Saray rejiminin “anayasa oyunu”

Emekçilerin kokuşmuş Saray rejimi belasından kurtulmaları elbette önemlidir. Ancak düzen muhalefetinin altına imza attığı rezaletler, kapitalist düzene veya onun siyasi temsilcilerine bel bağlamanın hüsrandan başka bir şey yaratamayacağını da gösteriyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 16 Ekim 2022
  • 08:00

21 yıldan beri işbaşında olan bir rejimin anayasa değişikliğinden söz etmesi dünyada örneği pek görülen bir şey değil. Dinci-faşist AKP-MHP koalisyonu şimdi bunu yapmaya hazırlanıyor. AKP’nin şefleri bir kez daha “anayasa değişikliği teklifi” hazırlarken, faşist partinin reisi Devlet Bahçeli tam destek verdiğini ilan etti.

Çürüme ve kokuşmanın doruklarını fetheden, toplumsal meşruiyetini çoktan yitirmiş olan bir rejimin anayasa değişikliği üzerinden propaganda yapması, buna dayanarak oylarını arttırabileceğini var sayması, sermaye adına siyaset yapan yönetici kastın pişkinlikte hiçbir sınır tanımadığını gözler önüne seriyor. 21 yılda yapmadıkları değişikliği uçurumdan yuvarlanmak üzereyken yapamaya hazırlanmaları, “Cumhur İttifakı’nın seçim taktiği” şeklinde yorumlanıyor.

Bu ucubelik, düzen siyasetinin topluma vaat edebileceği bir şeyinin olmadığının yeni kanıtıdır. Zira yoksulluğun ve sefaletin kol gezdiği, 21 yıldır iktidarda olanlar tarafından bunun günden günde derinleştirildiği yerde, “olmayan bir sorunu çözmek için” anayasa değişikliği teklifi hazırlıyor, utanmadan bununla “önemli bir sorunu çözeceklerini” söylüyorlar.

***

Başörtüsü yasağının kaldırılması için yasa teklifi hazırlatan CHP şefi Kemal Kılıçdaroğlu, bu adımı atarak güya dincilerden oy devşirecek. Oysa din istismarı üzerinden siyaset yapan AKP şefi böyle bir sorunun olmadığını söylüyor. Zira tüm devlet kademelerinde türban takan kadınlar mevcut. Ama bir sahtekarlık ve demagoji ustası olan Tayyip Erdoğan, “sorun yok ama madem Kılıçdaroğlu biz pas verdi, bunu gole çevirelim” diyor. Yani Saray rejimi olmayan bir sorunu anayasa değişikliği yaparak çözmeye hazırlanıyor. Anayasa değişikliği konusunun hızla gündeme getirilmesi, Saray’ın karanlık dehlizlerinde bu konuda önden bir hazırlık olduğuna işaret ediyor. Kılıçdaroğlu’nun pası işi kolaylaştırdı. Zira sorunu gündeme getirmek için bir vesile yaratmaları gerekecekti.

Vurgulamak gerekiyor ki, dinci-faşist rejimde baskı ve ayrımcılığa maruz kalanlar baş örtüsü takmayan kadınlardır. Medyanın %95’inden fazlasını ele geçiren Saray rejimi, sosyal medyadaki trol ordusunu da kullanarak kadınları hedef alıyor. Tarikat şeyhleri, cemaat ağaları, Diyanet’in fetvaları sürekli kadınları, kadınların giyimini, kadınların bedenini hedef alıyor, iğrençlikte hiçbir sınır tanımayan vaaz ve fetvalarla Saray rejiminin cinsiyetçi siyasetinin mızrak ucu olarak iş görüyorlar. Bu ideolojik zehir bataklığından beslenen cinsiyetçi zihniyet kadınları öldürüyor, taciz ediyor, çocuklara tecavüz ediyor ve bunlar yaparken de ‘ahlak’ adına kendi Orta Çağ artığı ideolojilerini devleti de arkalarına alarak topluma dayatıyorlar. Hal böyleyken demokratlığını ispatlamaya çalışan Kılıçdaroğlu’nun kıyafet dayatması ya da ayrımcılık konusunda bir çaba harcayacaksa, bunu rejim ve ondan beslenen gericilik yuvalarının toplumu taciz etmesine karşı bir çıkış olarak yapması gerekirdi. Ancak göründüğü kadarıyla düzen siyasetinin ‘demokratı’ da ancak bu kadar olabiliyor.

***

“Gol atma” telaşıyla hareket eden Saray rejimi, anayasa değişikliği teklifi hazırlayarak sadece “başörtüsüne anayasal güvence” sağlamakla kalmıyor, bir de “ailenin korunması” adı altında cinsiyetçi baskı ve zorbalığını bir kat daha yükseltmek istiyor. Ülkeyi kriminal mafya babalarının cenneti haline getiren, yolsuzluk/rüşvet/talan/uyuşturucu ticareti gibi alanlardan sağladığı kara parayla ayakta durabilen bir rejimin ağa babaları utanmadan, sıkılmadan tam bir pişkinlikle “değerleri korumak” üzerine laflar ediyorlar.

Bu pişkin takımı, güya aileyi korumak istiyor. Oysa milyonları sefalete sürükleyerek emekçi çocuklarının sağlıklı beslenme hakkın bile gasp ettiler. Toplumun geniş kesimlerini ekonomik-sosyal-psikolojik sorunlar altında bunaltarak moral yozlaşmanın alabildiğine yayılmasını sağlayan da bu pişkin takımı ve onların arkasında duran kapitalistlerden başkası değildir.  

Bu toplumda kimsenin “aile korunsun” gibi bir talebi yok. Ama geniş kesimlerin insanca çalışma, yaşama, barınma, eğitim görme, sağlık hizmet alma vb. talepleri var. Oysa rejimin politikaları emekçilerin bu temel insani ihtiyaçlara/hizmetlere ulaşmalarını imkansız kılıyor. İzledikleri politikalarla yığınla ailenin dağılmasını da bizzat kendileri yol açıyor. Topluma karşı bu kadar ağır suçlar işleyen, insani/ahlaki yozlaşmanın doruklarında olanların bu tür laflar etmesi, on milyonlarca insanla alay etmekten başka bir anlam taşımıyor.

***

Toplumun geniş kesimlerinin yakıcı sorunlarını, temel taleplerini bir yana bırakıp başörtüsü konusunda “yasa teklifi” veren CHP ya da “anayasa değişikliği” yapmak için kolları sıvayan AKP-MHP rejimi seçimlere hazırlık yapıyorlar. Bu rezaletler, düzen siyaseti ile toplumun farklı dünyalarda yaşadığını gösteriyor. Saray rejiminin durumu malum: suç dosyaları aşra ulaşmış, ömrünü uzatmak için çırpınıyor. Bu rejimin 21 yılda yarattığı ‘eser’ ortada. Kendileri dolar milyarderi oldular, saraylarda sefahat sürüyorlar, halen de talan çarkları dönüyor. Bunun bedelini ise sefalete sürüklenen on milyonlara ödetiliyor. Hal böyleyken onlar “anayasa değişikliği teklifi” hazırlamakla meşguller. Yansıyan haberlere göre, AKP şefi hazırlanan teklifi beğenmemiş. Erdoğan, “daha vurucu ifadeler” kullanılmasını istiyormuş! Açlık ve sefaleti din istismarıyla, yapay sorunlarla, örtebileceğini var sayıyor. İşi-gücü bırakmış, “aileyi eşcinsellerden koruyacak vurucu ifadeler” avına çıkmış. Bu kadar kepazeliği ancak bu kadar kokuşmuş bir rejim sergileyebilir.

Güya düzen adına topluma ‘umut’ dağıtan CHP şefinin sergilediği tutum da bir başka rezalet. Konunun yapaylığı, gericiliğe hizmet etmesi bir yana, bu rejimde yasal düzenlemeyle sorun çözeceğini iddia etmek da bir başka garabet. Kendisinin hazırladığı bir anayasayı bile paçavraya çevirmiş bir rejim gerçeği orta yerde dururken, şu veya bu konuda yasa değişikliği olsa ne olur olmasa ne olur?

Anayasaya bakılırsa Türkiye Cumhuriyeti “laik, demokratik, sosyal, hukuk devletidir.” Bunun külliyen yalan olduğu artık kimse için bir sır değil! Tarikatlar cemaatler ‘altın çağını’ yaşıyor. Orta Çağ artığı ideoloji her alanda, özellikle küçük çocuklara empoze ediliyor. İçki yasakları, konser/festival yasakları, farklı yaşam biçimlerine küstahça saldırılar, “şeriat isterük” diye höykürenlerin devlet tarafından el üstünde tutulduğu “laik” bir rejim var. “Demokratik, sosyal, hukuk” sıfatlarına gelince, bunların Türk sermaye devletiyle yakından uzaktan bir alakası yoktur. “Zorba, vahşi neo-liberal, hukuk-yasa-kural tanımayan bir devlet” var orta yerde. Yani kağıt üstündeki yasaların bir hükmünün olmadığı bir rejim gerçeği var.

***

Emekçilerin kokuşmuş Saray rejimi belasından kurtulmaları elbette önemlidir. Ancak düzen muhalefetinin altına imza attığı rezaletler, kapitalist düzene veya onun siyasi temsilcilerine bel bağlamanın hüsrandan başka bir şey yaratamayacağını da gösteriyor. Zira hiçbirinin işçi ve emekçilerin temel sorunlarına çözüm üretmek gibi bir derdi yoktur. Birtakım yüzeysel/biçimsel düzenlemeler yapıp sermayeye hizmet etmeye devam edecekler.

Bu bağlamda Saray rejiminin seçim vaatlerini kaba bir hakaret saymak gerek. Düzen muhalefetinin ‘umut pazarlama” hamlelerine de hiçbir şekilde umut bağlanmamalıdır. İşçi sınıfı ve emekçiler için tek bir çıkış yolu var: Kendi sorunlarının çözümü için de demokratik-sosyal-siyasal talepleri için de mücadeleyi yükseltmek!