Gerici-faşist iktidara karşı mücadele ve devrimci sınıf ekseni

Gerek gerici-faşist rejime karşı verilecek güncel mücadelenin sorumlulukları, gerekse seçimler gibi önemli siyasal süreçlere yaklaşım ve oluşturulacak taktik politikalar (ittifak arayışları da dahil), temelinde kapitalist sistemi hedef almalı; kendisi de kapitalist sistemin belalarından biri olan tek adam rejimine, çok yönlü krizlerin dolaysız faturaları olarak ortaya çıkan hayat pahalılığına, sömürüye, baskıya, açlığa, yoksulluğa ve ağır çalışma koşullarına karşı atılacak her adımda işçi sınıfı hareketini devrimci bakış ve program üzerinden geliştirmeye odaklanmalıdır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 13 Aralık 2021
  • 13:00

Türkiye kapitalizminin üst üste binen çok yönlü krizleri, gerici-faşist rejimin kimyasını her geçen gün bozmaya devam ediyor. Öyle ki, gelinen yerde Erdoğan dahil rejim temsilcilerinin söylemleri kadar davranış çizgileri de absürt ve öngörülemez bir hal almış durumda.

Bu açık olgu, düzen muhalefetinden ilerici-sol çevrelere değin, rejim karşısında konumlanmış güçlere geniş bir hareket alanı açıyor. Fakat, tescilli düzen partilerine ve ilerici-sol güçlere iktidar karşısında manevra alanı yaratan esas zemin, gerici-faşist rejimin açmazlarını derinleştiren ve temelinde kapitalist sistemin yer aldığı ağır ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve toplumsal sorunlardır. Bu nokta, “AKP-MHP iktidar bloğuna karşı mücadele” sorununun sınıfsal temelini oluşturmakta, son günlerde öne çıkan “bloklaşma” tartışmalarının muhtevasını ve ayrım çizgilerini de ortaya koymaktadır. Öyle ya, AKP-MHP iktidar bloğunu köşeye sıkıştıran açmazlar sonuç, kapitalizmi pençesine alan çok yönlü bunalım ise bunun asli sebebidir. Bu denklem doğru kurulduğunda, rejim karşısında öne çıkarılan “bloklaşmaların” ya da “saflaşmanın” toplumsal yaşamda oturduğu sınıfsal eksen de belirgin bir şekilde görülecektir. Burjuva muhalefet partilerinin ve onların gölgesinde politika yapan reformist-parlamenterist solun “AKP-MHP iktidarını gönderme” yaklaşımı üzerinden birleştiği ve itinayla üzerini örtmeye çalıştığı da bu sınıfsal muhtevadır.

Gerici-faşist rejime karşı mücadelenin sorunları ve sorumluluklarına geçmeden önce bir noktanın daha altını çizmekte fayda var. Kapitalist sistemin yapısal sorunlarını ve çok yönlü bunalımını göz ardı ederek, söz konusu gelişmelerin sınıfsal mahiyetini karartarak ya da bu sorunları sosyal demagoji sınırında iktidara yüklenmenin malzemesi yaparak yol yürümek, burjuva partiler adına anlaşılır bir durumdur. Zira varlık sebepleri, burjuva sınıf egemenliğine dayalı kapitalist sömürü düzenin devamını esas almaktadır. Açık bir sınıfsal tutumla; hayat pahalılığından, açlıktan, yoksulluktan, sömürüden, ağır çalışma koşullarından bunalmış emekçi yığınları edilgenliğe mahkûm etme çabaları da bundan kaynaklanmaktadır. Peki, kendisini sol-sosyalist ya da emekten yana tanımlayan reformist güçlerin düzen muhalefetinin eteklerine tutunması nasıl bir sınıfsal tutuma denk düşmektedir? Hangi sınıfa hizmet etmekte hangi sınıf eksenine oturmaktadır?

AKP-MHP iktidarına karşı mücadele ve sınıf ekseni

Gelinen süreçte gerici-faşist iktidara ve kurmak istedikleri faşist tek adam rejimine karşı mücadele elbette en başta işçi sınıfı ve emekçilerin önünde duran yakıcı bir görevdir. Zira, sermayenin demir yumruğu olarak hareket eden iktidar, tüm politika ve uygulamaları ile işçi sınıfı ve emekçileri hedef almakta, her adımında temsil ettiği sermaye düzenin çıkarlarını gözetmektedir. Dahası, kurmaya giriştikleri rejim faşist zorbalığı olağanlaştırarak toplumsal mücadeleleri boğmayı, sınıf hareketini ise en geri noktaya itmeyi esas almaktadır. Tabi bunları yaparken, Saray eşrafının kendi önceliklerini ve çıkarlarını da itinayla gözetmektedir.

Dinci faşist hareketin 15 Temmuz’la birlikte kurmaya yöneldiği ve referandumla da taçlandırmak istediği yeni siyasal düzen, işçi sınıfı ve emekçiler için dizginsiz, engelsiz, kuralsız ve keyfi bir yönetim anlamına gelmektedir. Hedeflenen, toplumu süreklileşen OHAL koşullarında KHK’larla keyfi ve kuralsız biçimde yönetmek olduğuna göre, bunun ağırlığını ve acısını herkesten çok işçiler ve emekçiler çekeceklerdir. Bu, kuralsız ve keyfi bir sömürü cehennemi demektir. Dinci faşist kliğin tüm kesimleriyle işbirlikçi büyük burjuvaziye en büyük vaadi de budur. Tayyip Erdoğan ‘başkanlık sistemi’ biçimi içinde işçi sınıfı ve emekçiler karşısında sermayenin ‘demir yumruğu’ olmaya soyunmaktadır.” (Referandum ve Devrimci Sınıf Çizgisi, Şubat 2017)

Buradan hareketle, gerici-faşist iktidara karşı mücadele işçi ve emekçiler adına bir tercihten öteye zorunluluk haline gelmiş bulunuyor. Güncel her siyasal gelişme ya da toplumsal sorun karşısında işçi ve emekçileri devrimci sınıf ekseni üzerinden bu mücadeleye kazanmak devrimcilerin önünde bir sorumluluk olarak duruyor. Bu ise, en başta halihazırda iktidar gücünü ve devlet aygıtını elinde tutan gerici-faşist iktidar bloğunu kapitalist sistemle ve emperyalizmle bağı içerisinde ele almayı gerektiriyor. Tabii ki, yıllara yayılan bir süreç içerisinde dinsel gericiliğin toplumsal yaşamda yarattığı ağır tahribatı ve mevcut toplumsal temelini görebilmeyi de.

“Dinsel gericiliğin çatı partisi AKP, onun temsil ettiği zihniyet, ideoloji, kültür, bunların maskelediği toplumsal güçler, sınıfsal çıkarlar ve sermaye grupları, cemaat ve tarikatlardan vakıflar ve derneklere kadar bin türlü oluşum, örgüt ve kurum, günümüz Türkiye’sinin en katı gerçeklerinden ve mevcut kapitalist düzenin en temel yapıtaşlarından biridir. Dolayısıyla tüm bu yapı ve ilişkileriyle dinsel gericiliğe karşı mücadele, kurulu sermaye düzenine ve emperyalizme karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Şimdiki özel konumu ve yönelimi ona karşı mücadeleye de ayrı bir anlam ve önem kazandırıyor olabilir. Fakat bundan hareketle onu kendi başına bir hedef haline getirmek, böylece dinsel gericiliğe karşı mücadeleyi emperyalizme ve sermaye düzenine karşı mücadeleden kopartmak, devrimci konum ve kimliği yitirmek demektir.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi, Aralık 2018)

Bu noktada, sol hareket adına programı ve hedefleri açık olmayan, işçi sınıfı ekseninden yoksun “bloklaşma” ve “yol arayışı” tartışmalarına geri dönebiliriz. İlkin, merkezine işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadelesini büyütmeyi koymayan, seçimler dahil olmak üzere her türden siyasal gelişmeyi bu mücadelenin çıkar ve ihtiyaçlarına göre değerlendirmeyen, hedefe konan AKP-MHP iktidar bloğunun kapitalist sitemle ve emperyalizmle bağlarını görmezden gelerek ya da bu bağı bilinçli olarak kopartarak girilen her “yol”, burjuva düzene çıkacaktır. Evet, bu da bir sınıf eksenidir ama işçi sınıfının değil tam karşısında yer alan sınıfın…

İkincisi, sokak hareketine ve toplumsal mücadele dinamiklerine dayanmaksızın, gerici-faşist rejimi seçim minderinde tuş etmeyi esas alan “bloklaşma” arayışı, daha ilk adımında kitleleri burjuva düzene yedeklemek anlamına gelmektedir ki, bu, Türkiye kapitalizminin yapıtaşlarından biri olan dinci-gericiliğe ve onun toplumsal yaşamda yarattığı çok yönlü sorunlara karşı mücadelenin görevlerinden kaçınmanın en kestirme yoludur. Zira, başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzere, toplum yaşamında büyük bir ağırlığa dönüşmüş olan dinsel gericiliğin ve şovenizmin panzehri sosyal mücadelelerdir.

Üçüncüsü, “AKP-MHP iktidarına karşı açık ya da örtülü her türlü ittifak mubahtır” yaklaşımı ise, iktidarı ve muhalefetiyle düzen siyasetine rengini veren dinsel gericiliğin ve ırkçı şovenizmin kapitalist sistemin temel yapıtaşlarından biri olduğu gerçeğinden kopmanın vardığı noktayı gözler önüne sermektedir. Zira bu tutum, iktidarın ılımlı bir sureti olarak kitlelere sunulan ve kendisi de dinsel gericilik ve ırkçılıkla malul olan düzen muhalefetine bel bağlamak anlamına gelmektedir.

Düzen sınırlarını aşmayan şu veya bu gelişmenin etkisi altında ya da sonucu olarak Tayyip Erdoğan iktidarı biçimsel varlığını yitirse bile, uzun yıllar içinde yarattığı zemin esası yönünden kalacaktır. Düzenin uzun vadeli çıkarlarını zedeleyen aşırılıklarından bir ölçüde arındırılacak, sivrilikleri belli sınırlarda törpülenecek, keyfiliğin ve kuralsızlığın bugünkü biçimi sınırlandırılacak, özellikle eğitim gibi kapitalist ekonomi ve devlet düzeni için özel bir önem taşıyan alanlardaki çöküntü düzenin asli ihtiyaçlarına göre onarılmaya çalışılacak, ama yaratılan toplumsal-kültürel ve siyasal zemin esası yönünden korunacaktır

Emperyalist çevrelerin ve Tayyip Erdoğan’ın işleri götürme tarzından huzursuz sermaye gruplarının yıllardır alternatifi hep de AKP’nin kendi içinde aramaları, Gül-Babacan-Davutoğlu gibi halen dışlanmış eski AKP kurmayları üzerinden hesap yapmaları, başta CHP olmak üzere düzen muhalefetini bile bu doğrultuda yönlendirmeleri, tüm bunlar bunun bugünden göstergeleridir. Uzun yılların ve nihayet güncel ağır kriz koşullarının AKP’de yarattığı ve yaratacağı yıpranma, düzen siyaseti bünyesinde tam da bu türden bir alternatife zemin hazırladığı için, bu gerçekleri özellikle göz önünde bulundurmak gerekir. Düzenin efendileri yıllardır potansiyel alternatifi hiç de düzen muhalefeti içinde değil fakat tam da AKP’nin kendi bünyesinde aramaktadırlar. Türkiye’nin kapitalist düzeni iktisadi-toplumsal ve siyasal bir güç olarak dinsel gericiliği dışlayarak işleri götürme olanağını artık yitirmiştir. Sorun dinsel gericiliği dışlamak değil fakat yalnızca dengelemek, yani belli sınırlar ve ölçüler içinde tutmaktır…” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi, Aralık 2018)

***

Tüm bu olgulardan hareketle, gerek gerici-faşist rejime karşı verilecek güncel mücadelenin sorumlulukları, gerekse seçimler gibi önemli siyasal süreçlere yaklaşım ve oluşturulacak taktik politikalar (ittifak arayışları da dahil), temelinde kapitalist sistemi hedef almalı; kendisi de kapitalist sistemin belalarından biri olan tek adam rejimine, çok yönlü krizlerin dolaysız faturaları olarak ortaya çıkan hayat pahalılığına, sömürüye, baskıya, açlığa, yoksulluğa ve ağır çalışma koşullarına karşı atılacak her adımda işçi sınıfı hareketini devrimci bakış ve program üzerinden geliştirmeye odaklanmalıdır.