Saray rejiminin sömürü/ talan çarklarını kırabilmek için…

Belirtmek gerekiyor ki, kapitalist sistem içinde işçilerin, emekçilerin insanca bir yaşama kavuşmaları mümkün değil. Ancak bu vahşi sömürü/soygun çarklarını kırıp bir nebze nefes alabilmek da artık fiili-meşru mücadelenin yükseltilmesine bağlıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 07 Ekim 2022
  • 19:00

Saray’ın aparatı TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) tarafından yapılan açıklamaya göre, yıllık enflasyon eylülde yüzde 83,45’e ulaştı. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) verilerine göre ise, bu oran yüzde 186,27 oldu. Saray’dan aldığı direktiflere göre oran açıklayan TÜİK, “rakam oyunları” ile on milyonların içine itildiği sefaleti hafif göstermeye çalışıyor. Oysa TÜİK’in belirlediği oran bile dünyada çok az ülkede var. ENAG’ın kısmen gerçeği yansıtan hesaplarına göre yüzde 186,27 oranındaki bir enflasyona dünyada pek rastlanmıyor.

AKP-MHP rejiminin izlediği politikalar, kapitalizmin krizini daha da derinleştirirken, Saray’da ve etrafında toplanan yiyici takımı ile bankaları ise daha da zengin ediyor. Bu politika genel hatlarıyla şöyle özetlenebilir:

“Faiz oranlarını düşür, enflasyonu yükselt, dolar kurunu sürekli yukarı, reel ücretleri sürekli aşağı çek, sefaleti derinleştir, bankaları ihya et, yağma ve talan çarkını çevir…”

Bu politika, saray ve çevresi ile toplumun küçük bir kısmını oluşturan asalak/yiyici takımı için büyük avantajlar sağlıyor. Bu kesimler semirdikçe semiriyor, saraylardaki şatafat ve lüks düşkünlüğü ise sınır tanımıyor. Ancak bu asalak zümrenin kurduğu talan çarkının dönmesi için toplumun geniş kesimlerini oluşturan işçi sınıfı ve emekçilerin daha da yoksullaştırılması şarttır. Zira kapitalist ekonomide bir zümrenin kazancını arttırması ancak emekçilerin daha çok sömürülmesiyle mümkündür. Nitekim Saray çevresinde toplanan bu asalak zümre zenginleştikçe emekçilerin yoksulluğu/sefaleti de derinleşiyor.

“Biz ne yaptığımızı biliyoruz…”

Saray rejiminde ekonomiyle ilgili kararlarda son sözü AKP şefi Tayyip Erdoğan söylüyor. Aldığı kararların sonuçlarını herkes görüyor; özellikle de işçi ve emekçiler. Zira ne Diyanet İşleri Başkanlığı’nın zırva kabilinden fetvaları ne Saray’dan beslenen dinci-faşist medyanın 7/24 yalan/çarpıtma haberleri bu gerçeklerin üstünü örtebilir. Toplumun geniş kesimleri için sonuçları bu kadar yıkıcı olan ekonomi politikasını eleştirenlerin bazıları, Tayyip Erdoğan’la etrafındaki zümrenin ekonomiden anlamadığını öne sürüyor. Bu iddialarını birçok veriyle de destekliyorlar.

Peki sorun gerçekten bu mu? AKP şefiyle müritleri ekonomiden anlamıyorlar mı?

Yapılan eleştirileri dikkate almayan büyük şef, “ben ekonomistim” diyerek meydan okuyor. Her vesile olduğunda bunu tekrarlıyor. Yani Erdoğan bu konuda kendin çok emin. Geçen hafta yaptığı bir konuşmada ise şu ifadeleri kullanmıştı: “…Biz ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, nereye varacağımızı biliyorduk.”

Vaazlarında yalan, iftira, küfür, tehdit gibi konularda dünya birincisi olsa da Tayyip Erdoğan’ın bu cümlesi bir gerçeği yansıtıyor. Zaten bunun aksinin olması mümkün değil. Çünkü aldığı her kararın doğrudan ekonomik alana yansıması oluyor. Bunu görmek için ekonomist olmak da gerekmiyor. Kişinin pazara ya da markete gitmesi yeterlidir. O halde esas mesele Saray rejiminin ekonomiden anlamaması değildir. Zira yağma/talan çarkı ancak onların izlediği politika ile dönmeye devam edebilir.

Her siyasal karar sınıfsaldır

“Siyaset yoğunlaşmış ekonomidir” tanımı bir yana, yağma/talan çarklarından beslenen rejimlerin bütün icraatlarının doğrudan ekonomik sonuçları olması, eşyanın tabiatı gereğidir. Burada sorun sadece üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ücretli emeğin sömürüsüne dayalı kapitalist ilişkileri korumak ve yeniden üretmekten ibaret değil. İşin esası bu olmakla birlikte, bunu tamamlayan şey rejimin kendi ‘özgün’ ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçlar için öyle küçük meblağlar da yetmez. Koca bir servet gerekiyor. Üstelik bu kaynak akışının sürekli sağlanması şarttır. Çünkü bu rejimin ayakta durabilmesi için bu, olmazsa olmazdır.

Rejimin tepesindeki kişi, ailesi, yakın akrabaları, müritleri, partisinin yönetici kastı, medyadaki tetikçileri vb… Tüm bunların yağma/talan çarkından beslenmeleri ve servetlerini sürekli büyütmeleri gerekiyor. Bir de Saray’ın aparat olarak kullandığı çetelerin, sosyal medya alanındaki trol ordusunun da beslenmesi sorunu var. Öte yandan rejimin tepesine yakın olan ve arka kapıdan rejime devasa kaynaklar aktaran “kapitalist oligarşi” ya da yaygın adıyla “beşli çete” olgusu var. Bunlara da yüksek kârlı ihaleler sağlanması ya da mali alandaki spekülasyonlardan vurgun yapmalarına imkan sağlayan icraatların aksamaması lazım. Tabii bir de rejimin ‘yerli/milli’ ya da emperyalist merkezlerdeki mali sermayeye kaynak aktarması meselesi var.

AKP-MHP rejiminin ekonomi politikası tüm bunları gözetmek durumundadır. Tayyip Erdoğan’ın “ben ekonomistim” diye kükremesi boşuna değil. Erdoğan müritleriyle birlikte, on milyonlarca emekçiyi sefalete mahkum etmek pahasına da olsa, buna uygun bir politika izliyor. Yani AKP şefi ne yaptığını, neden yaptığını, yaptıklarının nereye varacağını gayet iyi biliyor. Asalak kapitalist azınlıkla çeteleşmiş rejimi ayakta tutan yağma/talan çarklarını ısrarla çevirebilme ‘başarısı’ Erdoğan’ın hanesine yazılıyor. Bunun emekçileri sefalete mahkum eden sonuçlar yaratması ise, “işin fıtratına” tamamen uygundur. Başka türlü olması da mümkün değil.

İşçi sınıfı ve emekçiler hesap sorana kadar…

Tayyip Erdoğan’la müritlerinin nasıl bu kadar pervasız olabildikleri sık sorulan sorulardan biridir. Bu da doğal. Zira bu dönemin en kritik sorularından biri budur. İronik olansa, rejimin şeflerinin kimi zaman buna yanıt verebilecek kadar pervasız olabilmeleridir. Örneğin ekonomideki iflası ‘postmodern hokus-pokusla’ örtmeye çalışan açıklamalarıyla gündem olan Saray’ın ekonomi bakanı Nebati, yabancı bir ülkede mevkidaşına söylediği şu sözlerle övünmüştü: “Siz yüzde 10 enflasyonla sokağa çıkamıyorsunuz. Oysa biz yüzde 80 enflasyona rağmen sokaklardayız.”

İşte bütün mevzu burada düğümleniyor. Çünkü sefalet bu kadar derinleşmesine rağmen kitleler sokaklara çıkıp hesap sormadığı için, bu soyguncu takımı elini kolunu sallaya sallaya sokaklarda dolaşabiliyorlar. Bunu bir koruma ordusu ile yapsalar da henüz onların yakasına yapışıp hesap soranlar olmadığı için halen insan arasına çıkabiliyorlar.

Kokuşmuş Saray rejiminin sürekli kabaran faturalarını, sefalet içinde yaşamak pahasına ödeyen işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadelesi geliştirilmeden, bu soygun düzeninin değişmesini beklemek ham hayal olacaktır. Tam da örgütlü kitleler şatafatın hüküm sürdüğü sarayları kuşatamadığı için bu asalaklar takımı yağma/talan çarklarını tam bir pervasızlıkla çevirmeye devam edebiliyorlar.

Belirtmek gerekiyor ki, kapitalist sistem içinde işçilerin, emekçilerin insanca bir yaşama kavuşmaları mümkün değil. Ancak bu vahşi sömürü/soygun çarklarını kırıp bir nebze nefes alabilmek da artık fiili-meşru mücadelenin yükseltilmesine bağlıdır. Gerçekten insan onurunu incitmeyecek çalışma ortamı/koşulları ve insanca yaşanabilecek bir dünyayı inşa edebilmek içinse, kapitalist düzeni yıkıp sosyalist işçi-emekçi iktidarını kurmak şarttır.