Kapitalistler işçi sınıfını yönetebilmek, koyu kölelik koşullarını dayatabilmek için on yıllardır edindikleri yönetme deneyiminin bir parçası olarak sınıfı farklı savlarla bölmeyi temel amaçlarından birisi haline getirmişlerdir. Bir avuç asalağın, milyonlarca işçinin yarattığı değerlere el koyarak yaşayabilmesi, sömürü düzenini koruyabilmesi, hatta işçi sınıfı üzerinde kurduğu kölece egemenliği kabul ettirebilmesi bir yönüyle buna bağlı. Marx, burjuvazinin iktidarda kalabilmesinin en önemli unsurlarından birisinin de “kendi çıkarlarını toplumun geniş kesimlerinin ortak çıkarıymış gibi gösterebilme” yeteneği olduğunu vurgular.
İşçi sınıfının, bugünün Türkiye'sinde olduğu gibi toplumun büyük bir bölümünü oluşturan üretici güç olarak kendi sınıf çıkarları temelinde birleşmesi, ortak mücadelesinin yaratılması sermaye düzeninin kabusudur. Sermaye düzeni işçi sınıfına dayattığı kölece çalışma ve yaşam koşullarını bizzat işçi sınıfının parçalı ve dağınık tablosu üzerinden hayata geçirebiliyor. Kimi zaman dinsel kimi zaman etnik ayrımları körükleyerek, kültürel farklılıkları temel eksen haline getirerek, kimi zaman da hepsini bir arada kullanarak ayakta kalmaya çalışıyor. Fabrikada aynı tezgah başında çalışan, benzer koşullara katlanıp yaşayan işçilerin ortak sorun ve çıkarları uğruna adım atmaları bu yolla engelleniyor. Yapay ayrımlarla, sermaye düzeninin gerici politikalarının eklentisi bir işçi sınıfı kitlesi yaratılıyor.
İşçi sınıfını bölmek, güçten düşürmek için sadece bu tür yapay ayrımlara değil, aynı zamanda üretim süreci içinde hataya geçirilen uygulamalara başvuruluyor. Kadın-erkek-göçmen işçi ayrımı, performans ve buna dayalı ücret, prim gibi uygulamalar, taşeron-kadrolu ayrımı, aynı işi yapan işçiler arasında farklı ücret skalaları vb. uygulamalar, bu tabloyu tamamlayan temel taktikler olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’de işçiler sefalet ücretlerine mahkum edilmiş, her türlü sosyal haktan mahrum, kuru maaşla yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Kriz koşullarında faturanın ağırlığı yaşamı iyice çekilmez hale getiriyor. Bu tablo karşısında ilk elden ücretlerin artırılması yakıcı talebi, işçilerin duyarlılığının odak noktası durumunda. Ancak sınıfın parçalı ve dağınık yapısı, mücadele zeminlerinin zayıflığı, bunun bir sınıf mücadelesi gündemi olarak değil, bireysel çabalar, kişisel ihtiyaçlar temelinde gündeme gelmesine yol açıyor. Sermaye düzeni ve sendikal bürokrasi bu çarpık düşünceyi bilinçli bir tarzda okşuyorlar. Sınıfın birleşik mücadelesi ile püskürtülebilecek sefalet ücretleri dayatmasını, işçilerin bireysel tutumlarına, yaklaşımlarına, daha disiplinli çalışmalarına vb. indirgiyorlar. İşçiler nezdinde de hatırı sayılır bir karşılığı olan bu tablo aşılabilmelidir.
***
TİS süreçlerinde, karşımıza çıkan kıdem zammı tartışması tam da bu gerçeklik üzerinden hayat buluyor. Birçok işçinin de önemli bir talep olarak ileri sürdüğü kıdem zammı, fabrikalarda aynı işi yapan, aynı tezgahta çalışan işçilerin birbirleriyle rekabet etmesi sonucunu doğuruyor. Sermayedarların ve sendika ağalarının özel olarak körükledikleri bu çarpık bilinç, örneğin TİS süreçlerinde dahi farklı zam oranları üzerinden işçilerin taleplerini ortaklaştıramaması sonucunu doğurabiliyor. TİS taslaklarında istenilen zam oranları eski-yeni işçi ayrımı üzerine kuruluyor. Bu ayrıma göre farklı ücret ve sosyal haklar isteniyor. Bu ise eski işçinin yeni işçinin koşullarını önemsememesinin, yeni işçinin ise eski işçiye güvensiz ve tepkiyle yaklaşmasının zemini haline geliyor. Fabrikada bir ve ortak olan sorunlara karşı işçiler kendi taleplerini kıdem yıllarına göre kutuplaşarak ortaya koyuyorlar.
Kıdem zammı istemi, temelde yıllardır fabrikada çalışan işçilerin sefalet düzeyinde olan ücretlerini artırmak için ileri sürdükleri bir talep. “Yıllardır emek harcıyoruz, işe yeni giren bir işçiyle nasıl aynı ücreti alırız” düşüncesiyle gerekçelendiriliyor. Bu talep ilk bakışta mazur görülebilir fakat yaşanan somut deneyimlerin de birçok kez gösterdiği üzere, işçilerin birleşik mücadelesinin önündeki en temel engellerden birisi olduğu gibi düşük ücretler sorununu da ortadan kaldırmıyor. Hatta kimi zaman, eski-yeni ayrımıyla işçilerin birbirlerine düşmanca tutumlar alınmalarının da vesilesi oluyor.
Kıdem zammı işçileri bölmenin yanı sıra hak mücadelesi açısından da meşruluğu tartışmalı bir sonuç yaratıyor. Aynı işi yapan, aynı koşullarda yan yana çalışan ve esasta üç aşağı beş yukarı aynı sefalet ücretine talim eden işçilerin farklı ücretler alması gerektiğini savunmak işçilerin tutumu olamaz. İşçiler kıdem zammı ve bunun yaratacağı ayrımlar, bireysel çabalar değil, eşit işe eşit ücret temelinde, insanca yaşamaya yeten ücret mücadelesini güçlendirebilmeli, bu tutumun savunucusu olabilmelidirler. Sefalet ücretlerinin nedeni eski ya da yeni işçiler değil, bizzat bu sömürü düzeninin kendisidir.
***
Sermayedarların ücretleri aşağıda eşitleme eğilimi ve fabrikaların büyük bir bölümünü oluşturan yeni-genç işçiler gerçeği orta yerde duruyor. Sendika bürokratları TİS taslaklarında eski ve yeni işçilere farklı oranlarda istedikleri zam taleplerinin ortalamasını alarak laf cambazlığı yapıyor, sanki çok yüksek oranlar istiyorlarmış algısı yaratmaya çalışıyorlar. Öte yandan TİS süreçlerinin ardından daha yüksek ücret alanların kıyıma uğraması ve yerine düşük ücretlerle yeni işçilerin alınması rutin bir uygulama. Metal fabrikalarının %60'ından fazlasının yeni-genç işçilerden oluştuğu, sirkülasyonun süreklilik kazandığı ise herkesin bildiği bir gerçek. Bütün bunlar, yeni işçilerin olduğu gibi eski işçilerin -kıdem zammı alsalar dahi- sefalet ücretine çalıştıkları gerçeğini değiştirmiyor.
Tüm bu veriler ışığında eşit işe eşit ücret talebi ve sefalet ücreti dayatmasına karşı işçilerin birleşik mücadelesi TİS sürecinin önemli bir mücadele gündemi olarak öne çıkartılmalıdır. İşçileri bölmeye, güçten düşürmeye ve bu yolla sömürü zincirlerini kalınlaştırmaya çalışan sermaye düzeni ve onların ayakçı takımı sendika ağalarına karşı yakıcı bir ihtiyaçtır bu.
Eşit işe eşit ücret talebi, var olan yanlış algıların aksine, herkesin aynı ücreti alması değildir. Bu yapılan işin niteliği, üretkenliği vb. gözetildiğinde doğru da değildir. Eşit iş tanımlaması, yapılan işin niteliği açısından yapılan bir vurgudur. Aynı nitelikte iş yapan işçilerin aynı ücreti alabilmesidir.
Eski yeni işçi ayrımı gözetmeksizin işçi sınıfı insanca yaşanabilecek bir ücret için birleşik mücadelesini, dayanışmasını güçlendirmeli, yapay ayrımlara, ortak mücadeleyi zayıflatan tutumlara prim vermemelidir.
E. Eren Yılmaz