8 Mart'ın kadınlarına - Nihal Kemaloğlu

  • Arşiv
  • |
  • Düzen cephesi
  • |
  • 08 Mart 2012
  • 07:07

Bu yıl 8 Mart'a cezaevlerinde tutuklu bulunan kadın akademisyen, siyasetçi, gazeteci, yazar, üniversite öğrencisi, sendikacılarımızla belki de dünyanın sayılı 'terörist' kadın tutuklusuna sahip ülke olarak giriyoruz.

Geçmişin siyasi muhaliflerini kodlayan siyasi suçlu kategorisinin 2000'li yıllarda tedavülden kaldırılarak neo-liberal döneme 'terörist suçlu' olarak uyarlanmasından sonra 2011 yılının en fazla kadının tutuklandığı yıl olduğu muhakkaktı.
O zaman da 2011 sadece bireysel hakların başta ifade ve düşünce özgürlüğünün güvenlik devleti tarafından 'değersizleştirilmesiyle' kalmadı.
Aynı zamanda kamusal alanda muhalif kadının siyasi varoluşunun, sesinin ve görünürlüğünün haşince engellendiği, bangır bangır hakarete uğradığı bir yıl olarak geride bıraktık.
Ne yazık ki toplumsal cinsiyet eşitliğini, ancak 'terörist' suçlamasıyla cezaevlerine doldurduğumuz kadınlarla sağlayabiliyorduk...
Sendikalı oldu diye işten atılan taşeron kadın emekçi, parasız eğitim pankartlı üniversite öğrencisi, deresini savunan yöre sakini teyzeler, kadına karşı şiddeti protesto eden kadın örgütleri, kayıplarının mezarını arayan analar dahil kadınlara meydanlar ve sokaklar yasaklanıyordu.           
Ve artık vatandaşlık haklarıyla değil 'bağımlı' olduğu sosyal yardımlarla tanımlanan kadın kimliğine aykırı duruş, varoluş ya da örgütlülüğe resmi tahammül yoktu.
Hem piyasa hem de devlet otoritesi bu 'uyumsuz ve boyun eğmemekte direnen kadınları' süratle ve etkin biçimde saf dışı bırakmayı biliyordu.
Öte yandan son yedi yılda işlenen 4 bin 190 sayısını aşan kadın cinayetleri, 'kadını öldürme pratiğinin' nasıl kanıksandığını ve asıl gündelik hayata gömülü 'terörün' ta kendisini gösteriyordu.       
Bütün uluslararası insani gelişim indekslerinde, Arap Baharı yaşayan Kuzey Afrika ülkelerinin gerisinde kalan kadın gelişmişliğimiz, aşağı doğru çakılmayı sürdürüyor...
Ve OECD raporlarında kadının eğitim süresinin en kısa, üretime katılım ve istihdamı en düşük ülkesi olmamız, adeta yükselen piyasa ekonomisi Türkiye'nin kadınlarının ikinci sınıf vatandaşlığını onaylıyordu.
Haris piyasalaşma hızının ve kamu harcamalarının devre dışı bırakılmasının ezici toplumsal sonucu; eğitimden ve istihdamdan dışlanarak evde tutulan 20 milyonluk kadın nüfusuydu.
Ama hazcı tüketim kültürünün, barbarca sömürdüğü kadın bedeni hem kayıt dışı ekonominin ucuz emeği kadınla hem de otoriter demokrasimizin yeniden ürettiği muhafazakar ataerkilliğin ev içine tıktığı kadınla bir tezat teşkil ediyordu.
Nitekim 2011 yılı Kadın ve Aile'den Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın adının Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Bakanlık olarak değiştirilmesiyle devlet zihniyetindeki 'kadının yerinden' haberdar olmuştuk.
Kadın eşit haklara sahip birey olarak değil de ailenin bir unsuruna indirgenerek yaşam alanı ev olarak belirlenmişti.     
Ve en son 8 Mart'a yetiştirilecek 'Kadın ve Aile Bireylerini Şiddetten Koruma' olan yasanın adı 'Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlemesi' olarak değiştirildi.
Böylece bu yasanın da inatla en yakın aile bireyleri tarafından şiddet gören ve öldürülen binlerce kadını görmezlikten geldiğini öğrenmiş olduk.

Akşam / 08.03.12