Bilimsel sosyalizmin kurucuları olan Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da, “Feodal toplumun yıkıntılarından doğan modern burjuva toplum, … eskilerin yerine yeni sınıflar, yeni baskı koşulları ve yeni mücadele biçimleri koydu. Tüm toplum giderek iki büyük düşman kampa, doğrudan birbiriyle karşı karşıya gelen iki büyük sınıfa bölünüyor. Burjuvazi ve proletarya…” temel gerçeğini vurguluyorlar. “Burjuvazi ile karşı karşıya gelen bütün sınıflar içerisinde yalnızca proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır.” diyorlar. Komünizme geçişi mümkün kılan biricik sınıfın proletarya olduğunu nedenleriyle birlikte açıklıyorlar.
Kapitalizmde tüm üretim araçları burjuvazinin özel mülkiyet tekeli altındayken, proletarya işgücünü kapitalistlere para karşılığında satmak zorunda olan bir sınıftır. Bu, burjuvazi ile proletarya arasında uzlaşmaz sınıf çelişkisi ve mücadelesi demektir. Kapitalist düzen sürdükçe proletaryanın burjuvazinin sömürü ve tahakkümünden kurtulması mümkün değildir. Dolayısıyla üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması, işçi sınıfının kendisiyle birlikte tüm ezilenlerin kurtuluşunu sağlamasının ön koşuludur. Özel mülkiyeti ortadan kaldırma tarihsel görevi ise işçi sınıfının omuzlarındadır. “İki büyük düşman kampa bölünen” toplumda “karşı karşıya gelen iki büyük sınıf” arasında süren mücadelede, işçi sınıfı tüm ezilenlerin öncüsü, sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumun kurucusudur.
İşçi sınıfı için siyasal mücadele süreci ise aynı zamanda onun “demokrasi okulu”nda okuduğu bir süreçtir. Demokratik-siyasal sorunlar temeli üzerinde mücadeleye girişen işçi sınıfı bu “okul”da eğitimden geçer, gücünü ve bilincini geliştirir. Demokratik mevziler kazanır ve bunları daha ileri mücadelelerin dayanağı olarak kullanır. Böylece burjuvazinin sınıf iktidarını yıkma kapasitesine ulaşır.
İşçi sınıfı demokrasi mücadelesinin öncüsüdür
İşçi sınıfı, sadece sosyalizm mücadelesinin değil demokrasi mücadelesinin de öncüsüdür. İşçi sınıfının mücadelesi ve önderliği olmadan demokrasi mücadelesinde ilerleme ve kazanımlar elde etmenin ve kalıcılaştırmanın güvencesi yoktur. Demokrasi mücadelesi kendi içinde bir reformlar mücadelesi değil, sermayenin sınıf iktidarına karşı yürütülen mücadelenin bir parçasıdır. Burjuvazinin demokratik hak ve özgürlükler alanında adımlar atması, elde edilen tüm kazanımlar, işçi sınıfının zorlu mücadelelerinin basıncıyla mümkün olmuştur.
Toplumlardaki her demokratik ilerleme, işçi sınıfının burjuvaziye karşı yükselteceği mücadeleye bağlıdır. Dolayısıyla yirmi yıllık iktidarı süresince demokratik hak ve özgürlükleri adım adım tasfiye eden tek adam rejimi altında “Türkiye’nin demokratikleşmesi” sorununda atılacak ileri adımlarda da işçi sınıfının oynayacağı rol belirleyicidir. Örgütlü ve bilinçli bir işçi hareketi geliştirilemediği, onun önderlik ettiği bir mücadele örgütlenemediği koşullarda demokrasi mücadelesini ilerletmek olanaklı değildir.
Burjuva dünyasındaki kimi araştırmalar da bu gerçeği ortaya koymaktadır. 2019 Ekim’inde Independent’da yer alan Washington Post’un bir araştırması, bu çerçevede oldukça çarpıcıdır. Demokrasinin gelişmesinin sistemli olarak inceleyen bu araştırma, kitlesel protestoların başarısının protestoyu kimin yaptığına bağlı olduğunu vurguluyor. 150 farklı ülkenin yüz yılını inceleyen araştırma, demokrasi için işçi sınıfı hareketlerinin şart olduğunu ortaya koyuyor. İşçi sınıfının demokratikleşmenin temel gücü olduğu saptaması yapılıyor.
Demokrasi örgütlü ve bilinçli sınıfın eseridir
Sadece az gelişmiş ülkelerde değil, tüm gelişmiş kapitalist ülkelerde de demokrasi sorunu ve mücadelesi temel bir sorunudur. Zira kapitalizm bu sorunu döne döne üretmektedir. Dünya kapitalizminin çok boyutlu krizlerle boğuştuğu bugünün dünyasında, özellikle de krizin derinleştiği koşullarda demokratik kazanımlar adım adım gasp ediliyor ve giderek polis rejimlerine geçiliyor. Devrimci işçi sınıfı hareketinin mücadeleleriyle kazanılan demokratik hak ve özgürlükler, işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve politik mücadele sahnesinde yerini alamaması sayesinde adım adım gaspediliyor. Dolayısıyla, burjuva demokrasisiyle övünen Batılı emperyalist ülkelerde de işçi sınıfının önünde temel bir demokrasi sorunu ve mücadelesi duruyor.
Bugünün Türkiye’sinde, yaşanan çok yönlü ağır kriz batağında aynı olgu yaşanıyor. Sermaye devletinin “bekası”, “ülkenin bölünmez bütünlüğü”, “iç ve dış düşman” tehlikesi, “terör ve bölücülük” vb. bahanelerle dozu arttırılan devlet terörü ve zorbalığıyla toplumun tümden sindirilip susturulması hedefleniyor. Temel hak ve özgürlükler gasp edilip en sıradan hak alma mücadelesi bile “terör” gerekçesiyle yasaklanıyor. İşçi sınıfının örgütlü ve bilinçli mücadelesi olmadığı içindir ki keyfi bir zorbalığa ve devlet terörüne dayanan tek adam rejimi hüküm sürüyor. Tek adam rejimi şahsında iki sınıf karşı karşıya bulunuyor. Sermaye sınıfının neo-liberal saldırıları özellikle ve öncelikle işçi sınıfını hedefliyor. Dolayısıyla yanıtı da işçi sınıfı cephesinden verilebilir.
Hiçbir dönem demokratik toplum yapısına kavuşmayan Türkiye’de demokrasi mücadelesi, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması, işçi sınıfı için yaşamsal önemdedir. Ama bu mücadelenin başarılı gelişmesi de toplumsal muhalefet hareketinin eksenini işçi sınıfının tutması ölçüsünde olanaklıdır. Sınıfın öncülüğünden yoksunluk koşullarında, çeşitli grup ve çevrelerin, örgüt ve partilerin bir araya gelerek herkesi “Demokratik Türkiye” bayrağı altında birleşmeye çağırmakla “Demokratik Türkiye”yi yaratılamaz, hak ve özgürlüklerin elde edilmesi olanaklı olamaz. İşçi sınıfına gidilmediği, onun örgütlü birliği sağlanıp mücadeleye seferber edilmediği sürece, demokrasi mücadelesinde ilerleme sağlanamaz. Fakat işçi sınıfına inançsızlığın ve ondan kaçışın yaygınlaştığı bugünün Türkiye’sinde, demokrasi mücadelesinin işçi sınıfının mücadelesinden kopuk ele alınması yazık ki egemen eğilimdir.
Nasıl ki demokratik hak ve özgürlüklerin genişlemesi işçi sınıfı hareketinin gelişimi açısından büyük bir önem taşıyorsa, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin sağlıklı bir çizgide gelişmesi ve bu hakların kazanılması da işçi sınıfının önderliğini gerektirmektedir. Türkiye’de demokrasi mücadelesinde mesafe almak ancak işçi sınıfının örgütlü devrimci mücadelesiyle ve mücadelede öteki emekçi sınıflara önderlik etmesiyle sağlanabilecektir. Bugünün Türkiye’sinde devrimci siyasal mücadelenin en temel sorunu budur. İşçi sınıfının kendi gücünü ortaya koyamaması, mücadelenin önüne düşememesidir. Bunun gerisinde ise elbette sınıfa devrimci önderlik planındaki zayıflık vardır.
Dolayısıyla işçi sınıfının siyasal mücadele alanına çıkması çabasına yoğunlaşmak, yüklenilmesi gereken en öncelikli halkadır. Demokrasi, sınıftan kopuk bir takım parti, örgüt ve çevrelerin “demokratik Türkiye” bayrağı altında bir araya gelmesiyle değil, bilinçli ve örgütlü işçi sınıfının mücadeleleriyle kazanılacaktır.