Gerici-faşist rejimin Türkiye içinde ve dışta çok yönlü sorunlar yaşadığı bir gerçek. Fakat milyonlarca işçi ve emekçinin de içinde yer aldığı bir kitle tarafından desteklendiği gerçeği de hala değişmiş değil. Ayrıca Erdoğan ve rejimi uyguladığı ekonomi politikaları ile burjuvaziyi yanında tutmaya; EYT, emekli maaşı ve asgari ücret üzerinden göstermelik adımlarla da işçi ve emekçilerin desteğini almaya devam edebilir.
Şüphesiz, geminin su aldığı ve çırpındıkça batmakta olduğu somut bir olgu. AKP-MHP iktidarı karşısında düzenin “restorasyon”unu sağlayacak alternatif güç olarak, CHP-İYİP (+HDP) bloku ise kitlelerin güvenini kazanmamıştır ve kolay kolay kazanamayacaktır. Haziran seçimlerinde denenip vazgeçilen geçici çözüm pratiği burjuvazi tarafından uygulanabilir bir hal alabilir. Belediyelerin “muhalefete” teslim edilmesini bunun bir temeli olarak düşünebiliriz.
Erdoğan hükümeti ABD ve Avrupa ile sorunlar yaşarken aynı zamanda Azerbaycan, Kıbrıs, Afrika ülkeleri ve Rusya-Çin gibi emperyalist güçlerle yaptığı anlaşmalarla, geliştirdiği ilişkilerle Türkiye burjuvazisinin dışarıda sınırsızca önünü açmaktadır. Organize sanayi bölgelerindeki fabrikaların hızla dış ticarete yönelerek, pratik adımlar atması bunun somut göstergesidir. Esasında dışarıda yaşanan sorun siyasal zeminde büyümektedir. Elbette ki yaşanan sorunlar olumsuz etkiler yaratacaktır. Fakat bu, emperyalistler açısından Türkiye’nin ucuz işgücü ve daha uzunca süre sömürülmesi gereken bir coğrafya olduğu gerçeğini değiştirmez.
Kısacası Erdoğan ve rejimi büyük siyasal yaralar almıştır, fakat alternatifi henüz burjuvazi tarafından dizayn edilememiştir. Burjuvazi ve emperyalist güçler açısından, ülkenin sosyolojik yapısı gelinen noktada CHP-HDP hükümetine hazır değildir ve uzunca süre olmayacaktır.
Devrimci sınıf hareketi ihtiyacı
Burjuvazinin kısmen mevcut siyasal iktidara (Erdoğan ve rejimine) bağlılığı devam ederken, diğer yandan somut alternatif arayışına girdiği bir gerçek. Bunun bir ayağını, CHP-İYİP bloku üzerinden Erdoğan’ın gerici-faşist yönetim anlayışını kırmak, diğer ayağını da liberal-reformist sol hareketler üzerinden işçi ve emekçilerin düzene bağlılıklarını devam ettirme çabası oluşturuyor. Erdoğan karşıtı blok, yoğun şekilde sahte hayaller yayarak “güçlendirilmiş parlamenter sistem” üzerinden kitleleri düzenin içine hapsetmeye çalışıyor. Bu tablo karşısında devrimci-sosyalist mücadele açısından yapılması gereken bellidir. Ekonomik, siyasal ve sosyal bunalımın yoğunlaştırdığı tepkileri eyleme dönüştürmek, giderek devrimci bir sınıf hareketi geliştirmek yakıcı bir önem kazanmıştır.
Muazzam bir ekonomik çöküşün yaşandığı, açlık ve yoksulluğun zirve yaptığı, sosyal çelişkilerin derinleştiği bir süreçteyiz. İşçi ve emekçilerin ekonomik çöküşü ile biriken öfkenin ve sınıf çelişkilerinin olanaklarını kullanarak sınıf hareketini örmek durumundayız. Bu noktada İstanbul “İşçi-Emekçi Mitingi” önemli bir dönemeçtir. Öncelikle miting öncesi bir birlikteliğin kurulması ve belirli hareketlerin öne çıkarak önemli bir pratik tutum sergilemeleri gerçeği de göz önünde bulundurularak ilişkilerimiz daha da güçlendirilmelidir. Geçici birliklerden çok kalıcı ve uzun soluklu, elbette ki ilkeli ilişkiler geliştirmeliyiz. Bu durum geçmiş sorunları da çözen ve aynı siperde olduğumuz gerçeğini somut olarak ortaya çıkaran bir anlayışla sürdürülmelidir.
Miting öncesi yapılan yoğunlaştırılmış çalışma pratiğini geliştirerek işçilerin hem sendikalarda hem de fabrikalarda taban örgütlenmelerini sağlayabilmeliyiz. Önümüzde duran Greif Direnişinin derslerini yayarak kitlesel bir temel oluşturmak, en önemli devrimci görevimizdir.
Mitingimiz, sosyalist sınıf mücadelesini çürüten düzen-içi reformist anlayışlara karşı çok önemli bir pratik tutum olmasının yanı sıra, mücadelemiz içerisindeki insanları sarsmış ve daha umutlu hale getirmiştir. Teknik olarak birçok sorun olsa dahi hazırlık süreci büyük bir coşku içerisinde geçmiştir. Bu noktadan hareketle daha fazla pratiğe yüklenmeli, eksikliklerimizi görüp aşarak yoğun faaliyetler örgütlemeliyiz.
Bu süreçte çeşitli araç, yol ve yöntemleri değerlendirebiliriz. Örneğin İşçi-Emekçi Mitingindeki anlayış ve birliktelikle, diğer illere de yayılan, kalıcılığı ve sürekliliği olan, kürsüsünü işçi ve emekçilerin kullandığı, fabrikalardan, emekçi semtlerinden seçilen işçilerin delege olduğu il ve ya bölge bazında kurultaylar örgütleyebiliriz. Temelde iktisadi, siyasal ve sosyal sorunlarımızın ele alındığı, çözüm yol ve yöntemlerinin tartışıldığı ama en önemlisi döneme özgü somut sorunlar üzerinden hedefler belirleyen kurultaylar örgütleyerek, işçi sınıfının birliği yolunda mesafe alabiliriz. Günü kurtaran dönemsel çalışma yerine sürekliliği olan, her yıl yeni bir hedefle hareket eden kurultaylar sınıf hareketini sarı sendikalar karşısında bir güç haline dönüştürecektir.
Kurultaylar, işçilerin örgütlü bir güç olduklarında kazanamayacakları hiçbir haklarının olamayacağı anlayışını ortaya çıkaracak, sınıf sendikacılığının somut adımlarını inşa edecektir. Keza işçi ve emekçilerin 1 Mayıs gibi birlik-mücadele günlerini işçi sınıfına geri kazandırmakta, 1 Mayıs’ı bir direniş gününe dönüştürmekte, 1 Mayıs kürsülerini işçilere iade etmekte işlevli olacaktır.
İstanbul İşçi-Emekçi Mitingi belli bir başarıyla gerçekleşti, fakat mitingin anlam ve önemi, nedenleri ve sonuçları geride kalmış değil. Gelinen noktada sadece durum analizi yapmak ve ne yapılacağını ortaya koymak asla yeterli değildir. Düşündüklerimizi hayata geçirdiğimiz ve sonuç aldığımız net bir sürecin içinde olmalıyız. Hedefsiz planlamalardan derhal uzaklaşmalı, örgütlü mücadelenin önemini bilerek, mücadelemizi büyütmeliyiz.
Yazıma son verirken KHK’lı arkadaşıma teşekkür ederim. Yazısında İşçi-Emekçi Mitingine dair yazımı hatırlatarak okunmasını belirttiği için çok sevindim. Özellikle belirtmek isterim ki, bizler bir durum karşısında sadece sorunlar ve eksiklikleri ortaya koyup yakınmacı bir tutum içerisinde olmak yerine hataları düzelten, sadece eleştiren değil, olumlu olanı geliştiren yapıcı bir tutum içinde olmalıyız.
Ankara’dan bir işçi