Kamu emekçileri ve toplu sözleşme süreci

Siyasal atmosfer toplumsal mücadele dinamikleri ve emekçilerden yanadır. Ekonomik kriz gündemi ve buna denk düşen talepler, aynı zamanda demokratik hak ve istemler somut bir biçimde emekçilerin gündemine taşınabilmedir. Sürecin özneleri kendi taleplerine sahip çıktığı oranda taleplerin toplumsallaşması ve kitlesel sahiplenmeye uygun bir politik atmosfer bulunmaktadır. Bu fırsat değerlendirilebildiği ölçüde başarılı bir TİS süreci geçirmekten çok daha fazla şey kazanılabilecektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 18 Temmuz 2019
  • 17:51

1 Ağustos tarihi itibariyle hükümet ile yetkili sendika olan Memur Sen arasında, diğer iki büyük konfederasyon Türk Kamu Sen ve KESK’in de katılımıyla, 2020-2021 yıllarını kapsayacak olan toplu sözleşme görüşmeleri başlayacak. Sözleşme yaklaşık 3 milyon fiilen çalışan, 2 milyon da emekli kamu emekçisini ilgilendiriyor. Görüşmeler emekçilerin ekonomik-demokratik talepleri ve siyasal gelişmelerin yarattığı imkanlar bakımından önem taşıyor.

Son 4-5 dönemdir hükümet ve artık onun sendikası olduğu herkes tarafından tescillenip kabul görmüş bulunan Memur Sen’in yürüttüğü TİS süreçleri önemini yitirmişti. Yandaş sendikanın TİS’i satacağı ve emekçiler lehine elle tutulur bir şey yapmayacağı gerçeği maalesef kanıksanmış durumdaydı. Memur Sen dışında tabloyu değiştirme imkan ve potansiyeline belli bakımlardan sahip olan KESK ise yıllardır etkili bir mücadele programı ve pratiği ortaya koyamadı. TİS sürecinin emekçiler gözünde önemini kaybetmesi ve satışın bir yılgınlık içinde kabullenilmesinin nedenlerinden biri de buydu.

Ancak yerel seçimler vesilesiyle ülkede yaşanan siyasal gelişmeler ve bu gelişmelerin emekçilerde yarattığı etkiler, tabloyu kendi lehimize değiştirebilmenin ilk emarelerini de göstermiş bulunuyor. Özellikle kriz olgusu kuvvetli bir biçimde emekçilerin gündelik yaşamına damgasını vuran öncelikli sorun haline gelmiştir. Fabrikalarda düşük ücretlerle ve daha ağır yaşam koşullarında çalışan işçilere göre nispeten daha iyi ekonomik koşullara sahip görünmelerine rağmen kamu emekçileri de yaşamlarını dünkü gibi sürdürmenin koşullarından mahrum bırakılmış durumdalar. Kriz ücretlerin alım gücünü neredeyse yarı yarıya düşürdü, insanları daha fazla kredi batağına sürükledi ve genel bir yoksullaşma sürecini başlattı. Üstelik bu, en sıradan emekçi için bile her gün birebir yaşayarak deneyimlediği bir olgu haline geldi. Pazar ve market alışverişinin faturası, elektrik ve doğalgaza art arda gelen zamlar, çocuğu olanlar için her gün zamlanan temel ihtiyaçlar krizin her gün görünür olmasını sağlayan gerçekler durumundadır. Dolayısıyla kriz ve krizin emekçilerin yaşamına etkisi şu ya da bu burjuva propagandasıyla, sahte gündemlerle emekçilerin oyalanması çabasıyla gözlerden ırak tutulabilir olmaktan çıkmıştır.

Ekonomik krize paralel giden düzenin siyasal krizi de kamu emekçilerinin gündelik yaşamını belirleyen önemli gündemlerden biri haline gelmiştir. Biri genel biri yerel olmak üzere üst üste binen iki seçim, ardından İstanbul Büyük Şehir Belediye seçiminin yenilenmesi, emekçilerin politik yaşama ilgisinin uzun zamandır ilk kez bu düzeyde artmasına yol açtı. Bu olgu her eğilimden emekçiler için geçerli olmakla birlikte, toplumun aydın kategorisinin bir parçası olan bu kesimler daha çok statükoyu sorgulayan bir eğilime girmişlerdir. Belirgin olan eğilim “AKP’den umudun kesilmesi”, “yakında yıkılacağı beklentisi” ve henüz kendini nerede ifade edeceği belli olmayan yeni bir arayıştır.

Bir olumlu gelişme olarak şunu da ifade etmek gerekir: özellikle iptal edilen seçimden sonra İstanbul’da bulunan kamu emekçilerin ileri kesimlerinin önemli bir bölümü E. İmamoğlu’nun seçilmesini sağlayan toplumsal dinamiklerin şu ya da bu biçimde bir parçası oldular. Kendi öz sorunlarını dile getirip bunun için mücadele zeminleri bulamayan ya da yaratamayan emekçiler bir dönemdir siyasal ve toplumsal sorunların bir parçası olma yolunu tutabiliyordu. İptal edilen yerel seçim süreci ve sonrası gelişmeler bu eğilimi daha belirgin bir biçimde görmemizi sağlamış bulunuyor.

1 Ağustos’ta başlayacak olan ve aileleriyle birlikte düşünüldüğünde yaklaşık 15 milyon insanı ilgilendiren toplu sözleşme süreci bu koşullar içinde gerçekleştirilecek. Elbette sürecin öznesi olanların da bu koşulları tespit edip kendi tutumlarını bu olgulara göre belirlemeleri en önemli sorumluluk durumundadır. Yoksa başta belirtildiği üzere, kamu TİS süreçleri maalesef çürümüş ve işlevsizleşmiştir gelinen aşamada. Milyonlarca emekçi bu süreçten bir şey beklemediği gibi umutsuzluğa da kapılıyordu.

Emekçilerin TİS sürecine ilişkin kanıksanmış bu bakışı üzerinden hareket edilecek olursa tabloyu değiştirecek bir adımın atılması mümkün değildir. Ne var ki KESK’in TİS sürecine ilişkin yaptığı açıklamalarda bunun emareleri görülmektedir. Açıklamada kamu emekçilerinin bir dizi sorunu başarılı bir biçimde tespit edilmesine karşın, KESK iflas ettiği söylenen TİS sürecine ilişkin kendi somut tutumunu açık bir biçimde ortaya koymamış ve bunu ileri bir tarihe ertelemiştir. TİS görüşmeleri iki hafta sonra başlayacak olmasına rağmen kamuoyuna ilan edilmiş bir mücadele programı henüz ortada yoktur. Umarız bu sefer yanılırız. Ancak öyle görünüyor ki KESK bir kez daha kendisi bakımından bir toparlanma ve kayıplarını telafi etme sürecini kaçıracak ve erime sürecini devam ettirecektir.

Çöktüğü ilan edilen mevcut TİS mekanizmasının yerine koyulacak tek ve KESK’in de yapması gereken en önemli şey fiili-meşru mücadele çizgisinin hayata geçirilmesi için etkin bir seferberlik halidir. Masaya talepleri götürüp zaten sonucuna etki etmeyeceğinin baştan belli olduğu pazarlık masasından ikinci ya da üçüncü oturumda kalkmanın bir anlamı kalmadı. İhaneti ve iş birliğini teşhir etmek için yapıldığı söylenen bu taktiğin teşhir bakımından da işlevi olmadığını ifade etmek gerekir. Bu taktiğe verilecek dikkat ihanetçi sendikanın tabanına seslenmeye verilse çok daha verimli sonuçlar elde edilebilir.

Halihazırda seçimlerin ve seçim tartışmalarının büyük ölçüde geride kalmasıyla hakim toplumsal gündem ekonomik kriz haline gelmiştir. Bu durumda işyeri temelli yürütülecek etkin bir çalışmayla pekala yüz binlerce emekçinin dikkati TİS sürecine çevrilebilir. Kendi istem ve taleplerine etkin bir biçimde sahip çıkmaları sağlanabilir.

Bununla birlikte önemli demokratik taleplerden biri de KHK’lar ve ihraç emekçilerin durumudur. İhraçlar ve KHK’lar açısından da AKP sorgulanır durumdadır. AKP iktidarı daha çok hukuksal manevralarla süreci uzatan, emekçileri oyalayan bit taktik izlemektedir. Bunun teşhir edilmesi ve özellikle uluslararası hukuk alanında sorgulanması sağlanabilmelidir. Hükümetin yeni manevralarıyla, OHAL komisyonu, idari mahkemeye itiraz, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve nihayetinde AİHM derken ihraç emekçilerin geri iade süreci toplamda 15 yıla yayılmak istenmektedir. Bu belirsiz, çürütücü ve sonuçsuz bir süreçtir. AKP’yi hesap verme sorumluluğundan kurtaran bir adımdır ve hiçbir biçimde kabul edilmemelidir.

Sonuç olarak siyasal atmosfer toplumsal mücadele dinamikleri ve emekçilerden yanadır. Ekonomik kriz gündemi ve buna denk düşen talepler, aynı zamanda demokratik hak ve istemler somut bir biçimde emekçilerin gündemine taşınabilmedir. Sürecin özneleri kendi taleplerine sahip çıktığı oranda taleplerin toplumsallaşması ve kitlesel sahiplenmeye uygun bir politik atmosfer bulunmaktadır. Bu fırsat değerlendirilebildiği ölçüde başarılı bir TİS süreci geçirmekten çok daha fazla şey kazanılabilecektir.

KÇB’li bir eğitim emekçisi