin çılgın ve obsesif neoconlarının çizdiği ABD dış politikası; Avrupa’daki en sıkı müttefikin stratejik sivil altyapısı Kuzey Akım hatlarını patlatmalarını örtmek üzere dünyaya yeni anlatı pazarlamakla meşgulken, geçen cuma hiç beklenmeyen oldu. Çin’in başkenti Pekin’de, Çin Halk Cumhuriyeti’nin arabulucuğunda İran ile Suudi Arabistan’ın 2016’dan bu yana kopmuş ilişkilerini düzeltmek üzere anlaştığı açıklandı. Çin diplomasisi, kısa süre önce Ukrayna için tutum belgesiyle adeta ‘dalga geçen’ ABD ve Avrupa’yı Ortadoğu’dan ‘şoke etti’. Pekin, Şii ve Sünni dünyayı temsil eden iki rakip gücü uzlaştırmayı başarmıştı!
ABD’nin esamisinin okunmadığı bu anlaşmanın duyurulduğu ortak bildiri bile başlı başına dikkat çekici. Olası bölgesel sonuçları da önemli. Ancak İran-Suudi anlaşmasının çerçevesinin ‘diplomatik ilişkilerin tesisi’ bağlamında ‘darlığının’ ötesine geçen tarihsel önemi açık: Dünya sahnesinde artık salt ‘yıkıcılığıyla’ anılan hegemon güç ABD’nin karşısında ‘barış yapıcı’ olarak diplomatik endamıyla Çin’in sahne alışı.
İran-Suudi gerilimi
Pekin'de 6-10 Mart'ta yürütülen müzakerelerde varılan anlaşma Suudi Arabistan ile İran’ın iki ay içerisinde diplomatik ilişkilerini tesis etmesi ve büyükelçiliklerle temsilciliklerinin açılmasını öngörüyor. İki ülkenin dışişleri bakanlarının bu kararların uygulanması için buluşması bekleniyor.
İki ülke ilişkileri her zaman netameli oldu. Ancak Suudi Arabistan’da 2 Ocak 2016'da aralarında Şii din adamı Nimr el-Nimr'in de bulunduğu 47 kişinin ‘terör’ ithamıyla idamıyla ilişkiler çığrından çıktı. Zaten durum Mart 2015’te başlayan Yemen savaşı nedeniyle gergindi. Ve İran’da oluşan büyük tepki Suudi Arabistan'ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed konsolosluğunun ateşe verilmesine yol açınca ipler tamamen koptu.
İran ile Suudi Arabistan arasında 2011’den bu yana Suriye üzerinden yürütülen vekalet savaşına Yemen eklenmiş, ancak aradan geçen seneler içinde Suudiler adeta batağa saplanmıştı. İran’ın müttefik gördüğü Ensarullah hareketi, Yemen’de büyük bir direniş sergileyerek çatışmayı Suudi Arabistan içlerine taşır olmuştu. Aradan geçen senelerde Suudilerin yolları BAE ile de kısmen ayrıldığı bir süreç yaşandı. Biden 2021’de göreve başladığında tutmadığı diğer vaatlerinin yanı sıra Yemen çatışmasını da durdurmaktan aciz kaldı. Böylesi bir ortamda Çin sahneyi kapıverdi.
Çin, Suudi Arabistan ve İran’ın 10 Mart Cuma günü yayınladıkları ortak bildiride, ‘anlaşmazlıkların diyalog ve diplomasi yoluyla ve kardeşlik bağları ışığında çözme ortak arzusu’ nedeniyle yürütüldüğü, anlaşmanın da İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in yakın danışmanı Ali Şamhani ile Suudi Devlet Bakanı Musaad bin Muhammed Al-Aiban arasındaki yoğun müzakerelerin ardından sağlandığı duyuruldu. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’e ve Çin yönetimine ev sahipliği ve arabuluculuğu için takdir ve şükranlar ihmal edilmedi. Suudi Arabistan ve İran'ın 1998 tarihli Ekonomi, Ticaret, Yatırım, Teknoloji, Bilim, Kültür, Spor ve Gençlik Alanlarında İşbirliği Genel Anlaşması'nı yeniden canlandırma niyetinde olduklarının vurgulanması da dikkat çekiciydi.
Çin’in sabırlı diplomasisi
Anlaşmanın bir anda gökten zembille indiği söylenemez. İki ülke arasında Nisan 2021’den itibaren önce Bağdat, ardından Umman’da temaslar olmuştu. Ancak Eylül 2021’de Irak’ta seçim sonrasında hükümet krizi diyaloğun askıya alınmasına yol açmıştı. 2022 Nisan sonunda yeniden görüşmeler başlamıştı. Çin’in bu görüşmelerin tam olarak neresinde ve ne zaman devreye girdiği, şimdilik meçhul. Ancak Ortadoğu’daki birkaç yıllık Çin diplomasisi bir temel izlek sunuyor.
ABD’deki Demokrat siyaset 2018 Eylül’ünde İstanbul’daki Cemal Kaşıkçı cinayeti üzerinden Suudi veliaht prensi Muhammed bin Salman’ı (MbS) ‘parya yapmak’ hedefiyle hareket ederken ve Biden 2020 seçim kampanyasında tutamayacağı bu vaadi ortaya atmışken, Pekin yönetimi farklı bir yoldan gitti. MbS, 2019 Şubat’ında Asya turunda Çin’i ziyaret etti ve Şi Jinping tarafından ağırlandı. Arjantin’deki G20 zirvesinde herkes kendisini dışlarken, Şi Jinping’in ‘sıcak tavırları’ dikkat çekti. Batı’da Çin’in ‘Bir Kuşak bir Yol’ ve Riyad’ın ‘2030 Vizyonu’nun entegrasyonu temalarına da yeterince dikkat edildiği söylenemez. Liberal Amerikan kamuoyu, Obama yönetimi döneminde vaktiyle ‘büyük modernleştirici’ diyerek şaşaalı biçimde ağırladıkları MbS’ı İhvancı Cemal Kaşıkçı cinayeti nedeniyle lanetlemişlerdi. MbS, Ukrayna çatışması sonrası ‘söz dinlemez’ hale geldi. OPEC+ kararlarıyla Biden yönetimini sinirlendirdi. MbS, Biden’ın telefonlarına çıkmadı ve Amerikan Başkanı geçen yaz Suudi kraliyetinin ‘ayağına’ gitmek zorunda kalsa da Rusya’ya karşı yaptırım savaşında Suudi katkısını alamadı. Veliaht prens 2019’daki Çin ziyaretinde “Çin'in ulusal egemenlik, güvenlik ve istikrarını koruma çabalarını destekliyoruz. Dışarıdan Çin'in iç işlerine müdahale edilmesine karşı çıkıyoruz" sözlerinin ABD’de yansıtılış biçimini unutmamış olsa gerek. ABD medyası her mevzuyu olduğu gibi ‘İslam’ı da işlerine geldiği gibi kullanma alışkanlığından ötürü (Malum İran’da başörtülü kadınlar sorunken, Uygur Müslümanlarının dini inancı kullanışlı araç) o sıralarda MbS’ın ‘Uygur Müslümanları’ yerine Çin’i tercih etmekle suçlamıştı.
İran zaten ABD’nin yıllardır ‘parya’ yapmaya çabaladığı ülke. Çin liderliği ise Mart 2021’de İran ile 25 yıllık Kapsamlı İşbirliği Anlaşması imzalamıştı. Siyasi, diplomatik ve kültürel ilişkilerin ötesinde enerji, finans, ulaşım, konut gibi sektörlerde projeler içeren devasa bir anlaşma bu. Çin’in İran’ın Amerikan yaptırımları yüzünden enkaza dönmüş enerji endüstrisine milyarlarca dolarlık yatırımının yolunu açması bakımından önemli. Karşılığında Çin de İran’dan indirimli petrol ve doğalgaz alımıyla kendi enerji güvenliğini garantiliyor. Aynı zamanda ortak banka kurmaktan, ikili para birimi anlaşmasına, demir yollarından metro ağlarına ve limanların geliştirilesine uzanan geniş bir içerikten söz ediliyor. Geçen yıl ŞİÖ’ye de kabul edilen İran için Çin en büyük ticaret ortağı. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin henüz geçen şubat sonunda Pekin’i ziyaret ettiğini de eklemeli.
Çin liderliği, Suudi Arabistan ve İran ile ilişkileri bu ekonomik ve pragmatik adımlarla derinleştirirken, geçen yıl Devlet Başkanı Şi Jinping’in Suudi Arabistan’ı odak alan, Körfez ve Arap dünyasına ‘büyük çıkarma’ olarak görülen ziyareti gelmişti. Şi, Riyad’ın yanı sıra Körfez İşbirliği Konseyi ve Arap Birliği zirvesinde ‘el üstünde tutuldu’ dense yeridir.
Suriye, Irak ve Yemen ile İsrail’e etkileri
Kaynaklar Çin himayesinde İranlılarla Suudilerin birden fazla müzakere turu yaptıklarını aktarıyor. Kimileri anlaşmada ‘gizli maddeler’ olduğunu da öne sürüyor. En başta bölgesel güvenlik, askeri veya medya düzeyinde iki devletin birbirini istikrarsızlaştıracak faaliyette bulunmamayı taahhüt ettiği belirtiliyor. Bu doğruysa gerçekten önemli.
Anlaşma uygulanabilirse Suriye, Irak ve Yemen’deki vekalet savaşlar açısından bir dönemeç olacağı söylenebilir. Elbette bu, şu sıralar Benyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetinin yargı reformu eşliğinde iç sorunları artan İsrail’in bölgedeki durumu açısından sıkıntılı bir görüntü yaratacak. Malum, Biden’ın Ortadoğu’da hiçbir diplomatik başarısı yokken, İsrail, Arap alemiyle Trump’ın sayesinde hayata geçirilen İbrahim/Abraham anlaşmalarıyla normalleşme dönemine girmişti. Ama bunun belki en önemli ayağı olan Suudilerle henüz anlaşılmış değil. İran-Suudi anlaşmasının bu sürece etkilerine bakmak gerekecek.
Doğrudan bağlantılı olmasa da işin Çin ile Rusya arasında ‘ritmik diplomasi’ başlığına sokulabilecek bir yanı da var. Zira Cuma günü anlaşma açıklanırken Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Farhan Al Saud, Moskova ziyaretinde Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile görüşüyordu.
Neticede Çin, Ortadoğu’da ABD’ye muazzam bir diplomatik çalım atmış görünüyor. Çin Dışişleri Bakanlığı, Cuma günü bu anlaşma bir tarafa Washington’ı ‘Suriye’deki doğal kaynakları yağmalamayı durdurup askeri güçlerini çekmeye ve yasadışı yaptırımları da kaldırmaya’ bir kez daha çağırdı.
ABD hegemonyası İran’ı ‘teokrasi’ diye eleştirirken, Suudilerin ‘mutlak monarşisine’ dokunmayıp, bunlar üzerinden dünyaya ‘değerler’ pazarlayabilir. ‘Değerlerini’ militarizmine eşlik eden neocon dogmalarıyla ‘soğuk çıkarları’ için çiğ çiğ yiyebilir de.... Çin ise devletler arası sistemin işleyişinden hareket ediyor. Şi Jinping’in, yeni dönemine ABD’nin kindar bakışları altında başladığını söylemek mümkün.
BirGün / 14.03.22