14 Mayıs seçimleri sonuçlandı. Çıkan sonuçlara göre Cumhur İttifakı parlamento çoğunluğunu almakla kalmadı, adayı olan dinci-faşist şefini de birinci sıraya taşıdı. Böylece cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kaldı.
Birinci turu, her politik eğilim kendi cephesinde değerlendirmelere konu ediyor.
Bu arada birinci turda olduğu gibi ikinci tur seçimleri için de burjuva siyaset sahnesinde at pazarlıkları tüm hızıyla devam ediyor. Her gün, her saat yeni gelişmeler yaşanıyor. Bu dönemin at pazarlığındaki iki isim, Ümit Özdağ ve Sinen Oğan’dır. Büyük kutsallık atfettikleri o Türk milliyetçiliği, sefil çıkarları için anında bir koltuk uğruna satıldı.
Asıl konuya, birinci turda olup bitenlere gelince…
Birinci tur seçimlerinden çıkan sonuç, Millet İttifakı için beklenmeyen bir sonuç oldu. Burjuva düzen muhalefeti, düzen solu ve reformist sol güçlerden oluşan “demokrasi cephesi” önden şaşalı bir propaganda eşliğinde “kazandık, kazanıyoruz” kesin beklentisiyle “zafer” ilan ettikleri için, tersi bir sonuçla karşılaşmak, doğal olarak gerek ittifak bileşenlerinde gerekse toplumda büyük bir hayal kırklığına yol açtı. Oysa 14 Mayıs akşamı bu iş kesin bitecek, 15 Mayıs sabahı ise Türkiye’de yepyeni bir gün başlayacaktı ve böylece cennetin kapıları açılacaktı. Burjuva muhalefet cephesinde bu hesap tutmadı, önden sunulan tozpembe tablo, seçim akşamı iki saat içinde CHP karargahında çöktü.
İkinci dikkate değer nokta, burjuva siyaset sahnesinin her bir blokundan akan irin ve pisliğin dozu oldu. Sayısız kepazelikler, yalan dolan, ikiyüzlülükler, pişkinlikler, birbiri ardına çevrilen dolaplarla hiçbir ahlaki değer bırakılmadı.
Üçüncü ve en önemlisi, bir bütün olarak “demokrasi cephesi”nin özellikle Millet İttifakı yıllardır dinci-faşist Erdoğan’ın toplumu seçim hileleriyle manipüle edip hırsızlık yapması karşısında kitlelerin enerjisini harekete geçirememesi ve bundan özenle kaçınması oldu. Bu tutum, toplumsal muhalefeti umutsuzluğa iten bir faktör oldu. Bırakalım bu yönlü bir çabayı, seçim gecesi, büyük hile ve hırsızlıklar yaşandı. Ayrıca 14 Mayıs gecesi kendi seçim karargâhlarında olup biten rezillik, kumpas ve ihanetlere milyonlarca insan şahit oldu. Dışarıya yansıdığı kadarıyla, işin başında olan rezil bir şebekenin, mevki, makam ve maddi çıkarlar uğruna milyonlarca insanın emeğini, özlemlerini ve umutlarını hiç çekinmeden iktidarın ayak oyunlarına peşkeş çektiler. Burada bizi ilgilendiren asıl sorun, burjuva siyasetinin kendi içinde yaşadığı yozlaşma, çürüme, Alicengiz oyunları, hileler vs. değil. Bunu, toplumu bin bir yalanla oyalamak, bu konuda biriken öfke ve duyarlılığı kontrol altında tutmak ve mücadele azmini kırmak tutumu içinde olmalarıdır. Her seçimde yaşanan bu olgu insanları, gittikçe bir umutsuzluğa ve çaresizlik ruh haline sürükleyerek Erdoğan’ın yenilmezliğini kanıksar hale getiriyor.
Emek ve Özgürlük İttifakı da tıpkı Millet İttifakı gibi tüm süreç boyunca yaptıkları tüm miting ve toplantılarda propagandalarını “hak, hukuk, adalet ve demokrasi” gibi talepler ekseninde belirleyerek topluma seslendiler. Onlar da Millet İttifakı’nın ikinci yüzyıl ve cumhuriyetin demokratikleştirilmesi inşasına kendi cephelerinde katıldılar. Ancak bunun Kürtlerin dışında tutularak olmayacağını, dolayısıyla kendi pazarlık gücünü esas olarak bunun üzerine kurarak çok bileşenli “sosyalist” akımlarla bunun daha güçlü ve kolay yapılacağını umdukları ayrı bir ittifakla seçimlere girdiler. Tabii bu ittifak, "Millet İttifakı’yla demokratik bir cumhuriyet” kurduktan sonra oradan sosyalizme doğru yürüyecekleri yanılsamasını da işçi ve emekçilere taşıdılar…Fakat perde önünde, TV kanallarında, insanlara bol bol vaatlerde bulunup sosyalizm için mücadele ettiklerini söyleyenler de meclise en güçlü bir şekilde girmeleri gerektiğini vaaz ettiler. Görüldü ki bu ittifakın omurgasını oluşturan ana bileşenleri de parlamentoda bir koltuk daha fazla elde etmek için birbirlerine karşı az Alicengiz oyunları oynamadılar. Yozlaşmış tasfiyeci akımların tümü demokrasi, özgürlük, sosyalizm vs. davaları ve yolları meclisin kapısı önüne kadarmış!
Unutulmasın ki bu topraklarda insanlığın gerçek kurtuluşu olan devrim ve sosyalizm davası uğrun nice acı ve bedel ödenerek, yüz yıllık bir mücadele birikimi var. Ve bunun onuru tümüyle Türkiye devrimci hareketine aittir. Başta sınıf devrimcileri olmak üzere tüm samimi devrimciler, bu birikim üzerinde, bugünkü verili durumdaki karanlık tabloya aldırmadan stratejik hedeflerinden şaşmadan, döneme ilişkin eksiklerini hızla gidererek, devrimci bir program etrafında birleşip geleceği örerek, yılmadan bıkmadan er veya geç devrimci bir sınıf hareketini yaratacaklar.
Ve bu zorlu görev başarıldığında işçi sınıfı ve müttefikleriyle kuracağı ittifakla devrimci sınıf partisi ve programın yol göstericiliğinde, insanlığı ve doğayı yıkıma sürükleyen kapitalist barbarlığın sonunu toplumsal bir devrimle getireceklerdir.
Sonuç olarak, bu seçimlerin ikinci turun sonucu nasıl biterse bitsin, dün olduğu gibi bundan sonra da sınıf devrimcileri, sınıf mücadelesinin katı gerçeklerinde kopmadan, döneme uygun politikalarla güç ve olanaklarını doğru kullanarak devrimci bir sınıf hareketi yaratana kadar bu mücadeleyi kararlılıkla sürdüreceklerdir.
A. Gül