Gerici sermaye düzeni ve seçimlerin ikinci perdesi

AKP-MHP koalisyonu, TÜSİAD dahil sermeyenin farklı kesimleri tarafından da destek alarak bu vahşi, çürümüş rejimi kurmuştur. Bu süreçte düzen muhalefetinden de kayda değer bir itiraz yükselmemiştir. Çünkü sermaye, muhalefeti de dinci-ırkçılık eliyle kurduğu düzene göre dizayn etmiştir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 27 Mayıs 2023
  • 15:30

Düzenin siyaset arenasından yansıyan kepazelikler, pespayelikler, ahlaki çöküş ve bunlara benzer pek çok şey Türkiye kapitalizmine ayna tutuyor. Zira gerici/zorba rejimlerin varlığı, ‘vahşi kapitalizmin’ siyaset alanına yansımasından başka bir şey değildir. Kapitalizmin vahşet kat sayısı arttıkça, siyaset alanında zorbalık, ahlaksızlık, pespayelik, sahtekarlık, hırsızlık, yağma ve talan da artar. Ekonomik alandaki vahşet, dolaysız bir şekilde siyaset alanını belirlemeye başlar. Siyaset alanındaki çürüme ve her türden ahlaksızlık ise kapitalizmi daha vahşi daha ucube bir hale getirir.

Din istismarı ve şoven ırkçılık üzerinden politika yapan AKP-MHP koalisyonu tam de böylesine ucube bir rejim kurmuş durumda. Bu rejimde küçük bir azınlık dolar milyarderi olurken, geniş işçi ve emekçi kitlelere sefalet içinde, sadakaya muhtaç, onursuz bir yaşam dayatıldı. Birileri yağmadan, haraçtan, avantadan milyarlara el koyarken, açlık sınırı altında bir asgari ücrete mahkum edilen geniş işçi ve emekçi yığınların önemli bir kesimi zorbalıkla hak arama mücadelesinden uzak tutularak “sadaka kültürü” bataklığına çekildi. Sefalete mahkum ettiklerine sadaka dağıtan zorba, “hayır sever” kostümü giyerek bir de oy istiyor yüzsüzce.

AKP-MHP koalisyonunun kurduğu bu ucube rejime kapitalist sınıflardan kayda değer bir itiraz yükselmiyor. Kimi zaman TÜSİAD tarafından cılız sesle yapılan itirazlar ise, gerici-faşist rejimin “höt” demesiyle kesiliyor. Gidişattan çıkarları zarar gören kapitalist sınıfın farklı bazı kesimlerinden yansıyan başka cılız itirazlar da oldu. Ancak rejim bunları dikkate almadığı gibi, Saray’dan korkan ödlek kapitalistler de mırın-kırın etmenin ötesine geçemiyorlar. Despot, kapitalistlerin çıkarlarını koruma karşılığında, devletin gücünü de kullanarak kendisi ve çevresi için sömürü ve yağmadan büyük pay alıyor. “Kapitalist hukuka” aykırı olan bu duruma sermaye kodamanları tahammül etmek zorunda kalıyor. Çünkü bu çağda vahşi kapitalizm uygulamaları ancak başında despot bulunan zorba rejimler tarafından sürdürülebilir. Despot ise, yaptığı hizmetler karşılığında kendisi ve çevresi için oluşturduğu yağama/talan alanlarına dokunulmasını istemez.

***

AKP-MHP koalisyonu, TÜSİAD dahil sermeyenin farklı kesimleri tarafından da destek alarak bu vahşi, çürümüş rejimi kurmuştur. Bu süreçte düzen muhalefetinden de kayda değer bir itiraz yükselmemiştir. Çünkü sermaye, muhalefeti de dinci-ırkçılık eliyle kurduğu düzene göre dizayn etmiştir. Düzen muhalefetinin bu rejime özellikle dış politikada destek vermesi rastlantı değil. Uzun yıllara yayılan bir süreçte ucube rejim kurulurken, düzen muhalefeti de yeniden şekillendirildi. CHP dışındaki tüm siyasi partilerin ve önde gelen siyasi figürlerin hem beslendiği hem dayandığı kaynak ya dinci şeriatçılık ya şoven ırkçılıktır.

Yayılmacı politikalar, Suriye’de on binlerce cihatçı teröriste maaş ödenmesi, Saray merkezli lüks ve şatafat, tüm bunlardan da önemlisi yağma ve talan konusundaki pervasızlık öyle bir noktaya vardırıldı ki, CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı ile sermayenin bir kesimi seçim sonuçlarına bağlı olarak sistemi kısmen de olsa restore etme iddiasıyla bir alternatif olarak öne çıkartıldı.

Saray rejimi din istismarı ve şoven ırkçılıkla sınıfı belli ölçüde zehirlemeyi başararak son 20 yılda güçlü bir sınıf hareketinin gelişmesini önleyebildi. Ancak buna rağmen toplumun farklı kesimlerinde dinci-faşist rejime karşı ciddi tepkiler birikti. 10 yıl önce patlak veren Haziran Direnişi’nden sonra bu tepkiler bir toplumsal harekete dönüşmedi. Düzen muhalefeti, oluşan bu tepkinin hem sokaklara taşmasını önlemek hem oya havale etmek için “ülkeyi demokratikleştirme” vaadini yükseltti. Öncesi ve sonrasında yaşananlarla 14 Mayıs seçimlerinin aynasından yansıyanlar, düzenin kendi dinamikleriyle demokratikleşeceği iddiasının ne kadar çürük olduğunu ayan-beyan ortaya koydu.

***

14 Mayıs seçimlerinde hile yapıldığı konusunda herkes hem fikir. Buna rağmen taraflar “olağan” bir seçim olmuş gibi davranıyor. Yapılan hilenin boyutu hakkında kimse net bir şey diyemiyor. Buna karşın farklı yöntemlerle yapılan çok sayıda hile deşifre edildi. Ancak bunlar bir şeyi değiştirmedi. Herkes 28 Mayıs’a odaklandı.

Millet İttifakı bileşenleri hilelerin üzerine gitmeyi tercih etmediler ya da o gücü kendilerinde bulamadılar. Seçimlere umut bağlayan kitlelerin sarsılan umudunu yeniden diriltmeye çalıştılar. Topluma yine “sandık başına gidin, bu ucube sistemi değiştirelim” mesajları veriyorlar. Bu arada ülkeyi demokratikleştireceğini iddia eden düzen muhalefetinin kendi içinde de Saray rejimine çalışanlar olduğuna dair iddialar ortalığı kapladı. Bunlar da sessizlikle geçiştirildi.

Yapılacak hilelere rağmen seçimleri kazanabilmek için oya ihtiyaç duyan Millet İttifakı ırkçı Ata İttifakı’nı safına çekmek için pazarlık yaptı. İttifakın cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan, AKP şefiyle yaptığı pazarlığın ardından “Cumhur İttifakı’nın elemanı” yaftasıyla ortaya çıktı. CHP lideri Kılıçdaroğlu ile pazarlık yapan Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ ise, belli taleplerin kabul edilmesi karşılığında Millet İttifakı’na destek vereceğini ilan etti. Böylece düzen muhalefetindeki ‘ırkçı damar’ daha da güçlenmiş oldu. Özdağ’ın pazarlık konularından biri, belediyelere kayyum atamalarının devam etmesiyle ilgiliydi. Irkçılarla protokol imzalamak zorunda kalan Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifak’ındaki bileşenlerle ülkeyi nasıl “demokratikleştireceği” sorusu doğal olarak biraz daha koyulaştı.

***

Bu sırada dinci-faşist rejimin başı Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü seçim çalışmalarında ise kepazeliğin, pespayeliğin bini bir para… Küfürler, hakaretler, tehditler, kaba-saba yalanlar, fotomontajla yapılan sahte videolar, kendisine destek vermeyenleri terörist ilan etmeler ve daha bir yığın tiksinti verici kepazelik… Düne kadar kendisini ülkeyi cehenneme atmakla itham eden Sinan Oğan’ı devşiren AKP şefi, Kılıçdaroğlu’nu karalamak için montajla video hazırlattığını itiraf ederek bir sahtekar olduğunu canlı yayında ilan etti.

Bu süreçte hazinenin eksiye geçtiğini, derin bir çöküşün zorlamalarla seçimler sonrasına ertelendiğini dile getiren ekonomistler, Erdoğan’ın seçimleri kazanması durumunda doların 30 liraya çıkacağını iddia ediyorlar. Bu ise, zaten derin bir sefalete sürüklenen işçi ve emekçilerin çok daha ağır bir yıkımla yüz yüze bırakılacakları anlamına geliyor. Bu arada Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda bu çöküşün ne kadar ötelenebileceği de belli değil.  

***

Dinci-faşist rejime tepkili olan toplumun ilerici ve AKP muhalifi kesimleri, bir kez daha umutlarını seçimlere bağladılar. Reformist sol ittifak ve partiler de net bir şekilde sermayenin Millet İttifakı kanadının adayı Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini ilan ederek bu umutları daha da pekiştirdiler. Böylece Millet İttifakı adayı Kılıçdaroğlu cenahında kendine komünist diyenlerden ırkçılığını veya şeriatçılığını bir bayrak gibi sallayanlara kadar, -devrimciler hariç- Türkiye’deki bütün siyasi eğilimler buluşmuş oldu. 

Dinci-faşist rejimden bıkan kitleler mücadele alanlarına çıkana kadar düzen muhalefetinden medet umma açmazını kıramazlar. Ancak devrimcilik, komünistlik iddiası taşıyanların bu duruma düşmesi, düzenin bu kadar kokuştuğu yerde seçimlere umut bağlaması bir tür iflastır. Dinci-faşist rejime karşı mücadele elbette büyük önem taşıyor. Ancak bunu düzenin muhalefet kanadına umut bağlayarak, yani sermaye güçleri arasındaki bölünmede bir tarafın peşine düşerek yapmak, bu akımların anti-kapitalist/anti-emperyalist söylemlerinin boş bir lakırdından ibaret olduğunu gözler önüne seriyor. Rejimdeki kokuşma bu noktaya varmışken, düzenin adamlarının bile pespayelikleri savunmakta güçlük çektiği koşullarda bunun yapılmış olması, reformist solun içine düştüğü hazin durumu daha da belirgin hale getiriyor.

Dinci-faşist rejim arıza çıkarmazsa seçim oyununun ikinci perdesi 28 Mayıs’tan sonraki günlerde kapanacak. Vahşi kapitalizmin sömürü ve kölelik çarkları yine dönmeye devam edecek. Seçimler için ertelenen ekonomik çöküşün önünde bir engel kalmayacak. İşbaşına gelenlerin bunu önleme ya da geciktirme şansıları olacak mı belli değil. Yani öyle vaat edildiği gibi emekçiler için baharın geleceğine dair tek bir emare bile bulunmuyor.

Görünen o ki, önümüzdeki süreçte her hâlükârda işçi sınıfı ve emekçileri zor günler bekliyor olacak. Emareleri şimdiden görülen ekonomik yıkımın altında ezilmemek için, işçi sınıfı ve emekçilerin tek çıkış yolu var; yapay ayrımları hızla aşmak, sınıfsal temelde örgütlenip mücadeleye hazırlanmaktır.