Formasyon hakkının gaspı...

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Ekim Gençliği
  • |
  • 07 Haziran 2012
  • 14:29

Gençliğe dayatılan geleceksizlik!


Fen-Edebiyat fakültelerinde okuyan öğrencilerin öğretmen olabilmeleri için almak zorunda oldukları pedagojik formasyon dersleri geçtiğimiz haftalarda YÖK tarafından yapılan yazılı bir açıklama ile kaldırıldı. Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda alındığı aşikâr olan bu karar cılız da olsa ortaya konulan tepkilerin ardından geri çekildi ve birtakım değişikliklerle yeniden piyasaya sürüldü. Yapılan değişiklikle Fen-Edebiyat fakültelerinden mezun olmuş ya da bu fakültelerde eğitimini sürdürmekte olan 1. 2. 3. 4., sınıf öğrencileri bu karardan etkilenmeyecek. Önümüzdeki dönem 1. sınıfa kayıt olacak öğrenciler için geçerli ve kapsayıcı olacak bu kararın tepkilerin önüne geçmek için alındığı ayan beyan ortadadır. Bizleri değilse bile kardeşimizi, komşumuzu, arkadaşımızı etkileyecek bu karar Fen-Edebiyat fakültesi öğrencilerinin hayallerini, geleceklerini ellerinden almak demektir.

Evet, binlerce öğretmen açığının olduğu bir ülkede yine binlerce işsiz-atanmayan öğretmenin olması bir sorundur. Ancak bu sorunun kaynağı Fen-Edebiyat fakültelerinden mezun olan öğrenciler değildir. Bu sorun sermaye devletinin tüm ülkede uyguladığı neoliberal politikaların bir sonucudur. Sermayenin yarattığı işsizler ordusunun ya da yedek işgücünün bir parçasıdır atanamayan öğretmenler. Ya da “her şehirde bir üniversite” hevesiyle yapılan ancak nitelikli bir eğitimden yoksun bırakılan üniversitelerden mezun olan kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın çalınan gelecekleridir. Tartışmamız gereken eğitim sisteminin bütünüdür. Yıllardır değişikliklere konu olan eğitim sistemi tıpkı bu düzen gibi çürümüştür. Bu sistemin ne Eğitim Fakültesi’nden mezun olan öğrencilerin ne de Fen-Edebiyat mezunlarının taleplerini karşılaması mümkündür. Bugün üniversiteler sermayenin, kapitalistlerin ihtiyaçları doğrultusunda eleman yetiştirmektedir. Bilim insanı yetiştirmek kaygısı olmayan üniversitelerden mezun olan öğrencilerin dipsiz bir geleceksizlik kuyusuna itilmelerinin sorumlusu işçi ve emekçileri sefalete mahkûm eden kapitalist düzendir. Bu farazi bir tartışma değildir. Bizlerin hayallerini, umutlarını çalan anne-babalarımızı gün boyu karanlık mahzenlere hapsedenlerdir.

Bugün YÖK eliyle sürdürülen bu saldırılar biz sesimizi çıkarmadığımız müddetçe devam edecektir. YÖK’ün kendi tarihine baktığımızda bile bunu açıkça görmemiz mümkündür. 12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından kurulan ve üniversiteleri dizginlemek misyonunu edinen YÖK baskı, uzaklaştırma, okuldan atma, sürgün gibi birtakım yöntemlerle üniversitelerin ilerici ve devrimci birikimini yok etme ve mücadeleyi ezme yolunda 32 yılı geride bıraktı. Bu 32 yıl boyunca polis-Jandarma- ÖGB ve diğer tüm kolluk güçleriyle kışlalar ya da karakollar yaratan YÖK bilimin, özgür düşüncenin filizlendiği yerler olan üniversiteleri bu biçiminden de uzaklaştırdı. Disiplin yönetmeliklerinden eğitim müfredatlarına kadar üniversitelerin kontrol altına alınmasına hizmet eden bu kurum, ‘80’lerin sonrasında hızla kapitalistleşen ve sermaye birikimini artıran Türk sermaye devletinin sadık bekçisi olmayı sürdürdü. Bu dönemde gündeme gelen neoliberal saldırıların üniversitelerdeki ayağını ören YÖK eğitimin ticarileştirilmesi ve paralı hale getirilmesi için de önemli adımlar attı. Son yıllarda daha somut olarak atılan bu adımlar okullarımızda Ar-Ge binaları, Teknokentler, Kariyer Günleri, reklam stantları vb. gibi kendini gösterse de kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar bunların çok daha ötesindedir.

Tüm bunların yanında bizlere dayatılan derin geleceksizliğin önemli aktörlerinden biridir YÖK. Sermaye devletinin eğitim alanındaki eli-kolu olan bu kurum bizzat devlet büyükleri tarafından yönlendirilmekte-yönetilmektedir. Yukarıda da söylediğimiz gibi “pedagojik formasyon derslerinin kaldırılması” YÖK’ün tek başına aldığı ya da alabileceği bir karar değildir. Gençliğe yönelik kapsamlı saldırılarla birlikte yürürlüğe sokulan yetkin mühendislik, stajyer avukatlık, sözleşmeli öğretmenlik gibi günü kurtarmaya yönelik politikaların bir parçasıdır. Öte yandan devletin eğitim alanında yaşadığı krizin bir dışavurumudur. “Çok fazla atanmayan öğretmen var o zaman formasyonu kaldıralım” düz mantığının bir sonucudur.

Yukarıda da döne döne vurguladığımız gibi bu sistem bizlere ancak diplomalı bir işsizliği vaat edebilir. Çünkü krizler, buhranlar, bunalımlar onun doğasında vardır. Kriz anlarında bulduğu tek çıkış yolu ise “kemerleri sıkmak” ya da verdiklerini geri almaktır. Bizlere düşen ise haklarımızı savunmak ve geleceğimizi kapitalistlerin iki dudağı arasından çıkacaklara bağlamamak olmalıdır. Zira mevcut haklarımız da onların bizlere bir lütfu değildir.

Formasyon hakkımıza sahip çıkmak eğitim hakkımıza sahip çıkmak demektir.

Formasyon hakkımıza sahip çıkmak geleceğimize sahip çıkmak demektir.

O halde geleceğimiz için susmayı değil, mücadele yolunu seçelim!

Z. Eylül