Ünlü Watergate skandalı ABD siyasi tarihine ‘başkan deviren’ olay, Amerika ile birlikte dünyanın geri kalanına da ‘araştırmacı gazetecilik efsanesi’ olarak mal olmuştur. 1968’de Cumhuriyetçi Parti’den başkan seçilen Richard Nixon’ın 1972’deki ikinci dönemine damgasını vuran ve iki yıl sonra istifasını getiren büyük siyasi skandalın adıdır.
Muhalefetteki Demokrat Parti’nin Demokratik Ulusal Komite (DNC) Genel Merkezi’nin bulunduğu Watergate binasına 17 Haziran 1972’de girerken yakalanan ‘5 kişi’ ile başlar. Önce ‘hırsız’ sanılan ve sonra görevlerinin dinleme için mikrofon yerleştirmek olduğu anlaşılan bu kişileri Nixon ve yeniden seçim komitesine bağlayan olaylar zinciri, Kongre’de soruşturmaları tetikler. Örtbas planları ve Oval Ofis’teki ses kayıtlarının talep edilmesi ‘adaleti engelleme, görevi kötüye kullanma’ gibi ithamlarla iş azil boyutlarına varınca, siyasi desteğini de yitirmiş olan Nixon, 9 Ağustos 1974'te istifa eder. Nixon tarihe istifa eden tek ABD başkanı olarak geçerken, yerine geçen Gerald Ford tarafından affedilir. 69 kişinin itham edildiği yargılamalarda üst düzey yetkililer dahil 48 kişi suçlu bulunur. ABD’de muhafazakar kanattaki Cumhuriyetçilerin rakiplerine karşı ‘casusluk yaparkenki’ yozlaşmışlığını sembolize eder. Siyasi motivasyon bakımından başka türden sorgulamalara az rastlanır. Washington Post gazetesinin Amerikan hükümeti içerisindeki ‘derin gırtlak’ ile münasebetlerinin etrafında dönen iki genç muhabiri Bob Woodward ve Carl Bernstein gazetecilik tarihine geçerek nam salar.
Genel anlatı budur. Olay, ABD siyasi kurumları ve ‘hesap verebilirlik’ algılarımızı da şekillendirmiştir.
Bugün ABD siyasi tarihinde Nixon’dan çok daha tartışmalı bir figür olan bir önceki Cumhuriyetçi başkan Donald Trump’la ilgili 2016’dan kalma skandal gündemde. Nixon ‘istifa eden’ ilk başkandı 2020 yenilgisini kabullenmemekteki ısrarcılığı ve 6 Ocak Kongre baskını ile Amerikan siyasetini epeyce sarstıktan sonra mecburen kenara çekilen Trump ise yargılanan ilk ABD Başkanı oldu. Yargılamaya konu olan tema yeni de değil. Bir porno yıldızına eski avukatı aracılığıyla ‘sus payı’ ödemesi üzerinden yürütülen soruşturma yıllar sonra yargı konusu yapıldı ve Büyük Jüri kararıyla iddianame kabul edildi. Trump usulen gözaltına alındı, parmak izi verdi. Evrakta sahtecilik dahil 34 itham var. Trump’ın ezeli siyasi rakipleri Demokratlar, fos çıkan Rusyagate olayı ile üzerine gelmişti ama özel savcı ortaya somut kanıt koyamadan soruşturmayı kapattı. Geçen yıl Twitter ifşaatlarıyla olayın aslında Demokrat ve liberallerin uydurması olduğu iyice anlaşıldı. Demokratlar 6 Ocak Kongre baskınını da bugüne kadar Trump’ın önünü kesecek bir davaya dönüştürmeyi başarabilmiş değil. Her ne kadar ‘siyasi şiddet’ ABD’yi sallamış olsa da Kongre’de gezintiye çıkan tuhaf kılıklı adamlar anlatısı ‘darbe girişimi’ söylemleri için pek cılız kalmakta. Ve şimdi Trump tam da 2024 seçim yarışı için adaylığa soyunmuşken doğrusu böylesi bir hikaye, herkesin aklında ‘yargılamanın siyasi olduğu’ soruları yarattı.
Başkanlığı boyunca dünyada öncülü başkanların bildik saldırganlıklarını sürdürmüş olan Trump, şimdi ‘derin devletten’ şikayet ediyor, ‘bir tek kendisinin barış getireceğini’ öne sürüyor. İkna edici değil tabii ki. Fakat Demokratların komploculuğu ve buna son derece hoşgörülü olan liberal medyanın tutumu yüzünden Trump’ın ‘mağdur’ olduğu algısı oluştu. Hele de Joe Biden ve oğlunun laptop skandalının örtbas edilme çabaları bu görüşü pekiştiriyor.
Geçen hafta Hindistan’ın Ankara’da da büyükelçilik yapmış eski diplomatı Bhadrakumar’ın paylaşımı ile dikkatimi çekti. Nathan Pinkoski isimli bir siyaset bilimcinin ‘Derin Devlet Nixon'ı Nasıl Devirdi?’ başlıklı makalesi, Watergate’in Amerika’da bile az sayıda insanın farkında olduğu yanlarını konu edinmiş. Gerçekten şaşırtıcı bağlantılar var, ilgilenenlere tavsiye ederim. https://compactmag.com/article/how-the-deep-state-took-down-nixon Burada ancak özeti ve ana fikri aktarabilirim.
Pinkoski, 1980'lerin başında Harper's editörü Jim Hougan’ın, Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası ile 30.000 belge elde etmesi ve ‘Gizli Gündem’ kitabının yayımlanmasına rağmen Watergate ve Nixon anlatısının 50 yıldır değişmediğini vurguluyor. Bu konuda yine gizliliği kaldırılmış belgelere dayalı Len Colodny ve Robert Gettlin'in Sessiz Darbe (1991), James Rosen'ın Güçlü Adam (2008) ve Geoff Shepard'ın Gerçek Watergate Skandalı (2015) ile Nixon Komplosu (2021) gibi kitaplara dikkat çekiyor.
Tüm bu yazarların, ayrıntılarda değilse de ‘Nixon'ın anayasal düzeni tehlikeye attığı için değil, bürokratik ve siyasi düşmanları kendisine karşı başarılı bir komplo kurduğu için görevden alındığı’ konusunda hemfikir olduklarını vurguluyor. Nixon’ın beceriksiz bir ‘dinleme operasyonu’ değil ‘ulusal güvenlik devletine meydan okuduğu için’ gitmek zorunda bırakıldığını…
Epey uzun ve detaylı olan makalede, Watergate’te CIA’nın rolünün dikkatten kaçtığı vurgulanıyor. Aslında CIA’nın Watergate ‘Tesisatçılarının’ (The Plumbers) içine sızdığı ve hatta onları sabote ettiği, yanı sıra ABD Generkumayı’nın da Beyaz Saray’ı ‘gözetlediği’ yer alıyor.
Peki neden? Yazara göre, Nixon ‘gözü kara bir Soğuk Savaşçı’ ve ‘anti-komünist’ olsa da ‘Amerikan gücünün sınırlarını’ algılayıp ‘ulusal çıkarlara uymayan çatışmalardan kaçınmak istiyor’. Sovyetler Birliği ve Çin’e karşı sert ve etkili bir diplomasi yürütürken, siyasi ve ekonomik bağlar kurmaya çalışıyor. Ama istihbarat ve askeri bürokrasi ile ‘bilek güreşine’ tutuşuyor. Nixon’ın Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki değişiklikleri, CIA’nın başındaki Richard Helms’in ve Dışişleri Bakanlığı’nın politik etkisini azaltırken, örneğin Henry Kissinger’ı öne çıkarmasına dikkat çekiliyor. Yine orduyu ‘şahin olduğuna inandırırken’, arka kanallardan SSCB ve Çin ile temasları ile elde edilen sonuçlara işaret edilior.
CIA analizlerinin fos çıkmasıyla "Bu palyaçolar Langley'de ne halt ediyor" sözleri anımsatılan Nixon’ın Helms’le bilek güreşi ayrıntılı yer alıyor. Genelkurmay’ın Vietnam’dan asker çekmeleri sürekli basına sızdırması ve Başkan’a karşı Beyaz Saray’da ‘casusluğunun’ keşfedilmesi de... (Moorer-Radford olayının ayrıntıları ancak Ekim 2000'de kayıtların gizliliği kalkınca anlaşılmış). ‘Başkomutana karşı savaş zamanı casusluk’, öfkeli Nixon'ın deyimiyle, ‘en yüksek dereceden federal bir suç’ ama Nixon ordunun itibarını düşünerek yargıya başvurmuyor.
Bütün bu kapışmadan yola çıkarak da aslında Nixon’ın ‘Tesisatçıları’, ‘sızıntıları önlemek ve kaynaklarını bulmak’ için kurdurduğu görüşü işleniyor. Ancak Gordon Liddy’nin başına getirildiği ‘Tesisatçıların’ maddi destek için CIA’ye bağımlılığı ve operasyona dahil edilen Kübalılar da dahil elemanların Nixon’dan ziyade CIA’e ‘çalışması’ başarısızlığı getiriyor.
İkinci dönem seçilince bürokrasinin federal hükümet üzerinde baskısını kırma hamlesini günlüğünde ‘müesses nizam için büyük bir şok olacaktı’ diye ifade eden Nixon, CIA’yı lağvetmeyi bile düşünüyor. Fakat sonunda reformda karar kılıp personel azaltılmasına yöneliyor. Hepsi dönüp dolaşıp kendisini vuruyor.
Yazar, ‘CIA'in müdahalesini göz ardı eden Watergate efsanesi, asil liberal anayasacıların muhafazakar, otoriter bir başkanı devirdiği, kendini iyi hissettiren ideolojik bir hikayedir” diyor. Nixon’ın seçmenlerin kurumlar üzerindeki kontrolü için çalıştığı, istihbarat ve ordunun ise Anayasa’yı değil ‘kurumsal özerklik ve apolitik bir bürokrasi’ fikriyle kendi çıkarlarını korudukları sonucuna varıyor. Nixon’ın ödediği bedeli gören diğer başkanların sonra böylesi meydan okumalardan kaçındıklarını ekliyor.
Trump aslında bu açıdan ayrıksı ve iç siyasette uygunsuz tarzı eşliğinde bir nebze meydan okuduğu da söylenebilir. Ancak dış politikada ABD’nin ‘dişine göre’ ülkelere saldırdı. Rusya’nın üzerine gitmeyi dengeleri gözetince ‘Rus ajanlığıyla’, Avrupalıları ellerini ceplerine atmaya itince ‘NATO’nun altını oymakla’ suçlandı. ‘Amerika’yı yeniden inşa’ temalı tecritçiliği küresel hegemonyasından asla vazgeçmeyecek müesses nizamı çileden çıkardı. ‘ABD istisnacılığının Amerikan demokrasisinden çok daha büyük olduğunun’ açıkça görüldüğü şu dönemde, Trump’ın ikinci bir sandık zaferine izin verilirse çok şaşırırım.
BirGün / 14.04.23