Dinci gericilik dört koldan saldırıyor...

  • Arşiv
  • |
  • Gençlik Hareketi
  • |
  • Ekim Gençliği
  • |
  • 07 Haziran 2012
  • 14:32

Egemen ideolojinin varlığını sürdürebilmesinin yollarından biri toplumda bir inanç ya da bir gelenek etrafında ortak duygular yaratmasıdır. Düzenlenen yasalar, yaşama biçimleri, gelenekler, dini inançlar vs. yönetim biçimlerine göre farklılıklar gösterebilir. Tersinden yaratılan bu inançlar da toplumu derinden etkileyip büyük değişimler yaratabilir. Aralarında diyalektik bir ilişki bulunmakla beraber kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu toplumlarda bu tür inançlar veya gelenekler tek bir biçimde sürdürülür: Sistemin devamını sağlayacak bir içeriğe ve etkiye sahip olması koşuluyla.

Kuşkusuz tüm bunların içinde din olgusunun ayrı bir yeri vardır. Çünkü din her dönemde toplumları yönetmeyi en fazla kolaylaştıran araç olmuştur. Din olgusunu kendi talepleri ve istekleri doğrultusunda kullanan egemen sınıf uzunca bir süre kitlelere hükmetmeyi başarabilir. Buraya ek olarak belirtmek gerekir ki, bizim ülkemizde farklı bir dengeleme söz konusu olmuştur. %90’ı Müslüman diye tanımlanan ülkemizde sermaye sınıfı dinle hep kol kola olmakla beraber bir denge sağlamaya çalışarak günümüz toplumuna şekil vermiştir. Dinin toplumda çok fazla etkin olduğu dönemlerde onu geriye çekmek, çok geriye gittiği dönemlerde onu palazlandırmak gibi bir politika ile liberal görüşünü pekiştirmiş, güçlendirmiştir. Bugün gelinen noktada açıkça görmek gerekir ki sermaye ile kol kola giren bir zihniyet olarak dinci-gericilik artık ülkemizde belli bir olgunluğa ulaşabileceği koşulları hazırlamıştır. Bunu incelemeye başlarken türban sorunundan başlayıp eğitime kadar uzanan, alkol tüketiminden kürtaja kadar bir dizi konunun farklı kılıflar altında ama dinci-gericilik adına karşımıza çıktığını görmek gerekir.

AKP iktidarı, kapitalist ideolojinin ve liberal görüşün profesyonel uygulayıcısı olarak her yeni dönemde farklı bir konuyu gündeme alarak adım adım gericiliği örmüştür. Fütursuzca yürütülen, her seferinde dinci-gericilerin lehine sonuçlanan ve ardı sıra toplumda da birçok dengeyi altüst eden tartışmalar sık sık gündeme getirilmektedir. Üstelik bunlar halkı spekülatif tartışmalarla oyalamanın da araçları olarak oldukça planlı bir biçimde işletilmiştir. Örneğin son olarak gündeme getirilen kürtaj tartışması körüklenerek sürdürülürken, diğer taraftan THY işçilerine grev yasağı getirildiğini, 3. Köprü'nün ihalesinin yapıldığını görüyoruz. Dolayısıyla, dinci-gerici bir basınç yaratmaya çalışan iktidarın bunun sancılarının olduğu dönemleri de işçi ve emekçilere yönelik saldırıları artırmanın bir fırsatı olarak kullandığı ortadadır.

Erkek egemen dinci-gericiliğin toplumun yapısına etki eden uygulamaları kuşkusuz en çok da kadınların üzerine bir karabasan misali çökmüştür. Sistemin yaratmak istediği aile modeli kadınların sömürüsü üzerine kurgulanıp, birçok söylemle de ajite edilmiştir. Kadınlara üç çocuk doğurmasını söyleyen başbakan, konuyla ilgili açıklamalarını her zaman dini bir takım vecizelerle süslemeyi ihmal etmemiştir. Arkasından gelen süreçte de ilgili bakanlıktan kadının adını çıkarılıp Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı şeklinde değiştirildiği dönemde yine din ve namus naraları atarak kadına “durması gereken yeri” hatırlatan bir gericiliğe soyunmuştur. Gelinen son noktada ise kürtajın günah olduğundan hareketle kadın bedeni üzerine söz söylemeyi kendisinde hak olarak gören bir iktidarla karşı karşıyayız. Parça parça incelediğimizde bile kadınların hem kazanılmış birçok hakkına hem de kadın kimliğine yönelik ciddi saldırılar olduğunu görebiliyoruz. Bir de bunun toplamının yarattığı etkiye bakarsak, ciddi anlamıyla bir gericiliğin kadını baskı altına aldığını ve bundan sonraki süreçte de bu baskının farklı versiyonlarla sürdürüleceğini çok net görebiliriz.

Verili bir sistemin ideolojisinin devamlılığını ve her gün yeniden üretilmesini sağlayacak olan kurumlardan biri de kuşkusuz eğitim kurumudur. Ülkemizde dinci-gericiliğin her türlüsünün hedef olarak seçtiği ve yoğunlaştığı bir alan olarak eğitim kurumları artık tamamen bunun hizmetine açılmış durumdadır. Özellikle Fethullah Gülen cemaatinin yapılanmalarının okullarda yaygınlaştığı bilinen bir gerçek. Bununla birlikte devlet eliyle düzenlenen birçok sınavda da bu cemaatin, insanlarını türlü yöntemlerle (kopya, şifre, torpil vs.) önemli yerlere getirdiğini biliyoruz. İktidarla işbirliği içindeki bu cemaat yapılanması kendi içinde yolsuzluklarla büyüyedursun, yeni eğitim sistemi ile artık işin rengi iyiden iyiye değişecek. 4+4+4 sisteminin emekçiler nezdinde yol açtığı sorunları bir kenara bırakarak söyleyelim, bu proje tam anlamıyla başbakanın söylediği “dindar nesil yaratacağız” projesidir. Kuran ve din eğitiminin “zorunlu seçmeli(!)” olmasından tutun, kız ve erkek çocuklarının isteğe bağlı olarak ayrı okutulmasına kadar, uygulamalı eğitim adı altında küçük yaşta çocukların sömürülmesi, eğitimin bir kısmının açıktan tamamlanması ile kız çocuklarının zorla evlendirilme tehlikesi ile karşı karşıya olmaları gibi neresinden tutarsanız tutun hep bir dinci-gerici uygulama ile karşılaşırsınız. Bu açık bir biçimde zihinleri köreltilen, baskı altında tutulan bireylerin yetişeceği anlamını taşımaktadır.

Benzer örnekleri daha da çoğaltmak mümkün, ancak bir de bunun toplum üzerindeki etkilerine bakalım. Dinci-gerici uygulamaların sonuçlarını iki açıdan değerlendirmek gerekiyor. Birincisi yapıldığı dönemdeki yani kısa vadedeki etkileri, ikincisi ise uzun vadede doğuracağı sonuçlar. İlkine baktığımızda tekil örnekler üzerinden ayyuka çıkan zihniyetleri görebiliriz. Dönem içinde birçok Alevi mahallesinde kapıların işaretlenmesi dinci-gericiliğin palazlandıkça faşizmde cisimleştiğinin göstergesidir. Ve ne yazık ki bu gibi örneklere bizim toplumumuz daha önceki dönemlerde en vahşi biçimiyle tanıklık etmiştir (örneğin bir müslümanın yedi tane aleviyi öldürünce cennete gideceğinin fetva edilmesi, Sivas’ta aydınların yakılarak katledilmesi vb.). Bunlara bakarak, bugünden din kullanılarak oluşturulan mahalle baskısını açıkça görebiliyoruz.

Uzun vadede gerçekleşecek bir sonuç ise yasalarından yaşayışına kadar din kurallarının esas alındığı bir düzende yetişecek bireylerin karartılmış, kötürümleşmiş beyinler haline getirilmesidir. Böyle bir durumda artık eşitsizliğin had safhaya çıktığı ve bunun kanıksandığı, bilimselliğin yerine envai çeşit hurafenin ve yaşantıları zorlaştıran, körelten inanışların ve normların getirildiği itaatkâr bir toplum yaratılacak demektir.

Sonuç olarak bu uygulamalara öyle veya böyle karşı çıkanların azınlık olarak görüldüğü ve her türden baskı ve zorbalığın pervasızca dayatıldığı bir süreçten geçiyoruz. Sistemin gericiliğine karşı alanlarda taleplerini haykıran sendikalar, kadınlar, öğrenciler devletin kolluk güçlerinin vahşi saldırılarıyla karşı karşıya geliyor. Buradan yola çıkarak tüm saldırılara rağmen eylemli süreçlerin devam etmesi gerekmektedir. Ancak bununla birlikte de iktidarın dinci-gerici yasalarını, kanunlarını, uygulamalarını fiili-meşru bir çizgide hiçbir kurumda işletmemek gerekmektedir. Bunun yanı sıra tüm bu çürümüş ideolojileri çöpe atacak aydın zihinlerin gelişmesi, temelini bilimsellikten, eşitlikten ve özgürlükten alan ideolojinin güçlenmesi ve büyümesi ile mümkün olacaktır.

Y. Toprak