Seçim hengamesi geçtikten sonra emekçiler, motorinin litre fiyatına 23 kuruş, kuru çaya yüzde 15, şekere de yüzde 16 zam haberiyle uyandılar. Bir bakıma ülkenin gerçek gündemiyle yeniden baş başa kaldılar.
31 Mart Yerel Seçimleri öncesi ve sonrası, ardından 23 Haziran’da yenilenen İstanbul seçimleri derken ekonomik krizin yıkıcı etkilerinin yankısı ülke gündeminden düşürülmüştü. Öyle ki kriz konusu üzerinde pek durmamak düzen muhalefetinin, hatta toplumsal mücadele dinamiklerinin söylemlerine de yansımıştı. Oysa ekonomik kriz, Erdoğan iktidarının zayıf karnı olarak, tüm bu süreler boyunca giderek artan hızıyla sürmekte, işsizlik tırmanmaya ve hayat pahalılığı el yakmaya devam etmekteydi.
Son seçimde aldığı yenilgiyle dinci-faşist koalisyon açısından yeni dönem yeni siyasal krizlere gebedir. Bu, ekonomik kriz gündeminin sermaye adına nasıl yönetileceği konusunda da belirleyici olacaktır.
Şimdiye dek Erdoğan ve yandaş sermayenin, daha öznel çıkarları gereği ekonomi yönetiminde yarattıkları kimi “sapmalar”, faiz-enflasyon tartışmaları ve Merkez Bankası’na müdahale gibi konulardaki görüş farklılıkları kriz döneminde sürdürülemez bir hal almaktaydı. Erdoğan yerli ve uluslararası sermayenin krize “çözüm” önerilerini, kendi hesaplarına uymadığı koşullarda ötelemişti. Bu nedenle 31 Mart seçiminden hemen sonra sermaye örgütleri ısrarlı şekilde “normalleşme” vurgularını, “yapısal reform” beklentilerini ve krizi uluslararası sermaye kuruluşlarının telkinleriyle atlatma önerilerini sıralamışlardı. 23 Haziran sonrasında da aynı beklentilerini dile getirdiler. “Vakit kaybetmeden ana gündemimiz olan yapısal ve ekonomik reformlara odaklanmalıyız” çağrısı yaptılar.
Ancak bu sefer daha farklı bir tablo söz konusudur. Zira son seçim yenilgisi ile Erdoğan yönetiminin alternatifsiz olmadığı belirgin hal almıştır. Bu tablonun yarattığı rahatlığı sermaye örgütleri ve uluslararası sermaye kuruluşları da değerlendirecek, beklentilerini daha baskın şekilde ileteceklerdir. Hatta 31 Mart sonrası gündeme getirilen “Türkiye ittifakı” söylemleri tekrar devreye sokularak, ekonomi başta olmak üzere çok yönlü krizlerle başa çıkabilmek ve sermaye düzenin istikrarı için Erdoğan yönetimi yeni ittifak arayışlarına girmeye zorlanacaktır.
Öte yandan unutulmamalıdır ki, sermayenin ve Erdoğan’ın kriz yönetim tarzları her koşulda faturanın işçi ve emekçilere yüklenmesinde ortaklaşmaktadır. Ekonomik krizin ve düzen siyasetinin kendi lehine çözmeye çalıştığı siyasal krizlerin ağırlaştıracağı koşullar işçi ve emekçilerin hiçbir şekilde yararına olmayacaktır.
Seçim sonrası “her şey güzel olacak” havası kitlelerde bir umut ve beklenti yaratsa da işçi ve emekçileri her açıdan zorlu bir süreç bekliyor. İşçi ve emekçiler krizin tüm yıkıcılığını her geçen gün artan işsizlikle ve hayat pahalılığıyla ödemeye devam edecektir. Gelinen yerde iş arayanlar arasına evini geçindiremeyen 50 yaş ve üstü 306 bin kişi daha katılmıştır. Son bir yılda bu yaş grubunda iş arayanların sayısı yüzde 57,5 artış göstermiştir. İşsizlik ödeneği almak için başvuran sayısı ise, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 58,8 artarak 716 bin 535 kişiye yükselmiştir. Tüm bunlar sosyal yıkımın daha da artacağını göstermektedir.
Bu sürecin tersine çevrilmesi ve gerçekten güzel bir şeylerin olabilmesi için işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesinin büyümesi, fabrikaları ve meydanları direniş alanlarına çevirmesi gerekmektedir.