Seçimlerin en geç 2023 Haziran ayında yapılacağı söyleniyor. Kimi iddialara göre AKP-MHP koalisyonu seçimleri erkene alacak, büyük ihtimalle nisan ya da mayıs ayında seçmenler oy vermeye çağrılacak. Henüz resmi olarak ilan edilmiş bir seçim tarihi/takvimi yok. Hatta kimi spekülasyonlara göre dinci-faşist rejim seçimleri yaptırmayacak. Buna göre, “Tayyip Erdoğan kazanamayacağı seçimleri yaptırtmaz. Kazanma şansı olmadığına göre, seçimler yapılmayacaktır.” Bu ve benzer iddia ya da spekülasyonlara rağmen son aylarda seçimler ülkenin gündemindeki yerini koruyor.
Düzenin yazılı kuralları üzerinden bakıldığında bile, spekülasyon ya da iddiaların her biri büyük bir skandaldır. Hal böyleyken “milletin iradesi” üzerine bu kadar laf edildiği pek görülmemiştir. Egemenler tarafından çiğnendikçe kıymete binen “milletin iradesi” üzerine döne döne vurgu yapılması, düzenin meşruiyet krizinin derinleşmesiyle bağlantılı olsa gerek. İktidar, seçimlere bir yığın sahtekarlıkla hazırlık yapıp kitleleri aldatmasına rağmen, sandıklardan çıkan sonuçları defalarca yok saydı. Kokuşmuş rejimde egemenler, çıkarlarına uygun olduğunda sandıklardan çıkan sonuçları “milli iradenin tecelli etmesi” ilan eder ancak tersi olduğunda “millet de kim oluyor” havalarına bürünüp zorba yüzlerini pervasızca sergilerler.
Kapitalist devletin olağan koşullarda halkın iradesini tanıması diye bir şey yok. Geçmişte yaşanan örnekler bir yana, AKP-MHP rejiminin HDP’nin kazandığı 100’e yakın belediyeye kayyım ataması, bu kokuşmuş rejimin “halkın iradesini” tanımak gibi bir derdinin olmadığını ispatlamaya yeter. Beka krizi derinleşen rejim, artık düzen partilerine de saldırıyor. Yani salt düzene şu veya bu şekilde muhalefet edenlerin değil, artık düzen partilerinin de hedef alındığı bir döneme girilmiştir. “Mala çökme düzeni” bir “millet iradesine çökme düzenidir” aynı zamanda
***
Saray rejiminin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) kayyım atama hazırlığı içinde olduğuna dair veriler, son günlerde belirginleşmeye başladı. Yansıyan haberlere göre AKP şefi, sırf bunun için yakın çevresindeki dalkavuklarla Saray’da özel bir toplantı organize etmiş. Yani Saray’ın görevlileri, düzen yasalarına göre “milletin temsilcisi” olan Ekrem İmamoğlu’nun ayağını kaydırmak için “a, b, c…” diye başlayan planlar listesi hazırlamış. İptal ettikleri seçimleri 820 bin oy farkla kazanan İmamoğlu’nu hapis cezası ve siyasi yasakla saf dışı bırakmak için hamle üzerine hamle yapılıyor. Diğer bir ifadeyle “millet iradesi” çiğnenerek İmamoğlu saf dışı bırakılıp yerine Saray’ın dalkavuklarından birini atamak için bin bir türlü kirli oyun çeviriyorlar.
Hakaret iddiasıyla hapis cezası verilmesi, buna bağlı olarak siyaset yasağına zemin hazırlanması, “İBB’de terörle iltisaklı elemanlar çalıştırılıyor” uydurması ile soruşturma açılması, Fatih Sultan Mehmet tablosu için ikinci kez soruşturma açılması gibi kumpaslara başvuran Saray rejimi, artık kayyım atama planı olduğunu saklamıyor. Nitekim “Suç İşleri Bakanı” diye anılan Süleyman Soylu, “mahkeme zemin hazırlarsa Ekrem İmamoğlu’nu görevden alırım” diye açıklama yaparak, Saray’ın aparatı olarak çalışan yargıya talimatı açıktan vermişti.
Saray’da niyetlerin bozulduğunu, kayyım saldırısı için hazırlık yapıldığını fark eden CHP yöneticileri, dinci-faşist rejimi bu pervasızca saldırıdan vazgeçirmek için harekete geçmek zorunda kaldılar. Kemal Kılıçdaroğlu ile Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere birçok CHP’li, Saray’da hazırlanan saldırıyı durdurmaya çalışıyor. Uyarıları dikkate almayıp saldırıyı gerçekleştirmesi durumunda Saray rejimine karşı direneceklerini söylüyorlar. Bundan ne kastettikleri, saldırıya karşı nasıl bir direniş geliştirecekleri konusunda ise kayda değer bir şey demiyorlar. Buna karşın “Gökkubeyi başınıza yıkarız!”, “Cehennemin kapıları açılır!” gibi iddialı sözler edildi. Konuyla ilgili basın toplantısı düzenleyen İmamoğlu, İBB’nin AKP elinde olduğu dönemde işlenen bazı yolsuzlukları deşifre etti. AKP’li belediyenin İBDA-C üyesi kişileri işe aldığını belgeleriyle ortaya koyan İmamoğlu, kendisine karşı kumpas kurulduğunu, ancak saldırı karşısında teslim olmayacağını, “demokrasi mücadelesi” başlatacağını ilan etti.
Partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da kayyım atanması konusunda kaygılı olduğu gözlendi.
“Ekrem Başkanımıza bu komployu devam ettirirlerse, kayyım atama aptallığına girişirlerse bunu bir diktatörün halkına uyguladığı terörizm olarak kabul edeceğiz ve öyle göreceğiz” ifadelerini kullanan Kılıçdaroğlu, belediye başkanlığını koruma çabası içinde olsa da sistemdeki çürümenin derinleşmesinden duyduğu kaygıları da dile getirdi. Ne de olsa bu çürümüş sistemi onaracağını, tabir uygunsa “adam edeceğini” vaat ediyor. Kitlelerin düzene güvenmesi için çaba sarf eden Kılıçdaroğlu, işlenen suçlardan hesap soracağını iddia ediyor. Oysa sistemin genel gidişatı bu iddiaların yerine getirilmesinin iddia edildiği gibi kolay olmadığını gösteriyor.
***
Sistemdeki çürüme bu boyuttayken, düzenin ana muhalefet partisinin bile kayyım saldırısıyla karşı karşıya olduğu bir siyasal atmosferde, “bu seçimler ülkenin kaderini belirleyecek” iddiası sık sık yineleniyor. Bununla kast edilen şey, AKP-MHP rejiminin seçim sandıklarında yenilgiye uğratılmasıdır. Kuşkusuz ki, hile/hurda ya da zorbalıkla seçimleri lehine çevirebilirse, Saray rejimi daha faşizan bir saldırganlık sergileyecektir. Öte yandan, bu rejimin salt sandıklarda yenilgiye uğratılması, toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin sorunlarına herhangi bir çözüm getirmeyecektir. Dinci-faşist rejimin seçim sonuçlarını geçersiz ilan etme ya da zorbalığa başvurarak sonuçları kendi lehine değiştirme oyunları boşa düşürülebilirse eğer, kuşkusuz ki kitleler rahat bir nefes alacaklar. Buna karşın temel sorunlar da çelişkiler de yerli yerinde kalacaktır. Yönetim değişse bile en iyi ihtimalle bazı yüzeysel düzenlemeler dışında sistemin çarkları olduğu gibi dönemeye devam edecek.
Saray rejimi 7 Haziran 2015’ten bu yana yaptığı gibi kirli oyunlarla ayakta kalabilirse, “millet iradesi” bir kez daha kabalıkla çiğnenmiş olacak. Düzen muhalefeti öne geçerse, sermayeye siyasi temsilcilerini değiştirme imkanı sağlayacaktır. Ancak düzen muhalefetinin seçimleri kazanması, işçi ve emekçi kitlelerin iradesinin dikkate alınacağı anlamına gelmiyor. Çünkü kurulacak yönetim de sermaye sınıfının çıkarlarını esas alacak, düzenin yıpranan kurumları restore edilecek, düzenin çarkları aynı şekilde dönmeye devam edecektir.
Hangi ittifak başta olursa olsun, sermaye iktidarının yerleşik işçi ve emekçi düşmanı politikalarında bazı gedikler açmak bir mücadele sorunu olmaya devam edecektir. Yani işçi sınıfı ve emekçilerin böylesine kokuşmuş bir düzenden günlük basit sorunlarına çözüm beklemeleri bile boş avuntudan öte bir anlam taşımayacak ve hayal kırıklığıyla sonuçlanacaktır.
Kapitalizmin krizi ile AKP-MHP rejiminin icraatlarının yarattığı sorunlar devasa boyutlara ulaşmıştır. Kapitalist düzen yıkılmadan bu sorunların gerçek anlamda çözülebilmesi olası değil. Çünkü sorunların kaynağı olan sistemin çözüm üretmek gibi bir yeteneği olmadığı gibi, düzenin efendilerinin böyle bir dertleri de yoktur. İşçi ve emekçilerin önündeki tek çıkış yolu, bu kokuşmuş sistemden kurtulabilmek için örgütlü mücadeleyi yaşamın her alanında örmektir. Bazı demokratik/sosyal/siyasal hakların kazanılması ve korunabilmesi de ancak bu mücadele örülebildiğinde mümkün olacaktır.