Hem Türkiye hem de dünya genelinde patronlar emekçilere yönelik amansız bir saldırı kampanyası sürdürüyorlar. Son aylarda dünyanın dört bir yanında yaşanan direniş örnekleri saldırıların sadece Türkiye ile sınırlı olmadığını gösteriyor. Türkiye’deki saldırılar 1980 askeri faşist darbesinden bu yana hız kesmeden devam ediyor. Özelleştirmeler, sendikasızlaştırma, çalışma yaşamının esnekleştirilmesi ve kuralsızlaştırılması, ücretlerin sefalet derecesine indirilmesi ve büyüyen işsizlik bütün bu sürecin köşe taşları oldular.
Bugün ise ekonomik krizin açmazlarından kurtulmaya çalışan AKP iktidarı ile -krizi, büyümenin ve yeni sermaye birikimleri yaratmanın fırsatına çevirmeye çalışan- patronlar, IMF raporlarından bozma CB Kalkınma Planı, YEP gibi programlarla işçi sınıfının haklarına el koymanın yeni yollarını arıyorlar. Hedeflerinde, işçilere iş güvencesi de sağlayan kıdem tazminatı gibi son kazanımlar var.
Yine ayrı bir cephede, Koç sermayesi öncülüğünde patronlar tek bilek olmuş, toplu sözleşmeler yoluyla yeni kölece çalışma rejimini sağlamlaştırmak istiyorlar. Kamudaki işçi ve memur sözleşmeleri ile TÜPRAŞ ve cam işkolundaki TİS’leri dayanağa dönüştüren sermayedarlar, son olarak MESS Grup TİS kapsamındaki 140 bini aşkın metal işçisini köleliğe razı etmenin planlarını yapıyorlar.
Patronlar istedikleri çalışma rejimi için Metal Grup Toplu İş Sözleşmeleri üzerinden bir nevi önemli bir raunda çıkıyorlar. Süreç, işçi sınıfı açısından da böyle bir anlam taşımaktadır. MESS patronlarının sözleşme görüşmelerini geciktirmesinin temel sebeplerinin başında, AKP iktidarının uygulamayı düşündüğü saldırı programını görmek ve buna göre konumlanmak geliyor.
Koç’un başını çektiği MESS kodamanlarının, sözleşme öncesindeki süreçte Yönetim Kurulu Başkanlığına ve TİSK Başkanlığına, Koç’un işçi düşmanı politikalarının yaratıcısı aynı ismi getirmeleri, sermayenin, metal işçisi karşısında bir bütün olarak hareket ettiğini gösteriyor. Bunun yanına siyasal iktidarı, yani AKP’yi de eklediğimizde, bir yanda saldırı dalgası altındaki işçi sınıfını temsilen metal işçisi, diğer yanda ise kapitalist Türkiye’nin asalak her kesimi yer almaktadır.
Dünyada emekçilerin hareketlendiği ve saldırı dalgasına karşı sokaklara döküldüğü bu evrede sermayenin bir bütün olarak davranma çabası tek başına bir gücün değil, aynı zamanda bir korkunun ifadesidir. Emekçilerin ortak tepkisinin Türkiye topraklarında sosyal patlamaya dönüşmesinden, işçi sınıfının topyekun bir karşı koyuşundan çekiniyorlar. Ki emekçileri sokağa dökecek ve birleştirecek birçok koşul mevcuttur.
Bu saldırı ve kölelikten çıkışın tek bir yolu vardır: Sermayenin ve AKP iktidarının en korktuğu şey olan, işçi sınıfının ortak mücadelesi! Ancak işçi sınıfının ortak mücadele kanalları sınırlıdır. Sendikaların bürokratlar tarafından ehlileştirilmesi bu kanalları büyük oranda tıkadı. Yine de metal TİS’leri ortak mücadelenin zemini olmayı sürdürüyor.
Metal işçisi ülke ekonomisinde ve işçi sınıfının mücadele tarihinde en özel deneyimlere sahip kesimi temsil etmektedir. Tüm kötürümleştirme çabalarına rağmen metal işçileri, 2015 yılındaki Metal Fırtınası ile tüm ülke genelinde fabrika ayrımı yapmadan metal işçilerinin ortak mücadelesini yarattılar. Metal işçisi fabrikalarda bölüm bölüm bağımsız komitelerini kurarak sürece yön verdi. Topluma kan kusturan sermaye ve AKP iktidarının eli kolu, Fırtına’nın güçlü estiği 15 gün boyunca bağlı kaldı.
İşçi sınıfını birleştiren sebepler tarih boyunca hep yakıcı ihtiyaç ve talepler olmuştur. Bugün dünden daha fazlası ile bu koşullar mevcuttur. Metal işçisinin sözleşme yolu ile kölelik dayatmalarına karşı koyma çabası, işçi sınıfının karşı koyuş gücüne ivme kazandıracaktır. 2015 yılındaki Metal Fırtınası’nın ardından, birçok sözleşmede işçilerin kölelik dayatmalarını kabul etmeyerek grev silahına sarılma eğilimlerini besleyen metal işçisinin karşı koyuşuydu.
Metal Fırtınası’nı yaratan da tek başına bir fabrikanın karşı koyuşu değildi. Metal Fırtınası sendikal ağalık ve MESS düzenine bütün metal işçisinin karşı çıkmasıydı. Hareket bir fabrikadan çıkıp bir başkasına yayıldıkça güçlendi. Tek başına kalıp ezilmekten kurtuldu. Ancak sonrasında sermayenin ve AKP’nin yoğun çabaları hareketin birleşik karakterini çözmeye, işçileri bölüp ayrıştırmaya başladı. Sonunda yalnızlaşanlar, ortak hareketten kopanlar kazanabileceklerinden daha azı ile yetinmek zorunda kaldılar. İlk başta işçilerin fabrika komiteleri ve fabrikalar arası kurulları ile büyüyen Metal Fırtınası, yine bu araçların zayıflaması ile güç kaybetti. Fakat metal işçisi, tüm deneyimsizliğine, örgütsüzlüğüne ve bilinçsizliğine rağmen sermayedarlara geri adım attırmayı başarabildi.
Özetlediğimiz bu tablo içerisinde metal işçisi, ülkenin en azılı patron kesimi olan MESS ile bir savaşım içerisinde. Bugün bu savaşımın yoğunluğu sınırlıdır. Ancak sürecin ilerlemesi ile yoğunluğun ölçüsü de değişecektir. Metal işçisinin atacağı adımlar ortak mücadelenin zemini haline dönüştürülebilir.
Bunun için, mevcut bilinç ve örgütlülüğe takılmadan, metal işçisinin karşı koyuşunu güçlendirecek bir yönelim ve çaba içerisine girilmelidir. Metal işçisini sözleşme sürecinin bir parçası haline getirmeye çalışmak, sözleşme sürecini sürekli gündemde tutmak ve bu vesile ile işçileri sınıf bilinci planında eğitmeye odaklanmak gerekmektedir. Bu çaba aynı zamanda fabrikalarda yan yana getirilebilecek tüm güçleri yan yana getirmek, ortak hareket etme yeteneği kazandırmak, gelişmeler karşısında metal işçisini direniş ve ortak mücadele için donatmak manasına geliyor.
MESS grup toplu sözleşme sürecinde metal işçisinin elde edeceği kazanımlar, bilinç ve örgütlülük düzeyinin gelişmesi ve sermayeye geri adım attırma başarısı, yoksulluğun pençesindeki milyonlarca emekçinin birleşik mücadelesinin önünü açabilme potansiyeli taşıyor.
Kocaeli’den bir MİB’li