Parçalı saldırıya karşı her cephede direniş - Aktüel Gündem

  • Arşiv
  • |
  • Sol Basın
  • |
  • 08 Mart 2012
  • 08:45

Sol siyasal muhalefet için mart ayı, bilindiği üzere yoğun geçer. Bunun nedeni mart ayında, sol için önemli “tarihsel olaylar”ın diğer aylara göre fazla oluşudur. Ayrıca 1 Mayıs hazırlıkları bu dönemden itibaren başlar. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 12 Mart Gazi Katliamı’nın yıldönümü, 16 Mart Beyazıt’ta 7 devrimci üniversitelinin katledilmesinin yıldönümü, 21 Mart Newroz, 30 Mart Kızıldere’nin yıldönümü. Bugün siyasal mücadeleyi sürdürenler açısından bu tarihler sadece anılması, hatırlanması ve sorumlularına lanet okunması gereken ritüellerden oluşmazlar. Mutlaka bugünün mücadelesi ile birleştirilir, hedeflenen kazanımlar için birer basamak olarak değerlendirilir.

Devrimci kadınlar için 8 Mart, sadece 1857’de Amerika’nın New York şehrinde çoğu kadın 129 dokuma işçisinin katledildiği gün değildir; aynı zamanda AKP’nin kadın düşmanlığının bir örtüsü haline getirmeye çalıştığı yeni yasaya karşı mücadeleyi en üst noktaya çıkardığı gündür.

Devrimciler için 12 Mart sadece 1995 yılında kontrgerillanın yoksullara, Alevilere karşı gerçekleştirdiği katliamın unutulmayacağı gün değildir, aynı zamanda Uludere’nin, Sivas’ın hesabını sorma kararlığı, bugünkü AKP kontrgerillasına karşı mücadele çağrısıdır.

16 Mart da sadece 1978 yılında Beyazıt’ta yedi üniversitelinin katledilmesi değildir; aynı zamanda, bugün, üniversitelere yönelik gerici-faşist saldırılara ve AKP baskısına karşı mücadele günüdür.

Benzer bir biçimde Newroz da, ezilen Kürt halkının siyasal taleplerinin yükseldiği bir mücadele günü oluyorsa, gerçek gücüne ulaşır.

Yine benzer şekilde, Kızıldere katliamını protesto eylemleri ve devrimci önderleri anma etkinlikleri, AKP iktidarının devrimci harekete ve sola saldırılarına ve kirli karalama kampanylarına karşı güncel, somut mücadele çizgisine dönüştürülüyorsa anlamlıdır.

Mart ayının, daha doğrusu önümüzdeki dönemin gündemleri bunları sınırlı değil.

***

AKP’nin saldırı programının parçaları Meclis gündeminde kanun tasarıları olarak sıraya girmiş bulunuyor. Uzun zamandır söylenen, 3. dönemin nasıl bir ustalık olacağı artık yasalara dökülerek gösterilmeye başlandı: “ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun”, “kamu görevlileri sendikaları ve sözleşme kanunu”, “ilköğretim ve eğitim kanunu”, adında “sendika” sözcüğü bile geçmeyen “toplu iş ilişkileri kanunu”, “kentsel dönüşüm kanunu”… Bunlar sadece en belirgin olanları.

Bu tasarıların hepsinin ortak noktası özensiz, aceleye getirilmiş ve olgunlaşmamış oluşu. Bu durum yasa tasarılarının her aşamada değişikliğe uğramasına ve eklektik bir yapıya bürünmesine yol açıyor. Daha da önemlisi hiç kimse sürecin tüm bilgisine sahip olamıyor, ve bu durum tam bir bilgi kirliliği yaratıyor. (Belki de istenen budur!) Böyle olmakla birlikta, bu tasarıların hepsinin arka planında, gerici zihniyetin giderek yaygınlaşan mantığını görmek mümkündür. Ayrıca hepsinin ana amacının halka değil sermayeye hizmet etmek olduğunu da görebiliriz.

“AKP’nin kadın kanunu”ndan başlayalım. Tasarının en çok eleştirilen kısmı, adı, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” olarak kaldı. (Daha saçma isimler de önerilmişti.) Bunun gerekçesi olarak AKP’li vekiller “aile kutsaldır, kadın olmadan aile olmaz, bu nedenle kadını aileden ayrı düşünmemek gerekir” açıklaması yaptı. Yine tartışmalara neden olan “toplumsal cinsiyet” kavramı da tasarıdan çıkarıldı. “Cinsel yönelim ayrımcılığı” da “koruma kararının ertelenemeyeceği ve para cezasına çevrilemeyeceği” de tasarıya girmedi. Kadın örgütlerinin, kadına şiddet davalarına müdahil olma talebi de reddedildi. Kamu görevlilerinin kadına yönelik şiddet eğitimlerine katılması zorunluluğu da çıkarıldı. Ve son olarak tasarıya şiddetin belgesinin “gerektiği hallerde” aranmayacağı eklendi; yani aslında istisnai durumlar dışında şiddet mağduru kadınların şiddeti belgelemesi istenecek. Ancak haklarını yememek lazım (!); eğitim müfredatına kadın-erkek eşitliği ve kadına yönelik şiddet konusunda ders eklenmesi kabul edildi. [Yani sorunun çözümü gelecek kuşaklara erteleyerek, bugünü kurtardılar (!)]

Kadın ve erkeğin eşit olmadığına “ruhu ve bedeni” ile inanan bir siyasi iradeden ne bekleyebilirsiniz? Taslak bu haliyle eski yasaya esastan hiçbir fark getirmemektedir. Ama bu toz duman içinde sanki “Kadın Devrimi” yapılmış gibi pazarlanacaktır bizzat Tayyip Erdoğan tarafından, hiç kimsenin şüphesi olmasın.

“Kamu Görevlileri Sendikaları ve Sözleşme Kanunu” da aylardır Meclis’te sırasını bekliyor. Bu kanunun kritik noktalarından biri, hükümet ile “Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti” toplu görüşmelerde anlaşamazsa, arayı bulacak; yani son kararı verecek kurulun hükümetin denetiminde olmasıdır. Bu sözde tarafsız kurulun adı, “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu”dur. Ancak sözde bile tarafsız olması mümkün değil; çünkü 11 kişilik kurulun 9’u hükümet tarafından atanan bürokratlardan oluşmaktadır. Ayrıca Kamu görevlileri Sendikaları Heyeti’de ağırlıkla hükümeti destekleyen konfederasyonların temsilcilerinden oluşmaktadır. Toplusözleşmeyi en fazla üyeye sahip konfederasyonun başkanı (bugün Memur-Sen) imzalayacaktır. Ama sonuç değişmeyecek, Tayyip Erdoğan şu anki toplu sözleşme düzeninden bile daha geri bir düzenlemeyi yeni bir “Kamu Devrimi” yapmış gibi göstermeye çalışacak!

Meclis’te hazır bekleyen bir başka yasa tasarısı ise “Kentsel Dönüşüm”. AKP’nin gözde patronları olan ancak bir süredir kârları azalan “inşaat baronları” bu yasayı dört gözle bekliyor. Van depremine sevindikleri bile söylenebilir; çünkü bunlar o deprem sayesinde “kentsel dönüşüm”ün ne kadar gerekli olduğunu, anlata anlata bitiremiyorlar. Eskilerini yıkıp kendilerine yeni rant alanları açarken ceplerini kat be kat dolduracaklar. “Biz zenginlerin iktidarı olmayacağız” diye nutuk atmasını bilen Tayyip, bu inşaat patronlarının davalarını o kadar sahiplenmiş ki “iktidarımıza mal olsa da yapacağız” diyebilecek kadar tutkulu.

Kentsel dönüşüm yasasının en canalıcı özelliği ise hükümete, “afet riski altındaki alanlar ve bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arazi ve arsalar ile ilgili yapılacak iyileştirme, tasfiye ve yenilemeler” için sınırsız yetki tanıması. Bunun için yetkilendirilen TOKİ, dolayısıyla Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, her türlü yasal kolaylığın yanında her türlü yasal denetim ve yaptırımdan da muaf tutuluyor. Yani TOKİ istediği yeri “afet riski” gerekçesi ile kendi belirlediği fiyattan kamulaştıracak ve burayı inşaat şirketlerine pazarlayabilecek. Ve bunun hiçbir yasal yaptırımı olmayacak.

Sabah gazetesinin haberine göre “start” bizzat Tayyip Erdoğan tarafından nisan ya da mayıs ayı içinde verilecek. İlk etapta İstanbul’un dört ilçesini (Zeytinburnu, Ümraniye, Pendik ve Avcılar) gözlerine kestirmiş durumdalar. Bu yasayla on yıl içerisinde 400 milyar lira (yıllık 40 milyar) inşaat sektörüne aktarılmış olacak. 2B arazilerinin şatışını sağlayan yasa ile de yaklaşık 30 milyar lira ve yabancılara mülk satışını serbest bırakan yasa ile de her yıl yaklaşık 5-10 milyar lira aktarılacağı düşünülürse, inşaat baronlarının neden Tayyip’in arkasına dizildiği daha rahat anlaşılabilir: Tayyip “İnşaat Devrimi” yapıyor çünkü.

İşçi sendikalarını çok yakından ilgilendiren bir başka yasa da Meclis koridorlarında bekliyor. Bu yasa ile “çalışma hayatı”, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün standartlarına kavuşturulacak sözde. En önemli değişik; işkolu barajının %10’dan %3’e düşürülmesi; yani o işkolunda bulunan toplam işçi sayısının %3’ünü örgütleyen sendikanın yetkili ilan edilmesi. Ancak hükümet bunu yaparken işkolu sayısını 28’ten 18’e indirdi. Durum böyle olunca işkollarındaki işçi sayısı arttı ve sendikaların üye sayısı azaldı. 2009 Temmuz istatistiklerine göre, toplam 94 sendikadan 51 tanesi toplu sözleşme (TİS) yapabiliyor. Bunların 34’ü Türk İş’e; 9’u Hak İş’e; 6’sı DİSK’e bağlıdır; 2 tanesi ise bağımsız sendikadır. Ancak değişecek durumda Hak-İş’e ve DİSK’e bağlı sendikaların neredeyse tamamı baraj altında kalacak; Türk-İş’te ise 12-14 sendika tutunabilecek. Bu durum karşısında ufak sendikalarla uğraşmamak (!) için %3 talep eden Konfederasyonlar cayırtı kopardı ve Komisyon’da iş kolu sayısı 18’den 22’’ye yükseltildi. Bununla da yetinilmeyip şu an yetkili gözüken sendikalar üye sayıları düşecek olsa da 5 yıl boyunca yetkili kalma ayrıcalığı edindi.

Hükümet bu yasa ile işçi sendikalarını birer STK'ya dönüştürme amacında. Adı sendika olan ama hiçbir yaptırım gücü olmayan zayıf örgütsel yapılar haline dönüştürmek en büyük ideal. Ayrıca hükümet, bu yasayla, Hava İş örneğinde görüldüğü gibi “grev”i olanaksız hale getiriyor. Havacılık işkolunda grev sırasında işverene işçilerin yüzde 40’ını çalıştırma yetkisi veriyor. Üstelik siyasal iktidar, sendikaların yönetim kurulunun sayısına, işleyişine ve karar alma süreçlerine de müdahale edebiliyor. Artık sendikalara üye olabilmek için “noter şartı” aranmayacak; ancak yerine getirilen “E-Devlet üyeliği” ile devlet ve işveren sendikalaşma süreçlerini doğrudan denetim altına alabilecek.

Gelelim, Çalışma Bakanlığı’ndan büyük umutlarla (!) Milli Eğitim Bakanlığı’na geçen intihalci (bilim hırsızı) Ömer Dinçer’in zihni sinir projesine, yani 4+4+4 kesintili ama zorunlu 12 yıllık eğitim yasa tasarısına. İlk olarak yasaya sıkıştırılan “kaptıkaçtı”yı hatırlatmakta yarar var; bu yasa ile Rize Üniversitesi’nin adı “Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi”, Kayseri Erciyes Üniversitesi’nin adı ise “Abdullah Gül Üniversitesi” olarak değiştiriliyor. (Ne çok severler adlarını orada-burada görmekten.)

Diğer tüm yasa tasarılarında olduğu gibi bunda da özensizlik, acele getirmenin zaafları ve teknik eksiklikler daha ilk günden ortalığa döküldü. (Örneğin, önce ilk 4 yıldan sonra açık öğretim de olacak dedi bakan, ertesi gün “bürokrat yanlış anlamış” deyiverdi).

Sonuçta AKP, imam hatiplerin önünü açıp fiili olarak Kuran kurslarını da eğitim sistemine dahil eden, meslek lisesilerine dair düzenlemeleriyle de işgücü piyasacılarının gençleştirilip kadınlaştırılmasına hizmet eden yasal düzenlemede ısrarcı. Yıllardır “meslek lisesi memleket meselesi” diyen TÜSİAD ise gericilikten değil bu yasanın tanımladığı meslek düzenlemelerinin kendi ihtiyaçlarına öncelik vermemesinden rahatsız. TÜSİAD’ın “cahil işçi işimize yaramaz” vurgusu, faaliyet yürüttüğü sektörler ve sermaye birikim düzeyi itibarıyla daha “nitelikli” işgücüne duyduğu ihtiyacı ortaya koyuyor.

Tüm bu gelişmeler AKP'nin izlediği yöntemin çarpıklığına işaret etmesi açısından da önemli. Üç dönemdir yeni anayasa yapma iddiasını seçimlerde bir koz, bir vaat olarak ileri süren AKP yine önceliğini yasal düzenlemelere çevirmiş durumda. Oysa işin doğal mantığı nedeniyle de olması gereken önce bütünü yapıp (Anayasa) sonra ona uyumlu yasalarla süreci tamamlamak olmalı idi. Bunun tersinin işliyor olmasının nedeni AKP'nin bilimsel yöntemden uzak, eklektik zihniyeti olduğu gibi, aynı zamanda yeni anayasa yapma isteğinin ve anayasa yapabilecek çoğunluğunun olmamasıdır.

AKP'nin saldırı programı çok parçalı ve çok katmanlı. Her yerden saldırıyor, her cephede pervasızlaşıyor. Toplumsal muhalefet de kendisini bu parçalı ve katmanlı saldırıya göre donatmalı ve yanıt vermeli. Neoliberal gericiliğin parçalı saldırılarının halk ve hak mücadelelerini birleştirici, birbirine yakınlaştırıcı yönü gözden kaçırılmamalı. Evet sokaklara bahar geliyor ve her köşebaşında bir isyan… Ve irili ufaklı isyanlarla aydınlanan tüm o sokaklar, halkın neoliberal gerici iktidarın karanlığına meydan okuyacağı 1 Mayıs’a çıkıyor.

sendika.org / 07.03.12