“Türkiye’nin iktisadi temele dayalı çok yönlü toplumsal krizi yılların değişmez olgusudur. Değişen yalnızca krizin şiddeti ve ağırlaşan toplumsal sonuçlarıdır. Bugün kriz tüm cephelerde ve her bakımdan daha da ağırlaşmış biçimiyle sürmektedir. Ekonomi iflas halindedir ve artık kontrol kaybedilmiştir. Halihazırda yaşanmakta olan, toplumsal faturası ağır bir sürüklenme halidir. Durum günden güne daha da kötüleşmektedir. Bunun kaçınılmaz sonucu geniş kitlelerin büyüyen hoşnutsuzluğu ve iktidarın seçmen desteğindeki sürekli erozyondur. Bu aynı olgu dinci-faşist iktidarın toplumu yönetebilme yeteneğini de belirgin biçimde zaafa uğratmaktadır. İkna etme ve dolayısıyla rıza devşirme gücünü artık yitirmiş, çıplak zor, dolayısıyla her alanda gündelik baskı ve terör, toplumu kontrol altında tutmanın asıl mekanizması haline gelmiştir. Kural ve kaide tanımaz keyfi diktatörlük günümüz Türkiye’sinin gözler önündeki en temel gerçeğidir. (Siyasal Durum ve Devrimci Sınıf Çizgisi, EKİM, Sayı: 325, Temmuz 2022)
“Düzen muhalefeti ezici bir sandık başarısı elde edemediği sürece, seçimler sonrası dönem bizzat düzenin kendi bünyesindeki iktidar çekişme ve çatışmaları üzerinden bir kaos ve kargaşa dönemi olmaya gebedir. Yani 14 Mayıs seçimleri muhalefetin başarısıyla sonuçlansa bile, bu şimdiki rejim krizi sürecinin sonu değil yalnızca yeni bir safhası olacaktır.”
“Burada tüm bu hesapları ve dengeleri kökten değiştirebilecek muhtemel bir gelişme, seçimleri çalma ya da dosdoğru bir darbeye yönelme girişimlerine karşı kitlelerin tahammül sınırlarının aşılması, böylece bunun da bir halk hareketi biçiminde patlak vermesidir. Türkiye ancak bu durumda AKP’nin son yirmi yılda yarattığı dinci-faşist düzeni bir parça olsun demokratik gelişme doğrultusunda aşmak imkânı bulabilecektir. Halen bunun en büyük bariyeri sarsıntısız bir iktidar değişimi çizgisi izleyen düzen muhalefetidir.” (14 Mayıs Seçimleri ve devrimci parti)”
İlk alıntı komünistlerin seçimlerden yaklaşık on ay, son iki alıntı ise seçimlerden iki ay önce yapılmış değerlendirmelerden. 14 Mayıs seçimleri geride kaldı. AKP-MHP iktidarını “sarsıntısız” bir biçimde “devirerek” işbaşına gelme hayali kuran düzen muhalefeti ve ana gövdesiyle peşine eklemlediği reformist solun beklentisi gerçekleşmedi. “Sarsıntısız” bir biçimde hayat bulan, dinci-faşist gericiliğin “şaibeli seçimleri” önde bitirmesi oldu.
Seçimlerin dinci-faşist iktidar lehine “sarsıntısız” geride kalması yanıltıcı olmamalı. Önümüzdeki günler ve dönem, ekonomik çöküntünün etkisiyle var olan rejim krizine seçimlerin ardından ortaya çıkan sonuçlar ve “karmaşanın” ekleneceği, gerilimin derinleşeceği, burjuva klikler arasındaki çatışmanın keskinleşeceği ve tüm bu olguların toplumsal yaşamın farklı kesim ve katmanlarına çok yönlü yansıyacağı açık. “14 Mayıs seçimleri muhalefetin başarısıyla sonuçlansa bile, bu şimdiki rejim krizi sürecinin sonu değil yalnızca yeni bir safhası olacaktır.” İhtimal dahilinde olan koltuk değişimi gerçekleşse bile karşı karşıya olunan tabloya dair yapılan bu vurgular ışığında, yeni bir safhaya geçişin, seçim sonuçlarının açıklandığı ilk dakikalardan itibaren dinci-faşist iktidar ve başındakinin her cümlesine yansıyan bir içerik kazanmış olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz çok geçmeden pratik adımlarla da birleştirilecek.
Dinci-faşist koalisyon bir yığın şaibe pahasına 14 Mayıs seçimlerinden “başarıyla” çıktı. Ancak bu onun zayıfladığının, toplumsal yaşamın farklı sorun alanları üzerinden ortaya çıkan “yönetememe” halinin değiştiği anlamına gelmiyor. Seçim hileleri, oy çalma, baskı ve zorbalıkla oy tercihlerine yapılan müdahaleler bir tarafta. Devletin gücünün kullanılması, sınırsız mali olanaklar ve seçim rüşvetleri, Saray beslemesi medya gücüyle giriştiği manipülasyonlar, yalan ve çarpıtmalar diğer tarafta. Edilgenliğe mahkum edilmiş işçi ve emekçi kitlelere dayatılan dinci-gerici-faşist önyargıların kışkırtılması, toplumda yaratılan yapay taraflaşma ve çatışma, gündelik yaşamı boydan boya zehirleyen gericiliğin her türlüsünün baskın olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Dinci ve faşist partiler çeşnisi, toplumsal atmosferi etkilediği gibi burjuva meclisinde de etkin şekilde temsil ediliyorlar. “Sağın güçlenmesi”, “milliyetçi oylarda artış” manipülasyonu ile pekiştirilen gericilik de iktidara hizmet ediyor. Toplumun bir kesimini zehirleyen bu atmosfere dinci-faşist gericilikle “gericilik yarıştırarak” seçim kazanacağını sanan düzen muhalefetinin kitlelerde yarattığı çürütücü etki ile reformist solun düzen muhalefetinin peşinden sürüklenme halini eklemek gerek.
Tüm bunların bileşik etkisiyle ortaya çıkan “seçim sonuçları”, AKP’nin zayıfladığı gerçeğinin üstünü örtmeye yetmez. Oy oranlarında yaşanan belirgin düşüşün yanı sıra, işlerin daha da karışması ve burjuva düzen güçlerinin çatışma ve gerilimlerinin artması kuvvetle muhtemeldir. Zayıflamaya eşlik eden gerilimin artma olasılığı rejimi daha saldırgan bir tutuma zorlayacak. Geçici olmaya mahkum olan “seçim kazanma” motivasyonunu, devletin olanaklarıyla korumaya çalışacaklar. İdeolojik, politik, sosyal, kültürel gericiliği topluma dayatma noktasındaki “zayıflıklarını” bilen iktidar odakları, muhalefeti ezmeye çalışacaklar. AKP-MHP gericiliği dün düzen muhalefetini kendi belirlediği gündemler çerçevesinde tutarak etkisizleştirmeyi hedefliyordu. Şimdi ise yandaş medya manşetlerinden de görüleceği üzere, işi “Kılıçdaroğlu’nun yargılanması” noktasını vardırdılar.
AKP-MHP rejimi ilerici ve devrimci güçleri, toplumun mücadele dinamiklerini sistematik olarak ezme perspektifini her dönem esas aldı. Bu politika, kimi “yumuşama” dönemlerinde de uygun baskı ve zorbalık araçlarıyla sürdürüldü. Bu politikayı geniş işçi ve emekçi kitlelerin basit demokratik haklarının bile gasp edilmesi, hak aramanın yasaklanması, grev hakkının fiili olarak ortadan kaldırılması vb. icraatlar tamamladı. Gelinen yerde gerici-faşist iktidar bloğu, burjuva düzen güçlerine dahi “ya teslim olmak ya ezilmek” ikilemini dayatıyor. Bu kapsamda hararetli geçecek olan günler ne getirecek göreceğiz.
AKP-MHP-Hüda Par-Yeniden Refah koalisyonunun kendini kurumsallaştırma hamlelerinin devamı olacak olan saldırıların işçi sınıfıyla emekçilere var olanın çok ötesinde yıkımlar getireceğinden kuşku duymamak gerek. Kuşku duyulmaması gereken diğer bir nokta ise, toplumda esaslı değişim dinamiğinin temel gücünün, yani işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin “patlama” potansiyelinin kuvvetidir. Dinci-faşist düzenin iç çatışmaları, ekonomik ve sosyal sorunlar konusunda atacağı adımlar bu potansiyeli güçlendirecek ve sarsıcı kırılmaların önünü açacaktır.
Sıradan burjuva yasaların dahi kabaca çiğnendiği, burjuva devlet mekanizmasının dinci-faşist gericiliğin hizmetine koşulduğu, baskı ve yasakların, zorbalığın “sıradan” uygulamalar haline geldiği bir rejim gerçeği var. Bu rejimi tahkim etmeye hazırlanan iktidar güçleri karşısında, toplumu bekleyen gerçek seçim “teslim olmak ya da direnmek” arasında tercih yapmak olacaktır.
Sermaye sınıfının vurucu gücü olan bu düzenin devam etmesi grevlerin, sendikal örgütlenme çabalarının, hak arama mücadelelerinin faşizan baskı ve zorbalıkla karşılanması, “boyun eğmiş yığınlar yaratma” hedefine ulaşmak için ise bu icraatların sistematik hale getirilmesi demektir. Yanı sıra etnik, dinsel, mezhepsel ayrımların kışkırtılması, kadın düşmanı politikaların tüm pervasızlığıyla hayata geçirilmesi ve toplumu gerici-faşist atmosfere hapsetme çabası demektir. Kısacası AKP-MHP düzeni tüm sömürü, baskı ve zorbalık politikalarını kalıcı hale getirme, toplumun yaşamı üzerine bir karabasan gibi çökme hamlelerine başlayacak. Başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun ezilen sömürülen emekçileri, kadınlar, gençler bu furyaya ancak toplumsal mücadeleyi geliştirerek karşı koyabilirler. Direnmek, işçi sınıfının devrimci hareketini geliştirme çabası içinde karşı koyuşu örgütlemek dışında bir yol yok.