ABD Başkanı Joe Biden’ın ‘kampanya vaadinin’ aksine Türkiye’deki seçimlerle ilgili tavrını, ‘bükemediğin bileği öpmek’ diye ifade etmek, ‘abartılı’ gibi gelse bile, çok yanlış sayılmaz.
Demokrat lider, ABD’de 2020 seçimi kampanyasının başlarında, Aralık 2019’da hızını alamayıp ‘Erdoğan'ı devirmek için muhalefeti desteklemek gerektiğini’ belirtmiş, “Erdoğan'ı darbeyle değil, seçimle değiştireceğiz” demişti. “Ya dostluğumuz var be. Oturup konuşmuşluğumuz, çay içmişliğimiz var ya” diye tepki gösteren Tayyip Erdoğan’ı bir hayli ‘üzdüğü’ anlaşılmıştı. Tabii bu ilk ‘üzmesi’ değildi.
Şaşırtıcı hızla tebrik
Biden, 28 Mayıs’ta Türkiye’deki son cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turundaki zaferi netleşir netleşmez aynı akşam Erdoğan’ı tebrik eden bir tweet attı. Ertesi günü de telefon açtı. ABD’de resmi tatil filan denmeden diplomatik tebrik teamülü ‘jet hızla’ yerine getirildi. Türk-Amerikan ilişkilerinin son 10 yılına damga vuran inişli-çıkışlı görünümü izleyenler açısından haliyle durum daha ‘ilginç’.
2020’de başkan seçildiğinden bu yana Biden, ‘Erdoğan Türkiyesi’ne oldukça ‘mesafeli’ durdu. Örneğin Erdoğan’ı 20 Ocak 2021’de göreve başladıktan üç ay sonra 23 Nisan’da aradı; görüşmeye 1915 olaylarıyla ilgili 24 Nisan açıklamasında ‘Ermeni soykırımı’ diyeceğini bizzat iletmesi damga vurdu. İki yılı aşan süreçte bir ‘Beyaz Saray kabulüne’ yeltenmedi. Salt uluslararası zirveler marjında görüşme yapıldı. Biden’ın Dışişleri Bakanı Antony Blinken, iki yıl Ankara’ya resmi ziyarette bulunmadıktan sonra 6 Şubat depremi vesile oldu. Tabii kurumsal düzeyde bunlar Türkiye ile ABD arasında bir nebze de tuhaf biçimde ‘stratejik mekanizma’ görüşmelerine engel teşkil etmedi.
‘Lider ilişkileri’ bakımından sancılı tarih
Biden’ın Erdoğan’la sancılı ilişkisinin tarihi aslında daha eski. Biden açısından bir ‘iç tutarlılık’ olduğunu söylemek de mümkün. Dış politikanın keyfe keder ‘lider ilişkilerinden’ yola çıkılarak okunmasının yaygın olduğu günümüzde kurumsal ilişkiler için de daha ziyade algı kalıpları hakim oluyor. Örneğin ABD yönetimlerinin Demokrat yahut Cumhuriyetçi olmasından yola çıkarak Ankara ile ilişkilerinin ‘kötü yahut iyi’ diye kodlanması vakıa. Türkiye’de Demokratlar ‘insan hakları ve demokrasiye’ önem atfeder varsayılırken, Cumhuriyetçiler bu temaları işlerine gelince ‘gündem’ yaptıklarından ‘realizmlerine’ burun kıvrılır. En nihayetinde iki cenah da jeopolitik hesaplarla aynı soğuk çıkarlara varacak olsa bile, bu detay pek önemsenir. Biden’ın Türkiye ile macerası ise kalıpları zorlayan cinsten.
Öncelikle Erdoğan yönetiminin Demokrat Barack Obama nezdinde başlangıçta ne kadar ‘önemsendiğini’ anımsamalı. Bush yıllarının hoyratlığının ardından 2009’la Demokratik yönetimle bir kez daha hareketlenen Amerikan liberal müdahaleciliği için Erdoğan Türkiye’si ‘ılımlı İhvan’ kuşağının odağıydı. ‘Müslüman Demokrat’ teması gözdeydi. Proje ne zaman patladı, iş değişti. Türkiye’nin ‘değerli yalnızlığının’ ilan edildiği 2013-2014 senelerinde Obama Ankara’dan ‘yüz çevirirken’, dilini tutamayan hep başkan yardımcısı Biden olmuştu.
Biden, Ekim 2014’te Harvard Üniversitesi’ndeki konuşmasında, Suriye ve Irak’ta radikal İslamcılığa dönüşen faciada ABD rolünü hiç anmadan, "En büyük sorunumuz bölgedeki müttefiklerimizdi. Türkler, Suudiler, BAE Esad’ı devirmeye o kadar kararlıydılar ki, temelde taşeronlar vasıtasıyla Sünni-Şii savaşına giriştiler... Ne yaptılar? Yüz milyonlarca dolar para ve binlerce ton silahı, Esad’a karşı savaşan herkese akıttılar. Ama desteklenenler El Kaide, dünyanın farklı yerlerinden gelen aşırılıkçı, cihatçı unsurlardı" demişti. Üstüne “Eski dostum Cumhurbaşkanı Erdoğan bana ‘siz haklıydınız. Biz çok kimsenin geçişine (Suriye’ye) izin verdik’ dedi ve şimdi sınırlarını kapatmaya çalışıyorlar” ifadeleri, durumu daha vahimleştirdi. Dönemin Dışişleri Bakanı John Kerry’in ‘sırf Esad’ı devirsin diye IŞİD’ın ilerleyişine göz yumduklarını’ teslim etmesi 2016’yı beklemek gerekecekti. Ekim 2014 Suriye projesinde ‘radikal İslamcılıktan şikayet’ döneminin başlarıydı. Dolayısıyla “IŞİD terör örgütüne en ufak yardımımız olmadı” diye çıkışan Erdoğan, ‘turist pasaportlular dışında’ Suriye’ye geçişlere izin vermedikleri tepkisini göstermişti. Ve tabii “Eğer bu tür ifadeler kullandıysa, Biden benim için tarih olmuştur” diyerek özür de talep etmişti.
Obama hükümetinin resmi açıklamasında özür yer aldı. Biden’ın ofisi ise ‘imadan’ ötürü ‘yanlış anlaşılma’ vurgusunu tercih etti. İki hafta geçmişti ki Biden CNN’de Erdoğan’dan ‘özür dilemediğini’ söyledi, ‘laf çevirdi’. Wikileaks yazışmaları sayesinde herkes, günümüzde Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Jake Sullivan’ın o dönemdeki patronu Hillary Clinton’a “Suriye’de El Kaide bizim yanımızda” diye e-posta atmışlığını da bilmekte.
2014’te Biden’ın Teksas konuşmasının videosunu izlemiştim. Biden yalanlarla bezeli bir oyunun ‘gafçısı’ olarak Erdoğan’dan ‘özür dileyen’ pozisyonuna düşmüştü.
‘Akıntının’ yönü
Bugün köprülerin altından çok sular aktı ama akıntının yönü pek değişmedi. Aslında Demokrat-Cumhuriyetçi kalıbı Donald Trump döneminde de yeterince kırılmıştı. Liberaller Trump ile Erdoğan’ın ne büyük uyum içinde hareket ettiğini söyleye dursunlar, Trump döneminde Türk-Amerikan ilişkilerine damga vuranlar neticede malum ‘hakaret mektubu’, Twitter’dan ‘Türk ekonomisini çökertme’ tehditleri, Suriye’nin kuzeyindeki ‘Trump’ın generali’, yardımcısı Mike Pence’in 2019 Ekim’inde Ankara’ya koşup Barış Pınarı harekatını durdurma telaşı oldu. Bu dönemde kurumsal ilişkilerin de ‘çifte kıskaçtaki’ Türkiye’deki Amerikalı diplomatlar için oldukça zorlayıcı geçtiğini söylemek mümkün.
Washington’ın Erdoğan’la ilişkisi ‘yasal veya psikolojik bağımlılıklar nedeniyle bir türlü boşanmayı beceremeyen’ eşlere döndüğü söylenebilir. Şimdi Biden’ın 2024 seçimine kadar 1.5 yıl bir ‘mecburiyeti’, kazanırsa daha da ötesi ve Ukrayna’da bizzat kendisinin tetiklediği savaşın yarattığı kaygan küresel konjonktür var. 28 Mayıs’la gelen hızlı tebrik hamlesini anlamlandırıyor.
Tebrik ve pazarlık
Ne ki Biden yine aynı Biden. Doğrusu Trump’tan ‘derin farkını’ da bir türlü çözemiyorum. 29 Mayıs’taki telefon görüşmesi için mikrofon uzatan basına “Erdoğan’la konuştum. Onu tebrik ettim. O halen F-16’lar konusunda çalışmak istiyor. Ben de bizim İsveç ile anlaşmasını istediğimizi söyleyerek harekete geçilmesini istedim. Yani tekrar iletişime geçeceğiz” dedi.
Böylece Ankara’ya yeni F-16’lar ve modernizasyon kitleri konusunda son bir yılda yeşil ışık yakıp Kongre’yi iknaya ‘soyunmuş’ olan Biden, bu sefer en baştan ‘İsveç’in NATO üyeliğini vetodan vazgeçin’ demiş oldu. Şahsen sıkı takipçisi olacağını da “Gelecek hafta bunu daha detaylıca konuşacağız” diye vurguladı.
Dışişleri Bakanı Blinken de ‘tesadüf’ İsveç ziyaretinde Türkiye ile ‘işbirliğinin derinleştirilmesi’ eşliğinde ‘NATO zirvesinde Transatlantik güçlendirilmesine’ vurgu yaptı. Basın toplantısında Türkiye’ye geniş yer ayıran Amerikalı bakanın Ankara ile ilişkiler bakımından ‘anlayışlı’ bir tutumu öne çıkardığı da söylenebilir. Ukrayna çatışması ortamında ‘güçlü Türkiye’ gerekli’ vurgusuyla...
Türkiye’deki ekonomik hal ve gidişat ortadayken, F-16’lar için 6 milyar dolara yakın bir paradan bahsediliyor. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 tercihi nedeniyle çıkarıldığı F-35 programı için ödediği yaklaşık 1.5 milyar doları şimdilik anan yok. Bir kısmının F-16’lara sayılması mümkün mü, o da meçhul. Ama ABD yönetimlerinin dış politikadaki ‘mükemmel gerekçesi’ Kongre’dekilerin ‘gönlünün nasıl edileceği’ daha büyük ‘dert’. Tabii Erdoğan için de ‘koz’ değerlendirmeleri eksik olmuyor.
‘İsveç kozu’nun arka planındakiler
Aslına bakarsanız yeni ‘terör yasasının’ yürürlüğe girmesiyle ‘değerler Avrupası’ndaki konumunu pekiştiren İsveç için de facto NATO üyesi demek mümkün. Vidsel, gayrı resmi Amerikan üssü olarak bile görülebilir. Fakat Biden Rusya’ya karşı dolu dizgin gerilimi tırmandırırken, Avrupa’yı hizaya soktuğu resmin eksik unsurunun tamamlanması gerekiyor. Dolayısıyla Rusya ile 1300 km’lik sınırı bulunan Finlandiya ile kıyaslanınca İsveç, Erdoğan için çok daha ‘zayıf’ bir koz iken, F-16 pazarlığının karşılığına dönüşüveriyor!
Ancak Erdoğan nihayet sandık zaferi eşliğinde beklediği ‘ilgiye mazhar olmuşken’, Ankara’yı ‘Rusya’ya kaptırmama’ temasının gözlendiği ABD’de Demokratların ‘insan hakları ve demokrasi’ ajandasının artık ‘öncelikli’ olmayacağı da anlaşılıyor. Biden’ın tetiklediği Ukrayna çatışması ‘itaatsiz Küresel Güney’ yaratmışken, ‘demokrasi zirveleri’ çoktan hükmünü yitirdi. Dolayısıyla ABD’de şimdiden Ankara’ya Suriye ve YPG tavizlerinden de söz ediliyor.
Doğrusu bu ortamda NATO’nun 11-12 Temmuz’daki Vilnius zirvesinden önce Ankara’dan onayın çıkmama olasılığı düşük görünüyor. Zirve sonrası Erdoğan’a Beyaz Saray daveti olursa da şaşırmamalı. Kalan süreçte ‘Rusya’ temasını daha çok işitebiliriz. Dileyen pek çok Amerikan şirketi Türkiye üzerinden Rusya pazarına erişebilirken, Ukrayna’nın büyük ölçüde Amerikan şirketlerine ait tahılı da çıkarılırken, doğrusu insanın ‘tüm bunlara ne gerek var’, diyesi geliyor.
BirGün / 02.06.23