Devletin Kürdolojisi: Asimilasyona reddiye – Ali Topuz

  • Arşiv
  • |
  • Basın
  • |
  • 09 Mart 2012
  • 05:59

Ezgi Başaran, geçen hafta sonunda güzel bir iş yaptı. “İki çocuğun kreşe başladıktan sonra benimle tek kelime Kürtçe konuşmuyorlar” diye yakınan Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in evine gitti. Osman Baydemir’le değil, Reyhan Yalçındağ Baydemir’le konuştu. Hikayenin ayrıntılarını ve babadan sonra annenin duygu ve düşüncelerini öğrendik. Ama hikayenin asıl kahramanlarının sesini, sözünü duymuş değiliz. Çocukların.

Ben de iki dil çocuğuyum. Bu yazı iki dil arasında çarmıha gerili duran kendi çocukluk deneyimlerimin acısını yansıtmıyor, hayır, ama o deneyimin acısının dindirilmesine yönelik çabalarımın sonuçlarını içeriyor.


ÖNCE BİR ÖYKÜ

İbni Tufeyl, 11. Yüzyıl Endülüsü’nün muhteşem bilgini, büyük eseri Hay İbn Yakzan’da ıssız bir adada bir çocuk büyütür. Bataklıkta, çamurdan ısı ve ışığın özel etkisi ve etkileşiminden oluşmuş bir çocuk. İbni Tufeyl, kitapta “Böyle olamayacağını, o çocuğun norma bir anne babadan doğmuş olduğunu söyleyenler de var der ve onların versiyonunu da anlatır, ama ilk teoriden yana olduğu açıktır. Zaten iki ihtimalde de çocuk, doğum anından sonra hayvanlarla büyüyecektir. Bir ceylan annelik edecektir ona.

Edebiyat ve felsefe tarihinin bu müthiş metninin kahramanı, kendi kendine etrafı gözleyerek düşünmeyi, düşünerek doğanın sırlarını araştırmayı, vakıf olmayı ve sonunda da tanrı fikrine ulaşmayı başarır. En nihayetinde yandaki adadan gelmiş biriyle karşılaşır, adadan gelen kişi artık ileri yaşlarına gelmiş bulunan Hayy ibn Yakzan’a konuşmayı, yani dili öğretir, konuşmayı öğrenmiş Hayy’ın aktardığı keşiflerden kendisi de yararlanır vs. (Hem İnsan Yayınları hem de Yapı Kredi Yayınları’nda kitabın ayrı çevirileri var.) Bu eserdeki dile ilişkin gizli kurama göre insan, konuşmaya ehil varlık olarak, ileri bir yaşta bir dil öğrenebilir. Eski Yunan’dan kalma “İnsan konuşan hayvandır” şiarını üreten fikir, yüzyıllarca ayakta kalmış bir fikirdir.


DİL YOKSA, İNSAN YOK

Fakat durum böyle değildir!

Çünkü Rus bilgini Lev Semenoviç Vygotsky’den (Düşünce ve Dil, Kaynak Yayınları 1985) beri biliyoruz ki dil içine doğmamış insan, belli bir yaşa kadar dille temas kuramamış insan, bir yaştan sonra konuşamaz, iletişime giremez, özetle bildiğimiz anlamda insan olamaz! Kendi kendine dil geliştiremez. Çok ileri yaşlardan bahsetmiyoruz, dört beş yaşından 10-12 yaşına kadar olan aralıktan çarpıcı öyküler ve gözlemler aktarıyor Vygotsky. Tanrı’nın dilini konuşabilir öyle bir çocuk; Tanrı’dan başka kimsenin onu anlama ihtimali olamaz.

İnsanda, biyolojik insanda bulunduğu anlaşılan dil yetisinin, bir dille temas kurmaması halinde yok olduğu Vygotsky’nin çalışmalarının acı bulgusudur. Biyolojik insan, kültürel insanla, yani konuşulan bir dille temas kurmadıkça bizim bildiğimiz insan olamaz. Vygotsky’nin çalışmalarına dayanan İtalyan düşünür Agamben de, güvenle, “Dilden önce bir insan yoktur. İnsan konuşan hayvan değildir” diyecektir. (Giorgio Agamben, Çocukluk ve Tarih, Deneyimin yıkımı üzerine bir deneme, Kanat Yayınları)

Dilden önce bir insan olmadığına göre, bir dil içine doğmuş insanın, çocuğun dil deneyimi benzersiz bir deneyimdir. Dünyayla, doğa ve kültürle temas deneyimi. Alman filozof Heidegger’in dediği gibi, “Dil, varlığın evidir.” Dilin benzersiz yeri, başta İslam olmak dinlerin kavrayışlarında da vurgulanır; örneğin, Rum suresi 22. Ayet “Göklerin ve yerin yaratılması, dilleriniz ve renklerinizin farklı olması O’nun (varlığının kudretinin) delillerindendir.” (Diyanet İşleri çevirisi.)


EĞİTİM HAKKI ve ZORUNLU (ZORLA) EĞİTİM

Dil insanı insan yapan şeyse, yani insan kendisi aslında dili yapamıyorsa ve dil varlığın eviyse ve “dillerin ve renklerin farklı olması” tanrının delillerinden biriyse, bir çocuğun anadilinde değil de devletin zorladığı bir dilde eğitim görmesi ne anlama gelir? Basit: İnsan olma çabasının yokuşa sürülmesi, evinden kovulması, delilin silinmesi. Kısaca dilsel asimilasyon, bilimsel açıdan da, felsefi açıdan da, dinsel teoloji açısından da çocuğa kötülükten başka anlam taşımaz, taşıyamaz. Bir dili yok etmeyle neyi kaybetmiş olabileceğimize hiç girmiyorum bile.

Eğitim-öğretim hakkı denilen şey, devletin yurttaşları (askeri ve sivil) paşa gönlüne göre şekillendirmesi için geliştirdiği zorunlu (zorla) eğitimin bir görünümüdür. Onun böyle bir araç olmaktan çıkıp, bir hak olarak mücadele alanında yerini bulabilmesi için, öncelikle dil hakkının kabul edilmesi gerekir. Eğitim bir haksa, anadilde eğitimle ancak bir hak olabilir. Aksi, zulüm demektir. Yaşadım, oradan biliyorum.

Bir Kürt atasözü, “Her giya li ser kok a xwe dirusî/şîndibî” der, her ot kendi kökü üzerinde biter/yeşerir. Başka kök üzerinde biterse, başka ottur. “Asimilasyon bitti” diyorsanız, Kürtçe eğitim öğretim başlamış olmalı. Aksi halde bitmemiştir.

NOT:

“Kürtçe medeniyet dili değildir.” “Bakalım Kürtler birbirileriyle anlaşabiliyor mu?” “Kürtçe bilime, şuna buna yetersiz” türü laflarla polemiğe girmeye değmez. Bunlar içinde fikir taşıyan sözler değil, başta Türkler olmak üzere Kürt olmayan yurttaşların, bu konudaki kararlarını etkilemek, rızalarını elde etmek için kullanılan sözde (quasi) fikirlerdir; çünkü sadece Kürtçe bilmeyenler için akla yatkın gibi görünür. “Devletin dili” başka bir mesele, başka bir yazıda…

Radikal / 09.03.12