Suriye'nin doğum sancıları: Abdulaziz el-Hair ile röportaj

  • Arşiv
  • |
  • Ortadoğu
  • |
  • 08 Haziran 2012
  • 17:33

16/05/2012

Nermin Emir ve Yusuf Fahreddin - Şam

Abdulaziz el-Hair, Komünist Eylem Partisi'nin önde gelen bir üyesiydi. Zulme uğradı ve on yıldan fazla yeraltında yaşamak zorunda kaldı. 1992'de tutuklandı ve işkence gördü, 22 yıl hapse mahkum oldu ve 2005 yılında serbest bırakıldı. 2007 yılında Komünist Eylem Partisi, Kürt Sol Partisi, Suriye Komünistleri Organı, Marksist Demokratik Meclis ve Suriye Komünist Partisi – Politbüro Üyelerinin Koordinasyon Komitesi'ni içeren “Sol Meclis”in kuruluşuna katıldı.

Halk hareketine katılmak ve onu temsil etmek amacıyla “Ulusal Eşgüdüm Organı”nı kurdunuz. Bu hareket nasıl ortaya çıktı? Niçin talepleri rejimi devirmeye doğru radikalleşti?

Halk hareketi aslında siyasi bir devrimdir, uzun bir siyasi sürecin parçasıdır. Nesnel koşullar, bu hareketin dinamiklerini entelektüel uzamdan bütünüyle topluma aktarmayı sağlamıştır. Biz yine de şaşırdık. Farklı bir biçimde gelmesine rağmen hayalini kurmuş olduğumuz şeye benzerdi. Kitle hareketi, bildik sınıflandırmalara ve peşin hükümlere uymuyor. İşçilerin veya köylülerin veyahut örgütlü politik güçlerin bir devrimi değil. Bu birçoğunun kafasını karıştırdı, çünkü Suriye'deki siyasi hareketin tarihi, örgütlü güçlerin tarihidir, Mısır örneğinde olduğu gibi kendiliğinden kitlelerinki değil. Bu son hareketin kendiliğindenliği, Suriye halkına yanı sıra rejime ve muhalefete sürpriz oldu. Kimse böyle bir olaya ihtimal vermemişti. Bu nedenle rejim onu bir komplo saydı. Siyasi güçler ihtiyat ile yaklaştı, diğer taraftan toplumun bazı kesimleri halen ne tarafta yer alacağına karar vermiş değil.

Bu orta ve alt sınıfların bir devrimidir. Fakat yılların baskısının yarattığı boşluk, halkın siyasetten tecrit edilmesi, partilerin ya da daha doğrusu kalıntılarının açık bir örgütsel zayıflığına yol açtı. Birçok kişi bu partilerin varlığından ve mücadelelerinden bile bihaberdir. Buna üyelerinin çıkarlarının temsil eden gerçek sendikaların yokluğunu da ekleyin. Mevcut olanlar, iktidara tabi sadece sendika iskeletleridir. Bu sendikalar üyelerini çıkarlarını savunmaz. Uzun süreli baskının bir sonucu olarak bağımsız sivil toplum örgütleri yoktur.

Sonuç olarak devrim mecburen kendiliğinden ve örgütsüz. Rejimin örgütlü siyasi, sivil ve sendikal örgütleri zayıflatma veya ezmedeki başarısına karşın devrim birden patlak verdi, çünkü Suriyelilerin özgürlük, adalet ve hukuk düzeni özlemleri ve çürümüşlüğe bir son verme özlemi artık bastırılamazdı. Bunun derin tarihsel kökleri olan iki nedeni olduğuna inanıyoruz:

Birincisi, diktatörlük ve onun her siyasi faaliyet veya düşünceyi bastırmasıyla çürümüşlüğü; Suriye vatandaşlarının ne zaman özel ve kamusal hayatlarında siyasetle ilgilenseler sürekli akıllarından çıkmayan korku; genellikle sözlü olarak verilen ve yazılı kanunu ihlal eden kararname ve emirlere dayalı idare; rejime sadık olanlar için hukuki istisnalar. Toplumun refahı, rejimin ve onun ahbap çavuşlarının kontrolü altındadır. Sosyal piramidin tabanında ayrımcılık duygusu yaratan işte budur: istihdam, barınma, yurtdışına seyahat vs. gibi en temel medeni haklarının elinden alınması. Bu sırada piramidin tepesinde büyük anlaşmalar ve yatırımlar etrafında dönen skandal yolsuzluk vakaları vardı.

İkincisi, 1990'ların başından beri benimsenen özel sermaye için ekonomik liberalleşme politikalarıdır. Dünya Bankası ve diğer uluslararası mali kurumların baskısıyla kapılar, Arap ve yabancı sermayeye açıldı. 2000 yılından sonra bu politikalara daha da hız verildi. Devletin ekonomideki rolü, özel sermaye lehine azaltıldı. İktidara yakın yeni ekonomi seçkinleri ile Arap ve uluslararası sermaye arasında yeni bir ortaklık gelişti. Ancak bu açılım seçici ve hatta bazen rasgele olmuştur. Bu değişimler çoğalırken üretici sektörler zayıfladı. Suriye ekonomisinin, daha önce de halihazırda var olan bu yapısal bozuklukları, dünya pazarına bağımlılığını artırdı. Bu da daha önceleri en azından belirli bir ölçüde istihdam güvencesine ve refah devletine sahip olan alt ve orta sınıfların zararına oldu. İşsizlik tırmandı. Tüm bunlar aynı zamanda iktidar ile bağlantılı olmayan kapitalist kesime de zarar verdi. Sınıfsal farklılaşmanın artışı, muhteşem zenginliğe ve görülmemiş lükse sahip elitlerin büyümesine yol açtı, oysa orta ve alt katmanların yaşam standardı keskin bir şekilde düşüş gösterdi.

Bu iki faktör Arap baharının sağladığı iklimle daha da güçlü hale geldi. [Arap baharı] Değişim umudunu yeniledi ve halkın bir şeyleri değiştirme gücüne olan inancı güçlendirdi. Arap baharı Suriyelilerin izlemeye çalıştığı örneği sağladı. Suriyeliler kendilerini diğer halklardan aşağı görmezler. Tam tersine kültürel tarihlerinden ve derinlere kök salmış medeniyetlerinden gurur duyarlar.

Yani Deraa'daki olaylar devrimi ateşleyen kıvılcımı sağladığı vakit bir patlama için tüm unsurlar olgunlaşmıştı. Deraa'da yukarıda bahsedilen tüm unsurlar bir araya geldi ve halk öfkesinin patlamasına yol açtı. Diğer bölgeler geniş bir protesto hareketine katılarak karşılık verdi. Devrimci koşullar, Suriye'nin çeşitli kısımlarında geçerli olmaya başladı. İlk başta tümü reform parolası altında taşındı. Başlangıçta talepler, şimdiki safhayla kıyaslarsanız radikal olmaktan çok uzaktı. Halk, yetkili makamların reform taleplerine yanıt vereceğini umdu. Fakat tam tersi oldu. Rejim hareketi bastırdı bilindik güvenlik tedbirleriyle her zamanki suçlamalar eşliğinde: teröristler, Selefi, Filistinliler, Cihadi, vs.

Refah talepleri, Suriye rejiminin aşırı derecede merkezileşmiş yapısına uymadı. Sadece genel olarak topluma yönelik değil, fakat aynı zamanda kendi içyapılarına, organlarına ve kurumlarına yönelik totaliter bir rejimden konuşuyoruz. Karar verme, rejimin başının tekelindedir. O da bunu kontrolü altındaki bireylerden oluşan küçük bir grup ile paylaşıyor. İktidar yapısının, kurumları içerisine yeni yaklaşımların ya da güçlerin girmesine izin vermemesi, değişimleri uyarlama esnekliğinden ve kabiliyetinden kendisini yoksun bırakıyor. Yeni gelişmeler karşısında işte sadece geleneksel ve mekanik tarzıyla tepki gösterebildi.

Rejimin bu sertleşmesine siyasi ortamda yeni bir tarihsel unsur eşlik etti, bu yeni medyadır. Bunlar aktivistler arasında iletişim araçlarını sağladı, aralarında eşgüdüm kurmalarını ve fikir alışverişinde bulunmalarını sağladı. Böylece bunlar basın ve siyasi toplantılar gibi Suriye'de yasaklanmış geleneksel siyasi iletişim ve mekanizmalarının yerini aldılar. Rejim bunları yasaklayamadı. Böylece yeni medya, kitlelerin yanı sıra yerel ve uluslararası kamuoyu karşısında rejimin baskıcı önlemlerinin ifşa edilmesinde önemli bir rol oynayabildi. Bu, rejimin suçlarını gizleme politikasını tahrip etti. Böylece kameraların tetikte gözleri önünde cereyan etti, bu da baskı aygıtının operasyon mekanizmalarını derinden bozdu. Diğer yerlerdeki gibi bir kamuoyu tepkisinden kaçınmak için kamusal sessizliğe bel bağlarlar.

Her tekil baskı vakası, daha çok protestoyu ateşledi, tepkileri artırdı ve siyasi talepleri radikalleştirdi. Talepleri göz ardı edildikçe ve kan gölü arttıkça insanlar kendini daha çok aşağılanmış hissetti. Böylece en nihayetinde insanlar rejimin devrilmesi gerektiği kararına vardılar.

- Bu talep (rejimin devrilmesi – Ç.N.) niçin açıklamalarınızdan kayboldu, sokak gösterilerinin kimi kesimlerini çileden çıkardı?

Bu soru biçim itibariyle doğru, ama içerik itibariyle yanlış. Bu talep, bizim tüm açıklamalarımızda dolaylı olarak mevcuttur. Fakat bu ifadeyi harfi harfine kullanmadık. Mevcut totaliter rejimden çoğulcu parlamenter demokrasiye geçişten söz etmek, Suriye yurtseverliğine sıkı sıkıya sarılmak, aslında rejimi devirmek anlamına gelir, yanı sıra bir alternatif önermekle alakalıdır. Diğer bir deyişle: biz mücadelesini vermekte olduğumuz sistemi açıklayarak ve tanımlayarak rejimin devrilmesi çağrısını yapan diğerlerinden farklılık gösterdik. İkna olmayanlar bize mevcut rejim devrilmeksizin nasıl yurtsever, demokratik, parlamenter ve çoğulcu bir rejim kurulacağını anlatmalılar.

Nitekim sokaklardaki devrimin talebine riayet ettik ve rejimin devrilmesi sloganını açıktan dillendirdik. Değişim kavramımızı, rejimin devrilmesi sloganının yaptığı gibi devrimci kabarışta toplumun ruh haline uyan basit bir slogana çevirmekte başlangıçta başarılı olamadığımızı teslim edebiliriz. Siyasi rakiplerimiz bunu devrimin ve halkın çıkarlarının zararına istismar etti. NCB'nin kuruluşundan üç ay sonra bu hatanın üstesinden geldik, ancak devasa bir bedel ödemek zorunda kaldık.

-Ulusal Eşgüdüm Organı niçin kuruldu ve hangi akımlar katıldı?

Yıllardır Suriyeli aktivistler ve siyasi toplum, demokratik değişim için geniş bir siyasi koalisyonun kurulmasını hayal ediyordu. Demokratik değişim için ve diktatörlüğe son verilmesi için yaygın bir duyarlılık olmasına rağmen çeşitli partilerin veya sınırlı koalisyonların elinden bu gelmezdi. Bu bağlamda ilk girişim, oldukça farklı geçmişlerden çeşitli partileri ve bireyleri içeren “Demokratik Değişim İçin Şam Bildirgesi (Deklarasyonu)”nin 2005 yılında kurulması ile gerçekleşti. Fakat bu girişim iki yıl sonra başarısız oldu. Böyle bir ittifak oluşturmak için diğer çabalar 2009'da oldu, fakat onlar da başarılı olmadı, gerekli siyasi dürtünün yokluğundan dolayı. 2011 Martında ayaklanma patlak verince gerekli momentumu yarattı. “Ulusal Eşgüdüm Organı” işte bu vakit vücut buldu. Tüm entelektüel ve ideolojik eğilimlerden güçlerin ve şahısların katıldığı üç aylık kapsamlı ve zorlu tartışmalardan sonra Ulusal Eşgüdüm Organı 30 Haziran 2011'de kuruldu. Bu sürece milliyetçiler, solcular, liberaller, açık fikirli İslamcılar gibi Arap, Kürt, Süryani (Asuri) geçmişe sahip kişiler katıldı, Suriye'deki dini ve sosyal yelpazenin tüm renklerini temsil ediyorlardı.

Hepimiz için asli saik, Suriye siyasi yelpazesini tam olarak temsil edecek ve ulusal demokratik değişimi gerçekleştirecek geniş bir siyasi çatının kurulmasıydı. İtici güç esasen halkın ve devrimin gücü olmalıdır. Ulusal Eşgüdüm Organı platformu bir yabancı askeri müdahalenin, mezhepçiliğin ve devrimi iç savaşa çevirecek olan (devrimi) askerileştirmenin tehlikelerine karşı ülkeyi koruyacaktı. Girişim, kendi kendilerini dışarıda tutanlar hariç herhangi bir siyasi akımın dışlanmasını reddetti. [Ulusal Eşgüdüm Organı] Halkın birliğini güvenceye alan ve ulusal egemenliği koruyan bir şekilde demokratik değişimi gerçekleştirmeyi talep etti. Değişimler kullanılan araçlara ve katılan güçlere bakılmaksızın getirilmemelidir. Bizler rejimin enkazından dirilecek tarihsel bir alternatif için çalışıyoruz.

Böylece siyasi ve programatik bir farklılaşma kristalleşmeye başladı: Hararetle bir yabancı askeri müdahale yoluyla değişim çağrısı yapanlar vardı, Libya modelini izliyorlardı, mevcut rejimden daha kötü hiçbir şey yoktur bahanesiyle mevcut rejimin yerini alacak herhangi bir alternatifi bir köşeye atıyorlardı. [Devrimi] Askerileştirme ve belli güçlerin (iç ve dış) itebileceği iç savaşın tehlikelerine karşın herhangi bir alternatif daha az kötü olacaktı. Ulusal Eşgüdüm Organı bu görüşü ilkesel açıdan kesin olarak reddediyor.

Kuruluşunun ardından ilk üç ay içerisinde Suriye siyasi haritasında var olan siyasi parti ve grupların çoğunluğunu teşkil eden on beş parti ve siyasi akım Ulusal Eşgüdüm Organı'na katıldı. Bunlar arasında Arap milliyetçileri, Kürt ve Asuri partileri, çeşitli muhalif sol ve Marksist güçler, yanı sıra açık fikirli İslamcı ve liberal şahsiyetler vardır. Tanınmış entelektüel, gazeteciler, yazarlar, vs. vardır.

Soru: Önceki Komünist Eylem Partisi'nin önde gelen isimlerinden biri olmuştunuz. Bölgedeki ve dünyadaki sol güçlerin Suriye'deki olaylar karşısındaki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bölgedeki ve dünyadaki hakiki sol, öteden beri Suriye halkı ve onun çıkarlarının yanında olmuştur. Problem her zaman Stalinist partiler ya da Sovyet uydularıydı. Onlar için temel kıstas rejimin uluslararası ihtilaflardaki duruşuydu. Halbuki sol ilkeler, devletler ve partilere yönelik duruşu tanımlamada önceliğin bunların kendi halklarına yönelik politikalarına göre olması gerektiğini söyler. Bu “sol” deformasyona karşı eleştirel tarihsel bakışa sahibiz. Diğerleri maalesef bunu “siyasi gerçekçilik” sayarken biz bunu Sovyet modeline göre kurulmuş olan enternasyonal solun bozgununun nedenlerinden bir olarak görüyoruz. Ortaya çıkışı itibariyle Komünist Eylem Partisi, Yeni Sol'a (New Left) mensuptur. Stalinizme eleştiren yaklaşan bu sol, geçen yüzyılın altmışlarının sonundaki dönüm noktasında ortaya çıktı. Biz bu projeye halen sadığız.

Suriye rejimi doğrusu genel olarak Arap rejimlerinin solundaydı, ulusal mesele yanı sıra bazı sosyal meselelere ilişkin olarak. Fakat bu genellikle siyasetin yüzeyindeydi, derinlerinde değildi. Oldukça pragmatik olmasına karşın rejim kendi menfaati için Arap resmi alanı içerisinde bu konumda kalmaya hevesliydi. Tüm Arap sahnesi sağa kayınca Suriye rejimi hiç tereddütsüz onunla sağa kaydı, fakat aynı zamanda solda durmaya düşkündü. Latin Amerika, Çin ve diğer Asya ülkeleri ile ihtiyaç duyduğunda bu ilişkileri kullanabilmek iyi ilişkileri sürdürmek için sürekli çaba gösterdi.

Bu durum mevcut halk ayaklanmasının başlamasıyla değişti, özellikle de rejimin baskıcı uygulamaları aşikar hale gelince. Gördüklerimiz rejimin on yıllardır gizlice uygulaya geldiği politikasının özüdür. Bazı solcular ve yurtseverler tarafından takdir edilen dış politikası bir örtü olarak kullanıldı. Onlar aldatıldı, fakat gerçek gün yüzüne çıktıkça rejim birbiri ardına dostlarını ve müttefiklerini kaybediyor. Halkın taleplerine yanıt vermek zorunluluğunu görenlerin saflarına katılıyorlar.

Gerçekten de rejimin kulaklarını tıkaması ve baskı ve gaddarlığı artırmaya devam etmesi hayret vericidir. Rejim, dostları ve müttefikleri ile sertçe ağız dalaşına girerek, neredeyse tüm dünyayı kendisine karşı komplo kurmakla suçlayarak ve en yakın müttefiklerini utandırarak, onları kendinden uzaklaştırarak kendi boynundaki ilmeği daha da sıkıyor.

- Kurulduğundan beri Ulusal Eşgüdüm Organı, Suriye rejimi ile müzakere etme niyetinde olduğu ve hareketliliklerin taleplerinden daha az kararlı olduğu suçlamalarına sık sık uğramakta.

Tüm bu suçlamalar, siyasi rakiplerini suçlayan ve böylece onları dışlayan bir zihniyetin tarihsel olarak karakterize ettiği siyasi güçlerden geliyor. Onlar bu yöntemi aynı zamanda kendi takipçileri arasındaki fikir ayrılığında olanlara da uyguladılar. Gerçekten de insanlar bugün bu kültüre karşı da isyan ediyor. Totaliter rejimin kendisinin yöntemi ve kültürü ile konuşuyoruz. Rejimin siyasi yaşam üzerinde on yıllar süren tekelinin ve medyanın toplum bilincinde yanı sıra siyasi kültürde güçlü etkiler bıraktığından dolayı anlaşılabilir bu. Diğerlerini ihanetle suçlama ve onları sebepsizce dışlama kültürünün üzerinden gelmek için kesinlikle çok ciddi çaba gerekiyor. Daha demokratik bir siyasi kültür ve davranış yaratmalıyız.

Birçok Arap ve yabancı siyasi güç ve medya bu suçlamaların yayılmasına yardım etti. Ulusal Eşgüdüm Organı'na kendini savunma şansı vermemeye hevesliydiler. Rejime bir halef arayan yabancı güçler yanı sıra onların çıkarlarına hizmet eden ve Suriye'nin ulusal egemenliğine ya da halkın ve devrimin çıkarlarına bakmayan diğer güçlerin bize saldırması bizi şaşırtmadı, çünkü onlar sırf kendi çıkarlarının peşindeler. Suriyeli siyasi güçlerin kendi çizgilerinden farklı olan her kim olursa bu yöntemlerle savaşmalarını beklemiyorduk. Biz onları gericiliğin ve tiran kültürünün parçası olarak görüyoruz. Er ya da geç geride bırakmamız gereken geçmişin parçasıdırlar, devrimin ve devrimin temsiliyetinin bir parçası değildirler. Esad rejimine muhalefet etmelerine rağmen gerçekte karşı devrimci güçlerdir ve rejimin kendisi ile aynı mayadandırlar.

Ulusal Eşgüdüm Organı programı, kültürü, pratiği bakımından rejimin gerçek demokratik muhalifidir. Diğerlerinin aksine bir alternatifte, halkın ve devrimin taleplerini karşılayan hakiki bir demokratik rejimde ısrar ediyor. Ulusal Eşgüdüm Organı hangi bahane ya da teori altında olursa olsun kendisini dış güçlere ipotek etmeyi reddediyor. Ülkeyi yabancı işgal ile tehdit eden veya Suriye halkının geleceğini ülkeyi iç savaşa itecek yabancı güçlere ipotek eden herhangi bir rejimi katiyen reddeder. Gerçekte şimdiki diktatörlük rejiminden daha az diktatoryal olmayacak, hatta onu aşacak, ondan daha az gerici olmayacak, belki de onu bile geçecek bir alternatife yol açacak belli “değişim projelerini” reddediyoruz.

Ulusal Eşgüdüm Organı ile niye savaşıldığının, ablukaya alındığının ve saptırma çabalarının son bulmayışının nedeni budur. Bizi karalayanlar Suriye halkının çıkarları, devrimi ve demokratik geleceği ve belki sosyal birliği, ulusal egemenliği ve sosyal barışı pahasına sadece kendi egoist çıkarlarını izleyenlerdir.

Ulusal Eşgüdüm Organı'nın aylardır duruşundaki ısrarı, bu sahte suçlamaları teşhir etmenin garantisiydi. Rejim aylardır “diyalog” çağrısı yapıyor, fakat Ulusal Eşgüdüm Organı rejimle konuşmayı reddediyor ve kendi taleplerini yineliyor: öldürmeyi durdur, orduyu geri çek, tutsakları serbest bırak, işlenen suçlardan ve çürümüşlükten sorumlu olanları kovuştur, tüm bunlar halkın meşru taleplerini ele alacak bir siyasi sürece izin veren ve diktatörlüğün yerini demokratik parlamenter çoğulcu bir hükümetin almasına yol açacak bir ortamı hazırlamak uğruna. Rejimin “diyalog” çağrısına katılan tüm küresel ve bölgesel güçler ve sesler, Ulusal Eşgüdüm Organı'ndan aynı yanıtı alır. Dolayısıyla tüm bu suçlamalar temelsizdir.

Hem rejim hem de onun muhalifleri (aynı kuluçkadan çıkanlar) ülkeyi bir yabancı askeri müdahaleye, iç savaşa, sosyal birliğin parçalanmasına ve mezhep çatışmalarına itiyorlar. Diğer yandan Ulusal Eşgüdüm Organı demokratik bir rejim için çalışıyor, dış askeri müdahaleyi, mezhepçiliği ve [devrimi] askerileştirmeyi reddediyor.

Siz ilkelerinize sımsıkı sarıldığınız müddetçe diyalog kendi başına bir sorun değildir. Belirli bir safhada devrimin amacına hizmet edebilecek, güçler dengesine bağlı olarak mücadele yöntemlerinden biridir. Bir dost, bir düşman veya bir rakip ile müzakere masasına oturabilirsiniz ve radikal kalır ve taleplerinize sadık kalıp onları gerçekleştirmeye çalışırsınız. Ya da teslim olursunuz ve diyalog dahi olmaksızın beyaz bayrağı çekersiniz. Tüm bunlar tarihte dünyanın birçok kesiminde birçok defa oldu. Diyalogu reddetmek ya da kabul etmek ne radikalizm ne de güç veya zayıflık ölçütüdür. Ölçüt ve ispat, müzakere masasında ya da ondan uzakta hedeflerinize en iyi olası yolla hizmet etmek üzere nasıl hareket ettiğinizde ve nasıl tutumlar aldığınızdadır.

- Diyaloğa ilişkin katılığı göz önüne alındığında Suriye Ulusal Konseyi rejimin mutlak muhalifi mi?

Suriye Ulusal Konseyi'nden yekpare bir bütün olarak söz etmek mümkün değil. Konsey, hem demokratik liberal bir rejim isteyen hem de bundan oldukça uzak olan güçleri içeriyor. Bazı sıkı İslamcı fundemantalistler var, bazı açıkça mezhepçi kişiler var, diğerleri de sınıflandırmanın zor olduğu bireylerdir ve bazısı sırf dar şahsi çıkarının peşinde. Suriye Ulusal Konseyi'nin şimdiye kadarki sicili, geçerli bir demokrasi modeli olduğunu göstermiyor – ne programı ne de pratiğiyle. Daha ziyade Konsey'in baskın güçlerinin demokrasiyi iktidara gelmek için kullanmak zorunda oldukları bir slogandan başka bir şey olarak görmediğine dair elle tutulur bir kaygı var. Daha sonra demokrasi ile alakası olmayan bir rejim benimseyebilirler, tiranlık kitabının sadece yeni baskısına, ama bu sefer açıkça bir zalimane içerikle farklı bir mürekkeple basılmış bir örneğine dönüşebilir. Bu açıdan onların neye dayanarak rejimin mutlak muhalifiymiş gibi davrandıklarını anlamıyorum.

- Bazıları Ulusal Eşgüdüm Organı'nın hareketlilikleri temsil edip etmediğini sorguluyor. Temsiliyet hakkında ne düşünüyorsunuz? Her halk hareketi ona öncülük edecek seçkinlere ihtiyaç duyar. Hareketlilikleri siyaseten ve ruhen takip etmek gerekir mi?

Kitleler sokağa indiklerinde doğrudan demokrasiden söz edebiliriz. İnsanlar herhangi birinin kendi adlarına konuşması için yetkilendirmeksizin doğrudan kendilerini ifade edebilir. Bu nedenle Ulusal Eşgüdüm Organı'nın hareketlilikleri temsil etmediğini söylemek doğrudur. Fakat aynısı Suriye Ulusal Konseyi ve diğer siyasi seçkinler için de doğrudur. Son zamanlarda dolaşıma sokulan temsiliyet anlatısı, belli amaçları olan bir medyatik ve siyasi oyundur.

Bir kitle gösterisi, şu ya da bu birey ya da güç “bizi temsil ediyor” dediği zaman bu ifadenin gerçek anlamı bu kitlelerin o anda umutlarını o bireye ya da güce bağladığıdır. Burada “bizi temsil ediyor” ifadesi, sokaktaki halkın bu bireyi ya da gücü kendi adına konuşması ya da kitleler adına hareket etmesi için yetkilendirdiği anlamına gelmez. Kendi üyelerini ve programını temsil eden bir parti liderliği ve onayladıkları belirli bir program temelinde ona oy veren seçmenlerini temsil eden bir parlamento üyesi örneğinden farklıdır bu. Üyeleri ile bir partinin liderliği arasında, bir parlamento üyesi ile seçmenleri arasında bu tarafların temsil yeteneğini garanti altına alan ve onların yetki ve sürelerini belirleyen bir “pakt” vardır. Ayaklanan kitleler için onları temsil ettiklerini iddia edenler ile aralarında böyle bir pakt yoktur. Kitleler, güvenlerini, takdirlerini onlara verdikleri hızla geri çekebilir. Bu doğrudan demokrasinin ve onun mekanizmalarının özüdür.

Elbette siyasi güçler, partiler ve şahsiyetler ilkeli veya dalkavukluk, sahtekarlık ve hile gibi şeyleri içerebilecek ilkesiz araçlarla toplumun sempatisini ve güvenini kazanmak için uğraş verirler. Tarih böyle örneklerle doludur. Bazı ilke sahibi insanlar buna tenezzül etmez ve duruşlarının doğruluğu ve toplumun çıkarları ve ihtiyaçlarıyla uyumları üzerine bahse girer. Toplumun onların güvenirliliğini keşfedeceğini umarlar ve böylece onun saygısını ve güvenini kazanacaklar ki onların inanılır temsilcileri olabilsinler. Bu durumda toplumun güvenini kazanma mücadelesi, en önemli silahların doğruluk, süreklilik ve halka bağlılık ve onlarla iletişim kurmada başarının olduğu uzun bir ısrarlı savaşımdır. Ulusal Eşgüdüm Organı'nın izlemeye çalıştığı yol budur.

“Sokak ne istiyorsa biz onu istiyoruz ve sokak ne söylüyorsa biz onu söylüyoruz” diye iddialara gelince: Bu tutum, hemencecik popülarite umuduyla yön verici rollerinden (belki de bunu yapamamalarından dolayı) vazgeçiyor görünerek hareketlilikleri pohpohlayan siyasi seçkinlerin bir girişimini yansıtır. Bu sorumlu bir politik öncü davranışıyla alakası olmayan kaba popülizmdir.

* * *

1. Abdulaziz el-Hair Ulusal Eşgüdüm Organı'nın önde gelen bir üyesi ve sözcüsüdür. Uzun bir tarihe sahip saygın bir solcu militandır.

Abdulaziz el-Hair 1952 yılında Lazkiye'de doğdu. Şam Üniversitesi'nde eczacılık okudu ve 1925'de mezun oldu. Komünist Eylem Partisi'nin önde gelen üyelerinden biriydi ve 1980'lerin başında Suriye'de yaygın olan partinin gazetesi “Halkın Çağrısı”nın editörüydü. Faaliyetlerinden dolayı kovuşturmaya uğradı ve on yıldan fazla yeraltında yaşamak zorunda kaldı. 1992'de yakalandı ve işkence gördü, 22 sene hapse mahkum oldu. Bir düşünce suçlusu olarak görüldü ve serbest bırakılması için uluslararası kampanyalar düzenlendi. 2005 Kasımında serbest bırakıldı.

2007 yılında Abdulaziz el-Hair Komünist Eylem Partisi, Kürt Sol Partisi, Suriye Komünistleri Organı, Marksist Demokratik Meclis ve Suriye Komünist Partisi – Politbüro Üyelerinin Koordinasyon Komitesi'ni içeren “Sol Meclis”in kuruluşuna katıldı.

30 Haziran 2011'de kurulan ve 14 siyasi parti, 4 parti girişimi ve çeşitli bağımsız aktivistleri ve Suriye muhalefetinin sembolik isimlerini barındıran Ulusal Eşgüdüm Organı'na katıldı.

2. Röportaj El-Edeb dergisinden editörünün izniyle alınmıştır. El-Edeb “edebi sanatlar” demektir. Şu anki editörü Samah İdris'in babası Suheyl İdris tarafından 1953'te kurulmuş en ünlü Arapça aylık edebiyat dergisidir. Tüm önde gelen Arapça yazarları, özellikle modern şiir yazanları takdim etmiştir.

Röportaj, Anti-Emperyalist Kamp aktivistleri tarafından biraz kısaltılarak çevrilmiştir.

Arapça: www.adabmag.com/node/458

İngilizce: http://www.antiimperialista.org/node/7358

Suriye Demokratik Değişim İçin Ulusal Eşgüdüm Organı'nın resmi sitesinden alınmıştır.