Hükümet yetkililerin ve yandaş kalemlerin tüm çarpıtma çabalarına rağmen ekonomik kriz derinleşerek sürüyor. Sermaye sınıfı dönemi bir “fırsat günü” olarak algılamaktan ve ortaya çıkan bütün faturayı işçi emekçilerin sırtına yıkma yöneliminden ise bir dirhem dahi vazgeçmiyor.
Siyasal iktidar, ciddi boyutlara varan bütçe açığını ve “durgunluk” nedeniyle gelirlerde yaşanan azalmayı zamların süreklileştirilmesi ve dolaylı vergilerin arttırılması yoluyla dengeleme isteğinde. Oysa temel tüketim maddelerine yapılan zamlar zaten güç bela geçinen emekçilerin yaşamını her geçen gün biraz daha çekilmez hale getirirken, alım gücündeki reel düşüş gerisin geri ekonomiye yeniden durgunluk olarak yansıyor. İçinde bulunduğu siyasal ve ekonomik çıkmazlarda debelenen iktidarın, günü kurtarmak için krizin faturasını emekçilerin sırtına yüklemek ve devletin bütün güç ve olanakları ile sermaye için yeni teşvik kanalları yaratmanın ötesinde bir programı bulunmadığı daha açık olarak görülüyor.
Bu tablo içerisinde ekonomik krizin etki alanı genişleyip boyutları farklılaşırken, ücretli kesimlerin kötüleşen yaşam ve çalışma koşullarına karşı alttan alta büyüyen öfke ve tepkisi her geçen gün biraz daha siyasal iktidara doğru yöneliyor. Bu durum yaşanan ekonomik kriz ile ülkenin içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal sorunlar arasında bağ kurmayı kolaylaştıran bir işlev görüyor.
Hemen hemen bütün çalışma alanlarından yansıyan bu tablo ne yazık ki kendi başına sınıf hareketinin nihayet kendine bir güçlenme zemini bulduğu manasına gelmiyor. Tersine, tek tek ortaya çıkan mevzi direnişlerde ve hak arama arayışlarında hissedilebilir bir düşüş mevcut. Ötesinde zaten sınırlı olarak ortaya çıkan bu tür arayışlar çoğu zaman hiçbir somut kazanım elde etmeden geri çekiliyor. Kıdem başta olmak üzere kazanılmış haklara dönük kapsamlı saldırılar, toplu sözleşme süreçleri üzerinden gerçekleşen düşük ücret dayatmaları, katlanılmaz boyutlara gelen hayat pahalılığı, işsizlik vb. krizin yıkıcı etkileri işçi sınıfı ve emekçilerin ortak mücadelesi için uygun bir zemin yaratsa da bırakalım kitlesel çıkışları, dün göstermelik olarak gerçekleşen miting, basın açıklaması gibi eylemlere bile pek rastlanmıyor.
Bu durumun en önemli nedenlerinden birinin sendikal bürokrasinin sınıf hareketi üzerindeki tahakkümü olduğuna şüphe yok. Artık doğrudan AKP’nin payandası haline gelen birçok sendika ve konferadasyon saldırılara zaten çanak tutuyor. Geri kalanların önemli bir kısmı ise yıllardır sürdürdükleri uzlaşmacı-icazetçi anlayışların ürünü olarak, yoğun saldırı dalgasına karşı göstermelik bir şeyler yapma gücünü dahi kendisinde göremiyor.
Solun önemli bir kısmı kriz olgusunun öneminin farkında ancak sınıftan düşünsel ve maddi uzaklık sorunu bu farkındalığın sınırları baştan belirliyor. Hedefler, ortaya atılan şiar ve istemler, sınıfa dönük mücadele çağrı ve beklentileri, gerçek bir sınıf yönelimi ve bunun ürünü işçi sınıfı merkezli bir çalışma ile birleştirilemediği ölçüde anlamını büyük ölçüde yitiriyor.
Bu tablo sınıf devrimcilerin omuzlarına çok önemli görev ve sorumluluklar yüklüyor.
Tepki ve öfkeyi eylemli ve örgütlü hatta kavuşturmak
Bu görevin en somut boyutlarından birini mevcut öfke ve tepkinin derinleştirilerek eylemli bir hatta dönüştürülmesi sorunu oluşturuyor. Tek tek fabrikalarda ön açıcı kararlı mücadele örnekleri yaratmak ile sınıf hareketinin mevcut kötürüm durumuna takılmadan ne yapıp edip öfkenin/tepkinin kendini ifade edebileceği eylemli zeminler örgütlemek bu görevin iki temel başlığını oluşturuyor.
Bu görevlerin başarılması ise bir yandan gerek tek tek fabrika çalışmalarının gerekse genel aydınlatma ve propaganda faaliyetimizin kapsam ve niteliğini güçlendirmeyi, diğer yandan ısrarlı ve yaratıcı bir çalışma içinde faaliyetin temposunu adım adım yükseltmeyi gerektiriyor. Bunun bir diğer boyutu ise merkezi araç ve yönelimlerle yerel çalışma arasında daha güçlü bağlar kurmaktır. Güncel gelişme ve öne çıkan gündemlere bu temel üzerinden yüklenilmelidir.
Günün öne çıkan somut başlıklarından biri, başta metal TİS’leri olmak üzere sözleşeme süreçlerini kriz karşıtı mücadelenin görevleri üzeriden ele almak, hemen her aşamada sendikal bürokrasinin yıkıcı etkisi ve mevcut sendikaların mücadele anlayışları konusunda sınıf kitlelerini döne döne uyarmaktır. Bir diğeri, başta kıdem tazminatının gaspı olmak üzere işçi sınıfı ve emekçilerin iş ve ücret güvencesini ortadan kaldırmayı hedefleyen politikalara karşı çok daha yaygın ve planlı bir mücadele hattı oluşturmaktır. Hayat pahalılığı, zamlar, düşük ücretler, tensikatlar gibi saldırılar bu hattın içine somut mücadele ve eylem başlıkları olarak yerleştirilebilmelidir. Nihayet tüm bunları yerine getirmek doğrultusunda her türlü mücadele arayış ve yönelimini birleştirmeye dönük olarak ilerici ve sol güçlerle iş birliği zeminleri yaratmak için çaba göstermek de öne çıkan önemli bir başlık durumundadır.