Bereket Tanrısı öldü

  • Arşiv
  • |
  • Kadın Sorunu
  • |
  • Kadın-Türkiye
  • |
  • 10 Mart 2012
  • 13:01

Taşkın nehirleri anımsatan bir hızla akıyor yağmur suları daracık sokaklarda. Sokaklar, kimi sıvalı, kimi tuğlalarla örülü çoğu boyasız gecekondularımızı birleştiriyor. Nehir ne kadar akarsa aksın sokaklarımızı temizleyemiyor. Nereden bulaştı bu kirler sokaklara? Bu katran rengi sular hangi yoksulluğun birikintilerini taşıyor? Yağmur, temizleyemeyecek misin evlerimizi, evimi? Sen özsu, sen Bereket Tanrısı'nın gözyaşları... Akma boşuna, bu sokaklar yokluğun kederiyle kirlendi.

Gözyaşların temizlemiyor, boşuna ağlama. Sen ki tanrısın. Ben bu insan ellerimin yarım varlığıyla, kim bilir kaç varlıklının evini, kaç odasını, orasını, burasını apak ettim.

Ellerimin varlığını yarım bırakan makinenin yanına yığıldığımda sokaklarımız gelmişti düşüme. Bu kan Bereket Tanrısı'nın gözyaşları mıydı yoksa? “Yağ”mur suları misali bileğimden oluk oluk akan kan, kanımla yağlananların makinelerinin yağına karıştı. İşte o an sokaklarımız gelmişti düşüme, aynı renkti kan ve yağ karışımı bir katranın rengi. Peki o yerde duran el parçası, bedenimin parçası mıydı yoksa parça parça duranların bedenleri miydi?

İşte, beni elsiz ve işsiz bırakan, o gün ilk kez tanıştım Bereket Tanrısı'yla. “Al” dedi “gözyaşlarımı ve ağla. Başka yapacak birşeyin yok.” Aldım, ağladım, bir daha gelmemesini dileyerek verdim ona emanetini. “Sonra görüşürüz” deyip çekip gitti. Ve aylar sonra bir gün yine geldi.

Beni elsiz ve işsiz bırakanlar seni işsiz bırakalı aylar olmuştu. Ben ve sen arşınlıyorduk her gün, kirletilmiş sokakların üzerine sıra sıra dizilmiş fabrikaları. Yok, yok, yok! Haykırdım: 40'ını geçmiş bir erkek, elsiz bir kadın, emeğimizi satıyoruz alan yok mu? Çok zengin ederiz sizi! Yok, yok, yok! “İhtiyacımız yok.” Sen “ikimiz bir bedeniz” derdin ya hep, “ikiniz bir beden edersiniz ancak, ihtiyacımız yok” dediler acep ondan mı? 2 ay, 60 gün... 60 koca gün “yok”luklarla geçmişti. Bereket Tanrısı gelmesin diye sıktım dişimi, kuruttum göz pınarlarımı.

Ve anımsar mısın, günler sonra varlıklıların varlıklarını temizleyeceğim bir iş bulmuştum. Kimbilir kaç evi, kaç odayı apak ettim o günden beri. Sen kimbilir kaç sokağı arşınladın yokluğumuzu yok etmek için. Günler suların hızına inat ağır ağır akarken, yorgun bedenimi zorlukla taşıyarak getirdim eve. Her adımda ağırlaşıyordu bedenimi taşımaktan bıkmış ayaklarım. Eşikte durdum, kapıyı Bereket Tanrısı açmıştı. Yine mi sen, yine mi? Gözyaşlarını bıraktı, çekip gitti.

8 Mart'ta durdu zaman, durdu sular seni öylece gördüğümde. Tavanda asılı ilmek, ilmeğin ucunda sen. Bir ağaç nasıl uzanırsa suları öpmek için nehire, öyle uzamıştı bedenin yere basmak için. Parmak uçların dokunamamıştı bile nehire. Havada narin bir yaprak misali sallanan beden, sen. Öldü o, öldü. Haykırdım: 40'ını geçmiş bir ölü bedeni, elsiz bir kadın, hiç kurtuluş yok mu? Sonra polisler geldiler, kirli ayaklarıyla girdiler evimize, intihar etmiş dediler. Hayır, öldürdüler onu, varlıklılar aldı varını, varlıklılar öldürdü onu.

Kimseyi yargılamadılar, çekip gittiler kirli izler bırakarak.

Yasını bile tutamadım, yaşamak ve kızımızı yaşatmak için çalışmam gerekiyordu. Benim yaşamam gerekiyordu. 1 yıl, 365 gün... 365 koca gün böyle geçti “yok”luklar içerisinde.

Ve birgün, yine yorgun bedenimi zorlukla taşıyarak getirirken eve, ve de her adımda biraz daha ağırlaşırken bu yükü çekmekten bıkmış ayaklarım, sokağın kenarında bir kağıt verdiler elime. Buruşturup attım yere, bedenimden yük azaltmaya çalışırmışçasına. Bir ses haykırdı. Kızıl saçlı bir kız haykırıyordu: “Nasırlı elleriyle dünyayı yaratan emekçi kadınlar!... Yokluk ve yoksulluk kader değil... Sömürü düzeninden hesap sormak için 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde alanlara!”

Evet nasırlı ellerimle, ben var ettim dünyayı, hem de elimi bile vererek. Evet sömürücüler varlıklarına senin bedenini de katarak. Kanımızla büyüdüler. Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 8 Mart mı, senin öldüğün gün sorular, sorular... Yerde buruşturup attığım kağıda ilişti gözlerim. Makinelerin arasında kopan, bedensiz kalan elime, işsizlikten kendini asan senin bedenine sahip çıkar gibi aldım kağıdı yerden. 8 Mart'ta alanlara... Tarih:.... Saat:.... Yer:....

Gece uyku tutmadı gözlerimi, yorgundu bedenim ama bilincim ve gözlerim açık düşündüm tüm gece. Sabah kızımızı da alıp koştum. Bende orada, o alanda olmalıydım. Elim ve senin için, hesap sormak için. Kurtuluşumuz için. Yüzlerce kadın ve erkek haykırıyordu hep bir ağızdan. “Yaşasın devrim ve sosyalizm.” 'Sosyalizm, o ne ki?' diye düyünürken her yeri bir duman sardı. Sonra onları gördüm, üniformaları ve postallarıyla. Öldüğün gün, evimize gelip “kadın kafayı mı yedin? Ne varlıklıları? Kimse öldürmedi kocanı, o kendini asmış” diyen ve kirli izler bırakarak çekip gidenler. Yok, yok ağlamıyorduk. Peki bu gözyaşlarıda neyin nesi, ne bu gözlerimi yakan. Bu insanlar nereye koşuşuyor. Her yer duman. “Kızım, kızım tut elimi”, göz gözü görmüyor. Bir el tuttu kolumdan. Evimi kirletenlerdi. Elimi kesenlerdi. Beni öldürenlerdi. Tuttu kolumdan. Evimi kirletenlerdi, elimi kesenlerdi, seni öldürenlerdi. Tuttu kolumu “kadın, çocuğunuda alıp defol git evine, yoksa yakacağız canını.” Bilekten kesik kolumla kavradım kızımı ve henüz alamadıkları elimi sıkarak. Kaldırdım yumruğumu havaya. Haykırdım: “Bunlarıda almanıza izin vermeyeceğim. Daha fazla yakamayacaksınız canımızı. İzin vermeyeceğim, izin vermeyeceğiz.” “Katiller, kocamı öldürdünüz, sizin yüzünüzden öldü o, çekin kanlı ellerinizi üzerimden” yumruğumu indirdiğimde gözlerimi yakan. Nefesimi kesen o duman bulutunun arasında onu gördüm. Bereket Tanrısı. Yerde öyle hareketsiz yatıyordu, üzerinden insanlar geçiyordu. Yine buldu beni. Gözyaşı yok, ağlamak yok, defol git dedim. Sustum, ses vermedi. Yokladım, nefes almıyordu. Oh bereket, ölmüştü sonunda.

Bugün 8 Mart, seni kaybettiğim, kendimi bulduğum gün,

Bugün 8 Mart, sen merak etme hesap soracağız.

Bugün 8 Mart, rahat uyu, temizlenecek sokaklarımız.

Esin Yıldız

Bakırköy Kadın Hapishanesi B-5

Bakırköy / İSTANBUL