'Yok biz illa paralı eğitim istiyoruz' – Pınar Öğünç

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 08 Haziran 2012
  • 04:52

Bir süredir sadece tutuklu öğrencilerden değil hükümlü öğrencilerden de mektuplar geliyor cezaevlerinden. Kimi neyle suçlandığını bilmeden, kimi böyle bir şeyle nasıl suçlandığını anlamaya çalışarak bekliyor aylarca. Sanki metafizik bir mevzu konuşuyoruz, o kadar fazla bilinmeyen var ki, mesela şu an tutuklu ve hükümlü kaç üniversite öğrencisi var, tam bilemiyoruz. Adalet Bakanlığı’nın parmak hesabına her öğrenci giremiyor. Zaten malum kimse gazetecilik, kimse belediye başkanlığı, kimse öğrencilik faaliyetleri yüzünden cezaevine girmiyor.

Nasreddin Hoca’nın kırılmamış testi hesabı, Abdullah Gül’ün geçen 14 Aralık’ta İstanbul Üniversitesi’ne geldiği gün çantasındaki üç yumurta yüzünden ‘kenara’ alınmıştı Yiğit Ergün. Karakola götüren dört polis, yolda direndiği ve kendilerine hakaret ettiği gerekçesiyle şikâyetçi olmuştu Yiğit’ten. Tam 11 yılla yargılanıyordu. Bu üçüncü yumurta davasıydı. 

İşte o dev adam

Sabah ilk duruşması için Adalet Sarayı’na girerken ne bekliyordu Yiğit? Açıkçası davanın uzayacağını, çetrefilleşeceğini düşünerek girmiş salona.
Ama o içeri girmeden hâkimin yaptığı “Dört kişiye direndiyse herhalde dev gibi bir adam girecek içeri” esprisinin devamı gelmiş. Kararda da “Bir kişi tek başına dört kişiye nasıl direnebilir” cümlesinin geçtiğini söylüyor Yiğit. Neticede çantada neler taşınabileceği anayasada tanımlanmış değil.

Buna rağmen yumurtalı bir çantanın geçemediği o kapıdan neler geçebilir? Yiğit bazı ‘özel’ günlerde kapıdaki manyetik cihazın nasıl birden ötmez olduğunu anlatıyor. Satır, döner bıçağı, kasatura, boy boy sopalar...
Öyle bir gün ki Roman Çalıştayı’nda ‘Parasız eğitim istiyoruz, alacağız’ pankartı açtıkları için tutuklanan, örgüt üyeliğiyle örgüt adına propaganda yapmak suçlarından yargılanan Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer’in de cezası kesildi: 8 yıl, 5 ay, 20’şer gün hapis. Beraatlarını isteyen savcı, birden hava değiştirmek zorunda kalmıştı biliyorsunuz.

Beraat alan Yiğit, kendi duruşmasından çıkınca duymuş kararı. “Çok üzüldük. Basın açıklamamda onlara da değindik; onların da bütün tutuklu öğrencilerin de mücadelelerini sürdüreceğimizi söyledik. Muhabbetimiz yok, konuşmadık. Ama ‘parasız eğitim’ isteyen kendi arkadaşlarımdan farksız görüyorum onları” diyor. Öğrenci Kolektifleri’nin üyesi olarak o da ‘parasız eğitim’ diye bas bas bağırıyor çünkü. 

Yok illa paralı olsun

Elbette ki bu toptan bir talep, elbette ki ideoloji zurnasının zırt dediği yer ama ‘parasız eğitim’ talebinin bu denli öcüleştirilmesi size de tuhaf gelmiyor mu? Sanki parasız eğitim isteyene soruşturma açanın kendisi kont, parasız eğitim isteyeni tartaklayan polis fabrikatör, parasız eğitim isteyene ceza kesen hâkim CEO? Yok biz illa para vermek istiyoruz, ağzından yel alsın, ne demek parasız?

Yiğit güzel güzel anlatıyor: “İktidarın genel politikalarından bağımsız değil. Korku toplumu yaratılmak isteniyor, bunun bir ayağı da üniversite. Harç zamları yaparak, sivil polisler tahsis ederek, soruşturma, ceza yağdırarak bunu sağlamaya çalışıyorlar. Bologna süreciyle, dış sermayeyle de bağ var. Artık rektörler patronlardan, işletmecilerden seçiliyor. Özgür düşünce, özgür bilim ortamı yok ki. Bu sistemin de parasız eğitimle dönmesi imkânsız. İşlerine gelmez.”
Aynı esnada, iki öğrencisini üç kez okuldan atmayı başaran Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nden yeni haberler geliyor. 56 öğrenciye birer-ikişer dönemlik cezalar kesilirken 100 civarında soruşturma da sürüyormuş. Bir de ilke imza atmışlar; okulu bitiren Nedim Türfent, önceden bir şekilde ‘sakıncalı’ bulunduğundan herhalde, bir türlü mezuniyet belgesini alamıyormuş. Hatta ısrarcı olunca özel güvenlik tarafından dövüldüğünü söylüyor.

Yarın saat 14.00’te İstanbul, Kadıköy’de tutuklu öğrenciler için buluşuluyor. Bunun sadece öğrencileri ilgilendiren bir mesele olduğunu düşünürsek ne kadar yanılırız...

Radikal / 08.06.12