Kapitalist sisteme can veren olgu, işçinin emek gücünün sömürüsüdür. Kapitalist sisteminin doğası gereği patronlar ilk elden hep işçi maliyetlerini, özellikle işçi ücretlerini düşürmenin, işçilerin genel yaşam standartlarını asgarinin de altına çekmenin yollarını ararlar. Daralan pazarlar, aşırı üretim ve ekonomik krizler patronların bu güdüsünü sürekli olarak diri tutar.
Diğer yandan kapitalistler üretim ve pazarda satış için gerekli her şeyde kesenin ağzını sonuna kadar açar, hiçbir kısıtlamadan kaçmazlar. Araştırma-geliştirme adı altında ürünleri daha hızlı üretmek ve daha hızlı satmak için ellerinden geleni yaparlar. Günümüzdeki Endüstri 4.0 gibi teknolojik gelişmeleri yakalamak, nitelikli ve teknik gelişmelere uygun işgücü yetiştirmek amaçlı mesleki eğitime yönelik teşvikler ve üretilen ürünlerin satılması için ayrılan devasa reklam bütçeleri bu konuda yeterli fikir vermektedir.
Sömürücü bir sınıf olan, sömürü ile kendini var eden burjuvazi aynı hassasiyeti işçinin ücreti söz konusu olunca göstermez. Çünkü herhangi bir kapitalist, işçinin emek gücünü katarak ortaya çıkardığı zenginlikten işçiye ne kadar az verirse, kendisi o kadar büyür, o denli de kapitalist rekabet koşullarında hayatta kalabilir. Bu nedenden ötürü Marx, kapitalistleri hep vampirlere benzetir. Vampirlerin hayatta kalmak için kana ihtiyacı vardır. O kan ise işçinin emek gücünü katarak yarattığı değerin cüzi bir kısmını oluşturan ücret ayrıldıktan sonra kalan fazladan değerdir. Bilinen adıyla kâr ya da artı-değerdir.
Kısacası dünyanın genelinde tekrarlanan ve ülkemizde de hayatı çekilmez hale getiren ekonomik kriz süreçlerinde, işçi sınıfının daha fazla yoksullaşmasının patronlar açısından bir mantığı vardır. Onlar vücutlarında dolaşan kan miktarının azalmaması için işçilerin hayatlarından çalarlar. Sürekli bir biçimde, kriz dönemlerinde daha şiddetli bir tarzda, hep işçilerin ücretlerini ve haklarını eritmenin, yani işçi maliyetlerini düşürmenin yollarını ararlar.
Bu nedenle işçilerin büyük mücadeleler sonucu elde ettikleri sosyal haklar eritilmeye, gözden uzaklaştırılmaya, parçalanmaya, zamanla yok edilmeye çalışılır. Günümüzde en iyi örnek ikramiyeler, eğitim, çocuk, yakacak, erzak vb. gibi sosyal hakların maaşlara bölünerek verilmesidir. Aslında bu şekilde iki boyutlu bir amaç gerçekleşir. Birincisi, sosyal haklar parçalanarak anlamsızlaştırılır ve ikincisi, düşük olan ücretler, maaşlara bölünen sosyal haklarla şişirilir.
Örneğin, sözleşme görüşmelerinin sürdüğü metal işkolunda, 140 bini aşkın işçinin tabi olduğu sözleşme kapsamında çalışan işçilerin ortalama net saat ücreti 11,2 lira civarındadır. Bir günde 7,5 saat çalışan bir işçi toplamda 84 lira alabiliyor. 4 kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmek için gerekli bir günlük gıda masrafı ise 67,1 liradır. Yani barınma, faturalar, giyinme, sağlık, ulaşım gibi temel ihtiyaçlar için sadece 14 lira kalıyor. Sosyal haklarla buna günde 40-45 lira daha eklenerek ücretlerin düşüklüğü/yetersizliği gizlenmeye çalışılıyor. Metal işkolu gibi sanayiinin kârlı bir alanında bile işçiler aslında neredeyse sefalet ücretine çalıştırılıyorlar.
Sözde yüzyılın sözleşmesini imzalandığını iddia eden, işçileri temsilen masaya oturan sendika yönetimlerinin “ben imzaladım” diye övündüğü bir işkolunda tablo böylesine vahimdir. Metal işçisinin taleplerini göz ardı ederek yeni sözleşme süreci için taslaklarını sunan sendikaların isteklerinin “boş” olmasının nedeni bu tablodur. Ayrıca günlük gıda masraflarının saptanmasında, masadaki sendikalardan biri olan Birleşik Metal-İş’in verilerinin baz alınması da ayrı bir ibretlik durumdur.
İşçiler ücretlerinin düşüklüğünün, ikramiye ve sosyal hakların maaşlara bölünmesiyle sosyal haklarının gasp edildiğinin farkındadırlar. Bu yüzden hangi işkolunda olursa olsun bu ödentilerin maaşlardan ayrılmasını istiyorlar. Bu istek metal işkolunda çalışan işçilerce de sahipleniliyor. İşçiler ağır sömürüyü gizleme aracı olarak kullanılan söz konusu yönteme (sosyal hakların maaşlara yedirilmesine) karşı çıkmalıdırlar. İkramiye ve sosyal hakların maaşlardan ayrılması, ücretlerin düşüklüğünü ve patronların elde ettiği kârları daha görünür kılacak, işçi ücretlerinin yetersiz olduğunu daha fazla gösterecektir.
Taslaklarına işçilerin bu talebini koymayan, koysalar da bunu bir mücadele konusu etmeyen sendika ağalarının, işçilerin bu hakkını almak gibi bir niyeti yoktur. Çünkü onlar da süte su koyup satmaya çalışan kurnaz esnaflar gibi, ikramiye ve sosyal hakları imzaladıkları satış sözleşmesini şişirmek için kullanıyorlar. Bir bakıma ikramiye ve sosyal hakları kendi etkisizliklerini gizlemenin perdesi yapıyorlar.
Metal işçisi, kriz koşullarında olduğumuz bugünlerde ikramiye ve sosyal hakların ücretlerden ayrılması talebinin yakıcılığını daha fazla hissetmektedir. Patronların hedefi ise maaşa bölünerek verilen sosyal hakları ve ikramiyeleri krizi bahane ederek ortadan kaldırmaktır. Onlar sözleşme sürecini bu doğrultuda kullanıp, kendilerini bu yükten kurtarma hevesindeler.
Patronların bu hevesini kursağında bırakmak için sözleşme sürecindeki metal işçileri, Metal Fırtına’da olduğu gibi birlikte hareket etmeli, sosyal haklarına sıkıca sarılmalıdırlar. Metal işçisi bugün kuşa dönen en temel haklarından biri olan ikramiye ve sosyal hakların maaşlardan ayrılması ve geliştirilmesi talebini, birliğini inşa ettiğinde ve kararlı mücadele yürüttüğünde elde edebilecek güce sahiptir.