Kapitalist-emperyalist düzenin temelinde yatan kaos ve savaşlarla Orta Doğu’da ölüm kol geziyor. Filistin, Lübnan, Yemen ve Suriye başta olmak üzere, halklara büyük acılar yaşatılıyor. Savaşların fitilini ateşleyen emperyalist/siyonist güçler, dünyayı yeniden şekillendirmek için tam bir kural tanımazlıkla etrafa ölüm saçıyorlar.
Gazze'de başlayan ve giderek yayılan çatışmalar, bu çürümüş sistemin en keskin krizlerinin tezahürlerinden biri olarak yaşanıyor.
Marks’ın belirttiği gibi, "Kapitalizm, sürekli krizler yaratarak kendi sonunu hazırlayan bir sistemdir." Bu kudurganlıkla halklara tarifsiz acılar yaşatan sistem, savaşın bölgeselleşmesi ve hatta küreselleşmesi tehlikesiyle kendi sonunu da hızlandırıyor.
Sistemin krizi Orta Doğu halklarına karşı kural tanımaz kudurganlıkla yürütülen savaş üzerinden somutlaşmaktadır. İsrail, siyonist bir işgal devleti olmanın ötesinde, Batı'nın emperyalist çıkarlarını koruyan bir garnizon devletidir aynı zamanda. ABD ve Batı, bu garnizonla halklara savaş ilan ederek Orta Doğu haritasını yeniden şekillendirme peşindeler. Emperyalistlerin İsrail’e verdiği koşulsuz/sınırsız destek, bu işgalci devlete Filistin halkını sömürgeci vahşetle soykırımdan geçirme ve kendini bütün kural ve yasalardan azade sayma imkanı sağlıyor. Lenin’in emperyalizm analizinde belirttiği gibi, "Kapitalizmin en yüksek aşaması, dünya halklarını sömürmek için ulus ötesi şirketlerin ve devletlerin iş birliği yaptığı emperyalist aşamadır."
ABD ve Batı, İsrail’in Gazze'de sürdürdüğü savaşta işte bu emperyalist ittifakın başını çekiyor. Ancak bu ittifak, sadece Filistin’deki zulüm ve soykırımla sınırlı değil; aynı zamanda Orta Doğu’daki her direnişi bastırma amacı da taşıyor. Husilerin Kızıldeniz ve Akdeniz’de savaş makinası İsrail’e gemilerle ikmal yapılmasını engelleyen eylemleri, bu emperyalist saldırganlığa verilen bir cevaptır. Ancak bu “Deniz taşımacılığı engelleniyor” yalanı ile tersine çevrilmek isteniyor. Husiler, başından beri direniş ekseninin bir parçası olarak, İsrail’e karşı cepheden savaşıyorlar.
İsrail ve onun “Uluslararası ittifakı”, yani ABD ile Batılı emperyalistler Filistin, Lübnan ve Yemen’e karşı savaşta her yolu mubah gören bir barbarlık sergilerken, direniş güçlerinin İsrail’e savaş aygıtları taşıyan gemileri hedef alması “Uluslararası deniz taşımacılığı hedef alınıyor” diye şikâyete konu ediliyor.
Rosa Luxemburg’un, emperyalist savaşların dünya halklarını yok oluşa sürüklediğini belirttiği analizleri güncelliğini koruyor ve hatırlanmayı hak ediyor: "Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm.” Orta Doğu’da sürdürülen savaşının küresel sonuçları, tam da bu ikilemi bir kez daha gündeme getiriyor.
Savaşın etkileri sadece bölgesel değil, dünya çapında nefretin ve bölünmenin artmasına yol açıyor. İslamofobi ve antisemitizm, kapitalist devletlerin kendi içlerindeki sınıfsal çelişkileri örtbas etmek için kullandığı araçlar olarak hortlatılıyor. Sermaye düzeni, kendi krizlerini dini ve etnik çatışmalarla perdelemeye çalışırken, toplumlar arasında yükselen nefretin tohumlarını ekiyor. Engels’in "Devlet, egemen sınıfın çıkarlarını korumak için kurulan bir baskı aracıdır" saptaması, ABD ve Batı’da yaşanan iç siyasi çalkantılarla yeniden, yeniden doğrulanıyor.
Biden yönetiminin Gazze’deki savaşa verdiği destek, Amerikalı Müslüman ve Arapları ötekileştirmekle kalmadı, adeta düşmanlaştırdı. Avrupa’da da neredeyse Arap ve Müslüman olmak potansiyel “suçlu olma mertebesine” ulaştı. Trump’ın yeniden sahneye çıkışı ise emperyalizmin bir kriz anında daha saldırgan, faşist bir figürle geri dönme eğilimini gösteriyor. Bu, Avrupa’da sağcı-faşist partilerin art arda “zafer” kazanmasıyla kendini gösteriyor.
Marx’ın belirttiği gibi, "Kapitalizm, sürekli olarak kendini yeniden üretir, ancak bu süreç, beraberinde büyük yıkımlar getirir." Bugün Gazze’de, Lübnan’da, Yemen’de yaşanan savaş ve bu savaşın küresel yansımaları, kapitalizmin bu yıkıcı doğasının dolaysız bir sonucudur. Garnizon devleti İsrail’in kural tanımaz saldırganlığı, ABD ile Batı’nın pervasız desteği, dünyayı büyük bir kaosa sürüklüyor.
Sonuç olarak, bu savaşın temelinde kapitalist-emperyalist çıkarların ve sömürü düzeninin yattığını görmek zorundayız. Marks’ın dediği gibi, "Dünyanın her köşesinde işçiler, kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmek için savaştırılıyor.” Bu bizim savaşımız değil, bizim çıkarımıza da değil. Orta Doğu’daki savaş da bu tarihsel döngünün bir parçasıdır; ama aynı zamanda dünya halklarının kapitalist sisteme karşı direnişini daha da güçlendirecek bir kıvılcımdır. Bugün, bu kaosun sorumlusu olan ABD, Batı ve siyonist İsrail ittifakı, dünya halklarını kendi sonlarını getirecek bir yola sürüklüyor. Rosa Luxemburg’un dediği gibi, "Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm."
Dünya, kapitalizmin yarattığı barbarlıkla karşı karşıya; ancak bu barbarlığa karşı en etkili çözüm yoluna Rosa yıllar önce işaret etmişti. O yol tek yol: Barbarlık içinde çöküşü önlemek için sosyalizm!