23 Mayıs grevi, birlik sorunu ve görevler

  • Arşiv
  • |
  • Sınıf Hareketi
  • |
  • Değerlendirme
  • |
  • Kamu hareketi
  • |
  • Sendika
  • |
  • 20 Mayıs 2012
  • 13:24

Hükümetin yüzde 3+3’lük sefalet zammı dayatması, kamu emekçilerinde önemli bir tepkinin açığa çıkmasına neden oldu. Bu tepkinin boyutlarını anlamak için hükümetin arka bahçesi Memur-Sen’in çıkışlarına bakmak dahi yeterlidir. Kamu emekçilerinde gelişen tepki öyle boyutlar almıştır ki, gerici sendikaları dahi harekete geçmeye zorlamıştır. Memur-Sen basın açıklamaları yapmak durumunda kalırken, Kamu-Sen KESK’in aldığı grev kararını destekleyeceğini açıklamış, KESK ziyareti sonrasında ise 23 Mayıs grevini iki konfederasyonun birlikte gerçekleştirecekleri ilan edilmiştir.

23 Mayıs grevinin güçlü geçeceği bugünden söylenebilir. Öyle ki, belli bir mücadele deneyim ve birikimi olan sektörlerde, yoğun bir çalışma ve ön hazırlık süreci olmadan dahi güçlü bir katılımın ortaya çıkacağını söylemek abartı olmaz. Bunun en önemli belirtisi, KESK’in grev kararı sonrasında işyerlerinde oluşan olumlu havadır. Bir başka belirti ise hükümet ile karşı karşıya gelmemeyi bir çizgi haline getirmiş olan ve dahası bizzat AKP desteği ile palazlanan Memur-Sen’in basın açıklamaları yaparak tepki göstermek zorunda kalmış olmasıdır. Aynı durumu Kamu-Sen de yaşamış, 1 Mayıs’ta AKP karşıtı görünmeme adına –öteki gerekçeler olayın esasını oluşturmamaktadır- farklı mitingler yapma yolunu seçen bu konfederasyon, paçayı kurtarma telaşı ile miting kararını iptal ederek KESK’in 23 Mayıs grevini destekleyeceğini açıklamak durumunda kalmıştır. Açık bir biçimde bu süreç AKP hükümetinin, “yandaşları dileniyor” diye hak vermeyeceğini, yandaş bir konfederasyon bile olsa, sermayenin “istikrar!” programından taviz vermeyeceğini ortaya koymuştur. Nihayetinde bu gerici konfederasyonların varlık sebepleri bizzat sermayenin hizmetkarlığıdır ve bunu layıkıyla yerine getirebildikleri ölçüde yaşamayı sürdürebilirler. Burada kendisini ortada hisseden Kamu-Sen’dir ve bu konfederasyon, AKP iktidarı sonrasındadır ki yandaşlıktaki ilk sırayı Memur-Sen’e kaptırmıştır. Tablo, Memur-Sen’in hükümet ile karşı karşıya gelemeyeceğini ve olsa olsa tüm tepkilerinin gelen zam teklifinin birkaç puan yükseltilmesi çabasına yönelik olduğunu göstermektedir. Bu birkaç puan ise Memur-Sen’in tutunma noktasıdır ve Memur-Sen asıl rolünü 23 Mayıs grevi öncesindeki son görüşme sonrasında yapacağı açıklama ile oynayacaktır.

Önümüzdeki sürecin ne türden riskler taşıdığına geçmeden önce KESK’in bölge toplantılarında da ortaya çıkan “birlik” tartışmalarına değinmekte yarar var. Grevin Kamu-Sen ile birlikte yapılacak olması, 25 Kasım 2009 grevi öncesinde yaşanan tartışmaların benzer biçimde yeniden alevlenmesini beraberinde getirdi. Burada özellikle iki sınıf dışı eğilim kendini ortaya koymaktadır. Bunlardan ilki, süreçleri ve gelişmeleri görmeden “her koşulda Kamu-Sen ile ortak greve hayır” diyen bir algılayıştır. Kamu emekçilerinin verili örgütlülük ve bilinç düzeyi koşullarında, eğer KESK bu anlayışın istemleri doğrultusunda hareket edecek olsa, kamu emekçileri içerisinde yaşanan bölünmenin başat aktörü olacak ve hiç şüphesiz kamu emekçilerinden daha fazla tecrit edilmek gibi bir sonuçla karşılaşacaktır. Şu anki tabloda kendisini zor durumda hisseden Memur-Sen’dir ve birkaç puan bile olsa 3+3’ün üzerine çıkılamazsa başına geleceklerin farkındadır. Son görüşmelerde de bu tablo değişmez ise Memur-Sen muhtemeldir ki bu birkaç puanlık artış amacına ulaşmak için Kamu Hakem Kurulu’nu adres göstererek grevin etkisini zayıflatmaya yönelecektir. Aslında süreç Memur-Sen’in masada alacağı tutum ile KESK’in sokakta alacağı tutumdan hangisinin emekçiler açısından ağır basacağına odaklanmış bulunmaktadır. İşte bu tablo Kamu-Sen’i ortada bırakmakta ve sığınacak bir alan arayışına itmektedir. Bu anlamıyla KESK’in tüm konfederasyonlara yaptığı grev çağrısı anlamlı ve yerindedir. Çünkü KESK masada üçüncü konfederasyon olmasına karşın, Memur-Sen’in “dilenme” tutumuna karşı, fiili mücadelenin adresi haline gelmiştir bu çağrıyı yaparak. Kamu-Sen’in miting kararını iptal ederek KESK’in grevini destekleyeceğini açıklaması ise tümüyle, sürecin dışına düşme ve tecrit olma kaygısından ileri gelmektedir. Kamu-Sen manevra yapmaya çalışmaktadır ve eğer KESK’ten “hayır birlikte yapamayız” cevabı almış olsaydı, bu durum KESK’in emekçiler içinde “bölücü” olarak damgalanması sonucunu doğuracak, kamu emekçileri içerisinde bir kırılmaya neden olacaktı.

Tartışmalarda ortaya çıkan ikinci anlayış ise Emek Hareketi’nin başını çektiği ve “emekçilerin birliği” söylemi arkasına gizlenmiş sağcı anlayıştır. Emek Hareketi ve bu hareketin tabi olduğu siyasal özne, hemen her konuda “birlik” söylemi eksenine oturmuş bir çizgi izlemektedir. Öyle ki onlar için “birlik olsun da, kiminle olursa olsun!”. Bu birliğin hangi zeminde şekilleneceğinin ve hangi hedefe yöneleceğinin ise neredeyse hiç önemi yok! Daha dün, esasında kendilerine seçilme şansı bırakılmadığı için çatı partisi girişimini terk edip bunu da “burası solun birliğini eksen alıyor, biz ise işçilerin birliğini eksen alıyoruz” diye açıklayanlar, bugün “seçilme şansı” verilmesiyle birlikte “solun birliği” olarak şekillenen bir oluşum içerisinde yer almakta herhangi bir sakınca görmüyorlar. 1 Mayıs’ta Türk-İş ve diğer gerici konfederasyonların teşhir ve tecriti sonucuna götüren bir sürecin ardından ise hala geriye dönüp “birlik” öğütleri vermekten kendilerini alamamaktadırlar. Bunun kamu emekçileri hareketindeki yansımaları ise “konfederasyonların birlikte mücadelesi” biçiminde kendisini açığa vurmaktadır. Kamu emekçileri içerisinde “neden sendikalar birlikte eylem yapmıyor” söyleminin yaygın olduğu bilinmektedir. Kuşkusuz bu bir yandan emekçilerin beklentisini ortaya koyarken, öte yandan da onun bilinçten yoksunluğunu ortaya koymaktadır. Bu algılayış tümüyle Memur-Sen ve Kamu-Sen gibi gerici sermaye odaklarının kamu emekçileri hareketinde oynadıkları uğursuz rolü kavramamış olmaktan ileri gelmektedir. Emek Hareketi ise bu geri bilinci veri kabul etmekte, onun sınırlarında bir çizgi geliştirmektedir. Kamu-Sen ve Memur-Sen gibi gerici konfederasyonların “mücadeleye” çekilmesi yönünde uğraşlar verilmesine kendisini odaklamakta, ama sınıf devrimcileri açısından aslolanın bu odakların kitlelerden yalıtılması olduğunu unutmaktadırlar. Sonuç itibariyle bunlar katıksız sermaye örgütleridir ve her devrimcinin asıl görevi bu sermaye örgütlerinin kitlelerdeki gücünü kırmak olmalıdır. Buradan da anlaşılacağı üzere Kamu-Sen gibi bir oluşumla gerçekleşecek bir birliğin en başat hedeflerinden biri bizzat bu konfederasyonun yalıtılması olmak zorundadır. Emekçilerin birliği söyleminden biz “mücadele birliği”ni anlıyoruz ve bunun anlamı konfederasyonların birliği değildir, olamaz.

İstanbul Emek Hareketi imzası ile “Toplu Sözleşme Masasında Tüm Sendikalar Ortak Hareket Etmelidir” başlığı ile çıkartılan bildiri tüm bu söylediklerimizi doğrular niteliktedir. Bildiri tümüyle üç konfederasyonun ortaklaşması hedefine odaklanmıştır ve çalışanlara “üç parçalı görüntüyle” herhangi bir hak elde edilemeyeceğini vaaz etmektedir. Bu haliyle de aslında siyasal süreç ve konumlardan uzak bir perspektifle, emekçilerde ümit kırılmasına yol açacak bir söylem tutturmaktadırlar. Kuşkusuz olaylara kağıt üzerinde ve matematiksel hesaplarla yaklaşıldığında Emek Hareketi’nin söyledikleri doğru görünmektedir. Oysa hayatın gerçeklerinden, KESK dışındaki oluşumların emek-sermaye çatışmasındaki konumundan, sendikal-siyasal süreçlerin gerçek ilişkilerinden bakıldığında, yani kısacası diyalektik bir bakış açısıyla konu ele alındığında EH’nin bu tutumu sağ-idealist bir tutum olarak çıkmaktadır karşımıza. Oysa emekçilere vaaz edilmesi gereken “konfederasyonlar birleşmezse olmaz” türünden mevcut bilinci kalıplaştıran bir söylem değil (ki bu birleşme tarafların siyasal konum ve beklentileri nedeniyle olanaklı değildir ve ‘birleşiliyor’ görüntüsü çizen olgular da görelidir), emekçilerin mücadeleci birliğini esas alan ve onları mücadeleye çağıran bir söylem olmalıdır.

Konfederasyonların birlik görüntüsü görelidir ve zorunlu olarak da geçicidir. İşte bu noktada asıl tartışılması gereken nokta 23 Mayıs grevinin örneğin 21 Aralık 2011 grevini aşıp aşmayacağıdır. Eğer bir günlük bir grev yapılıp orada bırakılırsa, Memur-Sen ve KESK’in temsil ettiği misyonlardan ilki kazanmış olacaktır. Kamu-Sen açık bir biçimde ortada kalmanın sıkıntısını yaşamaktadır ve daha ileriye taşınan bir mücadele sürecini taşıyamayacağı da açıktır. İşte bu başarılabildiği, bir günlük grevin ötesine geçilebildiği oranda Kamu-Sen önemli oranda kitlesinden yalıtılmış olacak ve KESK, emekçilerin önemli bir bölümünü kendi çizgisi eksenine çekebilecektir. Bu aynı zamanda Memur-Sen’e de önemli bir darbe vuracaktır. Aksi bir durumda, yani, KESK’in sokağın gücünü bir günlük uyarı grevine sıkıştırması durumunda, bu sürecin tek kazananı Memur-Sen olacaktır.

Önümüzdeki süreçte en önemli risk bizzat KESK’in mücadele anlayışından ileri gelmektedir. Günübirlik, stratejik plan ve hedeflerden yoksun bir anlayış, doğaldır ki süreçlerin arkasından koşmayı beraberinde getirmektedir. Kuşkusuz süreçler değerlendirilmek ve gözetilmek zorundadır. Ancak emekçi yığınların beklentilerini bir günlük eylemlere sıkıştırmak ve kazanıma odaklanmış bir çizgi izlememek KESK’in kitleler içerisindeki gücünü zayıflatan bir rol oynamaktadır. Bu ise gerici odaklar tarafından beslenen “ancak bu kadar olabiliyor” gibi bir düşüncenin kitleler içerisinde gelişmesi sonucunu doğurmakta, bilinç bulanıklığını beraberinde getirmektedir. Eğer KESK, kendi kuyusunu kazmak istemiyorsa, 23 Mayıs sonrasını da planlamak ve Kamu-Sen’in getireceği sınırlamalara takılmadan yönünü çizmek zorundadır. Aksi bir durum kamu emekçilerinin beklentilerini ortada bırakmak anlamına gelecektir.

Sosyalist Kamu Emekçileri