İşçi ücretlerine yapılacak zam oranları, TİS süreçlerinin temel tartışması olarak öne çıkıyor. Hatta TİS denince işçilerin aklına genelde ve sadece maaşlara yapılacak artışlar geliyor. Bu, sermayenin ve sendika ağalarının özel çabaları ile giderek yerleşen bir algı haline getiriliyor.
Bu ülkede işçi sınıfı çok yönlü ve çok boyutlu sorunlar yumağıyla boğuşuyor. Ücret konusu bunun öne çıkan başlıklarından biri. Ağır çalışma koşulları altında ezilmek ve karşılığında alınan ücretlerin yaşamı idame etmeye dahi yetmemesi, işçilerin tepkisinin odak noktası haline geliyor. Kendiliğinden ve doğal tepki olarak ekonomik talepler istemi bu somutluk üzerinden ortaya çıkıyor. Bu, TİS süreçlerinde ücret merkezli tartışmaların da zemini oluyor. İşçilerin bu doğal ve kendiliğinden reflekslerini sınıf mücadelesini zayıflatmanın bir unsuru olarak değerlendiren sendika ağaları, sendikal mücadeleyi ücret mücadelesi derekesine indirgemeye özel bir gayret harcıyorlar. Bunu ise TİS masalarında “üç aşağı beş yukarı” pazarlık konusu haline getirerek, büyük gürültüler eşliğinde “sınıf mücadelesini” noktalıyorlar. İşçilerin tabandan basıncını hissetmedikleri her durumda, sefaletin sefaletine imza atarak hem de…
Sınıf mücadelesinin dağınık ve parçalı yapısı, sendikal ağalık düzeninin bunu besleyen uğursuz misyonu ve bunların doğal sonucu olarak karşılaşılan kölece çalışma ve yaşam koşulları salt ücretler sınırına elbette daraltılamaz. Ücretler çok yönlü sorunlar silsilesinin bir ayağıdır. Tablonun bütününü görmek ve buna göre hareket etmek kritik bir noktada duruyor. Çünkü sorun sadece sömürüyü sınırlandırma değil, ortadan kaldırma mücadelesi içinde kalıcı bir çözüme kavuşturulabilir. Ancak bu gerçeklik, işçi ücretlerinin yükseltilmesi için sermaye ile girişilecek mücadelenin önemini ve ihtiyacını yadsımak anlamına da gelmez. Tersinden, sınıf mücadelesinin, bilinç ve örgütlülüğün zayıflığı koşullarında, doğal tepki olarak yakıcılığı yaşamın somut gerçeklikleri üzerinden hissedilen “ücret mücadelesini” çok daha özel bir hale getiriyor.
***
İşçi ücretlerinde artış ya da eksilme, kapitalist sömürünün artması ya da azalması kapsamında değerlendirilmesi, buna uygun bir bakış ile yaklaşılması gereken temel bir sorun durumunda. Aynı anlama gelmek üzere TİS süreçleri de ekonomik-sosyal bir dizi boyutuyla sömürüyü sınırlandırma mücadelesidir. Bu mücadele içinde sınıfların karşılıklı gücü ve mücadele kapasitesi sınıf mücadelesinin seyrini belirliyor.
Sınıf mücadelesi tarihi, bu konuda da yeteri açıklıkta bir dizi veri sunuyor. Konumuz ücret olduğu oranda, ücretlerin arttığı ya da azaldığı dönemlere bakıldığında sınıf mücadelesinin seyriyle paralellik gösterdiği görülür. Ücretler hiç de işçi sınıfına empoze edilmeye çalışılan “ekonomik refah düzeyi”ne göre belirlenmemektedir. Kişi başı milli gelir açıklamalarında binlerce dolar ifade edilir fakat milyonlarca işçinin mecbur bırakıldığı asgari ücret hep sefalet ücretidir.
***
Kapitalizm işgücünü meta haline getirmiştir. Bu sistemde her şey piyasa koşullarına göre şekillenir. Her şey alınıp satılabilir durumdadır. İşçilerin ise bu düzende sadece satabilecekleri emek güçleri vardır ve yaşayabilmek için pazara onu çıkartmak zorundadır. İşçi, canında kanında bulunan, kendine özgü olan bu meta ile pazarda alıcı arar. Sermayedar bir meta olarak emek gücünü, fabrikasında bir değer yaratabilmek için belirli bir zaman dilimi için kiralar. İşçi örneğin 8 saatlik çalışması karşılığında 8 birimlik bir değer yaratır. Bu yarattığı değerin 1 birimini yani 1 saatlik çalışma süresini kendisi için çalışmıştır. Kendi ücreti buna tekabül ediyordur. Bu 1 birim, işçinin işgücünü yeniden üretebilmesi için yetecek ücret kadardır. Barınma, beslenme, yeni işgücü yaratma vb.nin asgari sınırı olarak. Bir metanın fiyatı nasıl belirleniyorsa, bir meta olarak işgücünün fiyatı da öyle belirlenir. Hammaddeyken başlayan, pazara çıkana kadar geçen süreç boyunca harcanan emek gücü miktarına göre...
Bilim ve tekniğin gelişmesi üretim süreçlerine doğrudan yansıyor ve bu gelişim artık çok daha kısa sürelerde çok daha fazla üretim gerçekleştirilmesine olanak sağlıyor. Dakikada bir tane araba çıkartan bir otomotiv fabrikasında çalışan bir metal işçisi, gün içinde artık dakikalarla sınırlı bir zaman dilimi boyunca kendisi için çalışıyor. Örneğimizde işçinin kendisi için olanın dışında geriye kalan 7 birimlik değerin diyelim ki 2-3 birimi de diğer üretim maliyetleri (hammadde, makine vb.) için kullanılıyor. Geriye kalan 5 birimlik değere sermaye sınıfı el koyuyor. İşçinin kendisi için yarattığı değerin yanı sıra diğer üretim maliyetlerinin çıkartılması sonucu oluşan bu fazla değere (artı-değer) el konulması, sömürünün özüdür.
***
Ücret artışları konusunda sermayenin, sendika ağalarının koparttığı kuru gürültünün, rakam oyunları olmak dışında bir anlam ifade etmeyen yüzdelik oranların bu gerçeklik karşısında hiçbir hükmü bulunmuyor. İşçi sınıfı ücretlerini artırmak için giriştiği mücadeleden kazanımla çıktığında, gerçekleşen sömürüyü sınırlandırmış, yani art-değerden aldığı payını artırmış, patronların el koyduğu miktar ise azalmıştır. Dolayısıyla sendika ağalarının dillerine pelesenk ettikleri “kazanacağız-kazandıracağız” söyleminin, gerçeklerin üzerini örtme, sömürüyü gizleme dışında bir anlamı yoktur. Ücret mücadelesi, bunu artırma çabası ve isteği bu nesnel gerçeklik üzerinden düşünülmelidir. Kapitalist düzen, tüm kurumlarıyla bu gerçekliklerin üzerini örtmeye çalışıyor. İşçilerin yarattığı değere el koyan asalaklar gerçeğini, işçilere ekmek kapısı açan işverenler imajıyla değiştirmeye gayret ediyor.
Metal TİS sürecinde, üstelik kriz koşullarında yetkili sendikaların taslaklarına yazdıkları %26-%34 oranları, işçilerin yakıcılığını hissettikleri, bir parça daha rahat yaşayabilmelerini sağlayabilmekten bile çok uzak, algıları bulandırmaya dönük rakamlardır. Sanki MESS lütfedecek, cebinden 3-5 kuruş fazla verecek algısının propagandası yapılıyor.
Asgari ücret açlık sınırının altında seyrediyor. Ve bugün neredeyse bütün metal fabrikalarında işe yeni giren işçiler -ki artık fabrikaların büyük bir bölümünü oluşturuyorlar- asgari ücret ya da biraz üstünde ücretle işe başlıyorlar. İkramiyelerin, diğer kısmi sosyal hakların maaşlara yedirilerek verilmesi bu gerçekliği perdelese de metal işçilerinin büyük bir bölümünün açlık sınırının altında bir ücretle çalıştığı gerçeği gizlenemiyor. Krizin yükünün işçilere yüklendiği bugünlerde tablo daha da ağırlaşıyor. Sermaye kâr oranlarını korurken, hatta artırırken, bir yandan da krizi fırsata çevirerek işçilerin sömürü zincirlerini kalınlaştırıyor. Hükümeti, medyası, devlet bütçesi bunun için seferber edilmiş durumda.
Sendikal ağalık düzeni her TİS sürecinde sahnede aynı oyunu oynuyor. Yüzdelik dilimlerle laf cambazlığı yapılıyor. İşçilerin kendi yarattıkları değerlere yabancılaşması sağlanıyor. Sendikaların başına çöreklenmiş ağalar, sendikaların esas işi olan işçinin sömürüsünü sınırlandırma mücadelesinden dahi çark ederek, sınıf mücadelesini içten çürüten bir misyon oynuyorlar.
***
Metal işçisi içinden geçtiği Grup TİS sürecine, bu süreçte yakıcılığını her gün biraz daha fazla hissettiği ücret zamlarına bu gözle bakabilmeli, insanca yaşayabilecek bir ücretin ancak sınıf mücadelesinin güçlendirilmesi sayesinde olanaklı olduğu gerçeğine dayanarak safları sıklaştırmalıdır. Sorun MESS kodamanlarının ne kadar vereceği değil, işçi sınıfının kendi yarattığı değerler içinden daha fazla pay almak için güçlü bir mücadele örecek kanalları yaratıp yaratamadığıdır. Bunu sömürüyü toptan ortadan kaldırmaya dönük mücadelenin bir parçası olarak değerlendirip değerlendiremediğidir. Bu TİS sürecinden kazanımla çıkabilmek buna bağlıdır. Metal işçisi birliğini kurup, fabrika fabrika örgütlendiğinde bunu yapabilecek güçte olduğunu birçok kez kanıtlamıştır.