Kontrolden çıkan pandemi ile birlikte siyasi iktidarın politikalarıyla daha da ağırlaşan ekonomik-mali kriz, Türkiye’yi bir çöküşün eşiğine getirmiş bulunuyor. İşsizlik büyük bir hızla tırmanıyor, yoksulluk ve sefalet yaygınlaşıp derinleşiyor. İşçi sınıfı ve emekçilere ödettirilen ekonomik-sosyal yıkım faturası giderek katlanıyor.
Durum bu denli vahim olduğu halde Hazine ve Maliye Bakanı damat Berat Albayrak’ın bugüne kadar işlerin yolunda gittiğine dair açıklamaları ve ilan ettiği programlar ekonomistler tarafından alay konusu olmuş ve hiçbir hedef tutturulamamıştı. Geçtiğimiz günlerde açıklanan Yeni Ekonomik Program’ın (YEP) çökmesi de uzun sürmedi. 2022 yılı için öngörülen dolar kuru sadece üç gün içinde aşıldı.
Yaşanmakta olan yıkım tablosu öylesine ağır ki, AKP şefi Tayyip Erdoğan ilk kez, ülke ekonomisi büyüyor, 2023 hedeflerimize doğru yol alıyoruz, batılılar şahlanmamızı kıskanıyor, “üst aklın oyunları” yürüyüşümüzü durduramaz, faiz lobisine teslim olmayız, Türkiye ekonomide dünyada ilk ona girmek üzere, vb., türden, emekçi kitleleri aldatmayı hedefleyen söylemlerden uzak durmak zorunda kaldı. Düne kadar ülkeyi “uçurmak”tan söz edenler, gelinen yerde büyük bir çöküşün eşiğine gelindiği gerçeğinin üzerini örtmenin kolay olmadığını görüyorlar. Rejimin “tek adamı” artık bunu itiraf etmek zorunda kalıyor. Zira, farklı gündemler üzerinden toplumun bir kesimini aldatmak mümkün olsa da, ekonomi söz konusu olduğunda, yalana dayalı propaganda hayatın gerçekleri karşısında hükümsüz kalıyor.
Din istismarıyla yol almaya çalışıyorlar
Erdoğan, ekonomide yaşanan iflası “olağan” bir konuşmada değil, “Camiler ve Din Görevlileri Haftası”nda yaptığı konuşmada itiraf etti. Yoksulluğun yarattığı çaresizlikle dine sığınan insanların inançlarını istismar eden, ahireti kazanmak isteyenlerin daha fazlasına katlanmak zorunda olduğunu vurgulayan Erdoğan, bu konuşmasıyla aynı zamanda dinci-faşist iktidarın yaşadığı sıkışmışlığı da ortaya koymuş oldu.
“Bu hayatın albenisine kendisini kaptıran insan, dünyasını da ahiretini de kaybeder. Müminin görevi varlıkta şımarmamak, yoklukta sabretmektir. Gerçek mümin acıyı bal eyleyendir.” diyen Erdoğan, artık “büyümeyi”, “uçmayı”, “şahlanmayı” bir kenara bırakarak, emekçilere net bir mesaj vermektedir: İnsanca yaşama özleminizi bir kenara bırakın. Artık size yokluk ve sefaletten başka bir şey vadedemiyoruz. Sakın buna itiraz etmeyin ve haklarınızı aramayı aklınızdan geçirmeyin. Sabretmek ve acıyı bal eylemek zorundasınız!
İşçi ve emekçilere, “daha derin bir yoksulluğa hazır olun” mesajının dini sosa batırılarak verilmesi, dünyadaki yaşamın önemsizleştirilip “öteki dünya”ya vurgu yapılması, dinci-faşist iktidarın artık dini istismar etmek dışında argümanlarının kalmadığını gösteriyor. Bunun içindir ki, her işe Diyaneti, tarikatları, cemaatleri koşturuyor, hurafelerle kitleleri sersemletmeye çalışıyorlar. Yine de bu söylemler tam bir manevi-ahlaki iflası anlatıyor. Çünkü bu dünyada sürdükleri yaşam ile öteki dünyaya ilişkin söylemleri arasında üstü örtülemeyecek denli derin bir uçurum var.
Arsızlıkta sınır tanımıyorlar!
Ülke ekonomik-mali kriz, pandemi krizi, borç krizi, işsizlik krizi, enflasyon krizi girdabına yuvarlanmış bulunuyor. Bu krizlere çözüm üretmek bir yana, biraz olsun hafifletme imkanlarına dahi sahip değiller. İktidarları boyunca devasa rakamlara ulaşmış bulunan borçlar, son dört yılda Türk Lirası’nın yüzde 60 oranında değer kaybıyla daha da katlanmış durumda. Daralmış bulunan ekonominin çarklarının dönebilmesi, bu borç batağının daha da derinleşmesiyle mümkün. Ve yakın zamana kadar “faiz lobisine boyun eğmeyeceğiz” diyenler, dünyada dolar faizi yüzde sıfır iken, ancak yüzde 6 faiz ödeyerek borç alabiliyorlar.
İzlenen yayılmacı-fetihçi dış politikadan dolayı birçok ülkeyle kavgalı olan iktidarın tek dostu Katar Emiri’dir. Ancak para dilenmek için yapılan son Katar ziyareti de istenen sonucu vermedi, Katar Emiri “dünya lideri”ni havaalanında karşılamaya bile tenezzül etmedi.
Ülke ekonomisi derin bir kriz batağında debelenirken, işçi ve emekçilere tam bir yıkım dayatılırken, onlara “hayatın albenisine kendinizi kaptırmayın” vaazları veren Erdoğan neler yapıyor? Geçen hafta açıklanan verilere göre, sadece Ankara’daki sarayın günlük masrafı 14 milyon liraya ulaşmış durumda. Van Gölü kıyısında yaptırdığı 12. sarayın (Ahlat Köşkü) maliyeti önce 25 milyon lira olarak açıklanmıştı ancak arkadaşına inşa ettirdiği sarayın faturasının 125 milyon lirayı aştığı ortaya çıktı. Diğer 11 sarayın günlük masrafları ise henüz açıklanmadı.
“Varlıkta şımarmayan mümin” Erdoğan’ın hava filosunda 16 uçak bulunuyor. Lüks makam araçlarının sayısı bilinmiyor. Sarayda düzenlenen davetlerde on milyonlar har vurulup harman savuruluyor. Bütün bir iktidarı boyunca rant, talan, yağma üzerinden birikmiş bulunan servetinin ise devasa miktarlara ulaştığına kuşku yok.
“Dünya nimetleri”ne bu denli düşkün olanlar, emekçilere, bu dünyanın albenisine kapılmayın, ahireti düşünün sözleriyle, arsızlıkta hiçbir sınır tanımadıklarını ortaya koyuyorlar.
İnsanca yaşam hakkı için mücadele!
AKP şefi, kendisi, yakınları, yandaşları, dalkavukları, medyadaki tetikçileri, trolleri vb. lüks ve şatafat içinde yaşarken, emekçilere sefaleti bal eyleyin deme cüretini nereden buluyor? Bu sorunun yanıtı açıktır. Ülkenin toplumsal servetini üreten işçi ve emekçiler sömürüye, yağmaya, talana dur diyemedikleri için, bu asalaklar lüks ve şatafat içinde yaşayabiliyorlar. Bununla da kalmıyorlar, “dünyanın albenisini bize bırakın ki, ahirette ödülünüzü alabilesiniz” diyerek, emekçilerle küstahça alay ediyorlar.
İzledikleri politikalarla daha da ağırlaştırdıkları krizlerin faturalarını emekçilerin sırtına yıkanlar, bunun yolaçacağı isyanların önünü kesmek için din istismarına sarılıyorlar. Oysa sömürünün, yağmanın, talanın ve krizlerin yarattığı yıkımın dinle/ahiretle bir ilgisi yok. Bütün bunlar kapitalizm bataklığında boy veriyor. Zenginlikler sadece azgın bir sömürüyle değil bin bir yolla bir avuç asalağın elinde birikirken, onu üreten emekçilerin payına her geçen gün daha da derinleşen yoksulluk ve sefalet düşüyor.
İşçi sınıfı ve emekçiler din istismarına dayalı sahte söylemleri ellerinin tersiyle itmelidirler. Bütün bir toplumsal zenginliği üretenler olarak, onursuz bir sefaleti kendilerine dayatan bu kokuşmuş rejimin karşısına dikilmeli, insanca yaşama haklarının küstahça tartışmalara konu edilmesine izin vermemelidirler.
Önümüzdeki süreçte işçi sınıfı ve emekçileri çok daha ağır ekonomik-sosyal yıkım saldırıları beklemektedir. Din istismarıyla meşrulaştırılmaya çalışılan bu saldırılar ancak “sınıfa karşı sınıf” eksenli bir mücadeleyle püskürtülebilir. Yıllardır uygulanan politikalarla örgütsüzlüğe mahkûm edilen işçi sınıfı için, birleşip örgütlenerek mücadele yolunu tutmak, bir sınıf olarak sermaye sınıfının ve onun iktidarının karşısına dikilmek dışında bir çıkış yolu yoktur.