8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. Bu 8 Mart’ı pandeminin ve krizin faturasının en ağır kısmının işçi ve emekçi kadınların omuzlarına yüklendiği, kadına yönelik baskı, şiddet ve kadın cinayetlerinin hız kesmeden devam ettiği bir süreçte karşılıyoruz. İşçi ve emekçi kadınların yaşadıkları çok yönlü sorunlar derinleşirken, bir yandan da tüm işçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırıların arttığı, tek adam rejiminin başta ilerici-devrimci güçler olmak üzere tüm muhalif kesimlere yönelik saldırılarında pervasızlaştığı bir dönemden geçiyoruz.
Kayyım rektör Melih Bulu’ya karşı Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan ve tüm üniversitelere yayılan eylemler tek adam rejimi karşıtı toplumsal bir öfkeye dönüştü. Bu süreç, tek adam rejiminin kendisine karşı biriken öfkeden duyduğu büyük korkuyla nasıl saldırganlaşabildiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Ama bir yandan kayyım rektöre karşı yükselen mücadele, diğer yandan pek çok fabrikada, işyerinde hak gasplarına karşı süren direnişler ve bu direnişlerde en önde yer alan kadın işçiler, tek adam rejiminin pervasız saldırılarına öyle kolay bir şekilde devam edemeyeceğinin işaretlerini veriyor. Tam da böylesi bir süreçte devrimci baharın çağrıcısı olan 8 Mart’ı tarihsel ve sınıfsal özüne uygun bir şekilde örgütleyebilmek sınıf devrimcileri açısından önemli bir yerde duruyor.
Dinci-gerici politikalar işçi ve emekçi kadınları hedef alıyor
Dinci-faşist rejim bulduğu her fırsatta kadın düşmanı politikaları hayata geçirme çabası içinde. Kadın hareketini ezmek için dinci-gerici politikalara sarılıyor. Bu kapsamda gündeme getirdikleri saldırıların başında İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmaları geliyor. Her fırsatta “aile yapısını bozduğu, sapkınlığı özendirdiği” vb. gerekçelerle İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını gündeme getiriyorlar. Kadın hareketinin eylemli tepkileri ve geniş kesimlerin sahiplenmesi ile geri adım atmak zorunda kaldıkları İstanbul Sözleşmesi tartışmaları son olarak Saadet Partisi ile gerçekleştirilen ittifak arayışı ziyaretinde gündeme geldi. Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk, AKP şefi Erdoğan’la yaptığı görüşmede, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması yönünde görüş birliği içerisinde olduklarını ifade etti. Doğru dürüst uygulanmayan bu sözleşme hale saldırının hedefi durumunda.
Diğer yandan, AKP-MHP iktidarı temsilcileri ve başta burjuva medya olmak üzere sözcülüğünü yapanlar her fırsatta kadın düşmanı söylemlere sarılmaya devam ediyorlar. Yaşadığı çifte sömürü ve karşı karşıya kaldığı şiddet pandemi döneminde daha da derinleşen işçi ve emekçi kadınların biriken öfkesinden duydukları korku açık bir şekilde görülüyor. Kuşkusuz bu kadar saldırganlaşmalarında toplumsal muhalefet içerisinde en diri ve canlı kesimi temsil eden kadın hareketinden duydukları korku da önemli bir rol oynuyor.
Dinci-gerici politikalar işçi ve emekçi kadınları hedef alırken, diğer yandan kadına yönelik şiddet katlanarak artmaya, vahşi kadın cinayetleri işlenmeye devam ediyor. Kadın katilleri “Öldürürüm, gider 4 sene yatar çıkarım” rahatlığıyla hareket ediyor. Bu vahşetin failleri iyi hal indirimi alıyor. Eşine ve kızına şiddet uygulayan erkek, “Beni şikayet ederseniz eğer bana birşey olmaz, 5 ay yatar çıkarım ama çıktığımda sizi öldürürüm” diyebiliyor. Sermaye düzeninin yargısı kadın katillerini koruyan-kollayan, adeta teşvik eden uygulamalarına devam ediyor.
Pandemi döneminde sömürü daha da arttı
Pandemi sürecinde kadın işçi-emekçilerin karşı karşıya kaldığı sömürü her geçen gün derinleşiyor. Pandeminin etkisiyle ev içi iş sorumluluğu, çocuk-hasta-yaşlı bakımı ihtiyacı artıyor. Yapılan araştırmalara göre, kadınların yaptığı ücretsiz bakım işleri pandemi sürecinin öncesine göre günde ortalama 2,1 saat arttı. Bu sebeple pek çok kadın kendi isteğiyle işi bırakmak zorunda kalıyor.
DİSK-AR raporuna göre 2020 Eylül’ünde kadın istihdamı %5.2 azaldı. Kadınlarda geniş tanımlı işsizlik %27,9’dan %34,8’e yükseldi. DİSK-AR verileri, istihdamda görünen ancak işbaşında olmayan kadın sayısının pandemi sürecinde yaşadığı artışı gösteriyor. Bir yılda bu sayı 5 katına çıkmış, bu artışta çalışan pek çok kadının kısa çalışma ve ücretsiz izne yönlendirilmesi etkili olmuştur.
Pek çok işyerinde ücretsiz izin ya da kısa çalışmaya yönlendirilenler ilk olarak kadınlar oluyor. “Ek gelir” olarak görülen, ev içi yükümlülükleri artan pek çok kadın da buna boyun eğiyor, güvencesizliğe itiliyor. Açlık sınırının da çok altında ücretlere mahkum edilen kadınlar başka bir dizi hak kaybı da yaşıyor. Pek çok işçi ve emekçi kadın, ücretsiz izin ya da kısa çalışma sebebiyle, son bir yılda 90 gün prim ödemesi zorunluluğunu yerine getiremediği için analık ödeneği alamıyor.
Direnişçi işçilerin yolunda mücadeleye!
Kadın düşmanı söylemler, kadına yönelik şiddete karşı alınmayan önlemler işçi ve emekçi kadınların ezilen cins konumunu beslemektedir. Böylece işçi ve emekçi kadınlar iş yaşamında karşı karşıya kaldığı sömürüye karşı da daha savunmasız hale getirilmeye çalışılmaktadır.
Ancak bu gidişata pek çok fabrika ve işyerinden kadın işçiler “Dur!” demektedir. Sinbo’da, Migros’ta, SML Etiket’te kadın işçiler mücadelede en ön saflarında durmaktadır. Ücretsiz izin, Kod 29 ve keyfi işten atmalara, sömürüye, mobbinge, tacize karşı direniş bayrağını yükselten kadın işçiler izlenmesi gereken yolu göstermektedir.
Önümüzdeki 8 Mart sürecinde direnen kadın işçilerin sesini tüm işçi ve emekçi kadınlara taşımak için tüm imkanlar zorlanmalıdır. Direnen işçilerin yolunda mücadele çağrısını en güçlü şekilde yapmak için tüm güç ve olanaklarla seferber olunmalıdır. Geçtiğimiz 25 Kasım’da Sinbo’da gerçekleştirilen etkinlik önemli bir deneyim olmuştur. Bu 8 Mart’ta da Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün tarihsel ve sınıfsal özüne uygun bir şekilde gerçekleşmesi için direniş alanları güçlendirilmelidir. En geniş bileşenler taraflaştırılmaya çalışılarak, direniş alanlarının miting alanlarına çevrilmesi için çağrılar yapılmalıdır.
Pandeminin yarattığı tüm kısıtlayıcı etkilere rağmen işçi ve emekçi kadınlara çok yönlü araçları kullanarak 8 Mart’ın güncel çağrılarını taşımak önemli bir yerde durmaktadır. Sınıf devrimcileri, tüm olanakları zorlayarak, işçi ve emekçi kadınlara bildiriler, duvar gazeteleri, stickırlar, toplantılar, basın açıklamaları ve başka yaratıcı yol ve yöntemlerle, hakları ve gelecekleri için mücadele çağrısını taşıyabilmelidir.
8 Mart’ta alanlara!
Geçtiğimiz 25 Kasım sürecinde “pandemi” gerekçesiyle her yıl Taksim’de gerçekleşen kadın eylemleri Kadıköy’e alınmıştı. Eylemlere öncülük edenlerin uzun süredir yasaklı geçen 25 Kasım-8 Mart eylemlerine katılan kitleyi yönlendirmek konusunda yaşadığı zorlanma görülüyordu. Hareketin militanlaşmasından, feminist hareketin çizdiği sınırları aşmasından duyulan korku son 25 Kasım’da kendisini Kadıköy kararında göstermişti. Bugün ise Boğaziçi eylemleri birlikte Kadıköy de yasaklı alanlar arasına sokulmuştur. Pek çok yerde eylem alanları pandemi bahanesi ile yasaklanmaktadır. Tüm bu keyfi yasaklara karşı fiili-meşru mücadele bakışı ile hareket edilebilmeli, yasakların tanınmaması, barikatların aşılması için en geniş bileşene çağrı yapılmalıdır.
8 Mart günü gerçekleşecek eylemlere güçlü bir katılımı sağlamak, devrim ve sosyalizm çağrılarımızı, direnişçi kadın işçilerin sesini bu eylemlere taşımak önemli bir yerde durmaktadır. Direnişçi kadın işçilerin kendi talepleri ile bu eylemlere katılım sağlaması, kadın eylemlerini kadın sorununu sınıfsal boyutundan kopararak ele alan bakış açısına bir müdahale olanağı olarak değerlendirilmelidir.
Pandeminin ve krizin faturasına, kadına yönelik şiddete ve kadın cinayetlerine, çifte sömürüye, tek adam rejiminin tüm diğer saldırılarına karşı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde “Haklarımız ve geleceğimizden vazgeçmiyoruz!” çağrısını yükseltelim!