Ülke gündemindeki 14 Mayıs seçimlerinin ilk etabı geride kaldı. Seçim öncesinde kılı kırk yararak analizler, anketler ve oy oranları tartışıldı. Şimdi ortaya çıkan tablo üzerinden ikinci tur seçimleri ve partilerin/ittifakların iç dengeleri gündemin ana konusu. Ve tabii hangi aday ne yaparsa seçimi kazanabilir sorusu...
Görüldüğü kadarıyla bugünlerde günün yirmi dört saati karşılaşılacak tartışmalar bunlar. Kazananlar/kaybedenler, oy oranlarının arttığı/azaldığı bölgeler, partilerin seçim tabloları/milletvekili sayıları vb. burjuva medyanın özel uğraşlarıyla temel gündem olmaya devam edecek. Tartışma yine kendi içinde, kitlelerden yalıtılmış, toplumsal hareketliliği reddeden, işçi ve emekçilerin siyasal yaşamın dışında olduğu ve sadece pasif oy desteği temelinde ele alınan bir kapsam ve içerikte olacak.
Burjuva seçim süreçleri siyasal yaşamda hep önemli bir işleve sahiptir. Türkiye gibi çok yönlü kriz içindeki ülkeler bakımından bu daha kritiktir. Burjuva düzenin iç dengelerini anlamak ve gelişmeleri analiz edebilmek bakımından olduğu kadar, işçi ve emekçilerin mevcut durumları ve bilinç seviyelerini ölçmek bakımından da önemli veriler sunmaktadır. Dolayısıyla seçim sonuçları ve yaşanacak muhtemel gelişmeler uzun bir süre ve farklı yönleriyle birçok kesim tarafından tartışılacaktır. Halihazırda düzen güçleri bunu yapıyor. Reformist sol belli yönleriyle bu tartışmalara katılıyor. Ancak sadece seçim ekseniyle sınırlı, kitle mücadelesini, sınıfın bilinç ve örgütlülük düzeyini dışlayan her tartışma güncel yaşamda esaslı bir değişim yaratmadığı gibi, kapitalist düzeni meşrulaştıran bir mahiyet kazanıyor. Rüzgarı arkalarına aldıklarını, AKP'yi ve Tayyip Erdoğan'ı sandıkta devireceğini düşünenlerin yaşadığı şaşkınlık buradan ileri geliyor. Bu anlamıyla seçimlerin ortaya çıkarttığı en genel sonuç, kaybedeninin çok, kazananının tek olması. Kazanan burjuva düzen ve seçimler üzerinden kitlelerde yarattığı yanılsamalardır.
İktidar ya da muhalefet partilerinin tüm dikkat ve enerjilerini odakladıkları, kendileri için varlık-yokluk meselesi olarak gördükleri seçimler, resmi açıklamalara göre yüksek bir katılımla gerçekleşti. Geniş işçi ve emekçi kitleler ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel boyutlarıyla birlikte hayat bulan rejim krizinin yarattığı gerginliklerin basıncıyla, burjuva siyasal arenanın içinde taraflaştılar. Sermaye devletinin nasıl, kimler tarafından yönetileceği, emekçi kitlelerin temel reflekslerini belirledi. Bu anlamıyla işçi sınıfı ve emekçi kitleler, her an iliklerine kadar yaşadıkları sorunlar yumağının kaynağı olan kapitalist düzen karşısında kaybetmiştir.
Yıllardır iktidar koltuğunda oturan ve ülkeyi tam anlamıyla bir harabeye çeviren AKP gericiliği, tüm devlet olanakları, baskı, manipülasyon ve çarpıtmalarla saldırgan bir seçim hazırlığı yaptı. Birçok yerde sandık hilelerine başvurdu. Ancak yine de oy desteğinde ciddi bir düşüş yaşandı. Toplumu zorbalıkla yöneten AKP gericiliğinin en temel meşruiyet kaynağı seçmen desteği idi. AKP'nin birinci parti olması ve Tayyip Erdoğan'ın seçimleri ilk sırada tamamlaması üzerine kopartılan fırtına rağmen çözülme sürüyor. AKP medyasının “kazanan” yaygarası yanıltıcı olmamalı.
AKP'nin yarattığı yıkımın toplumda kendiliğinden bir oy desteğine dönüşeceğini düşünen ve istismara dayalı sosyal sorunları öne çıkaran düzen muhalefeti, “kazanıyoruz” algısıyla rüzgarı arkasına almaya çalışmıştı. Yer yer yarattıkları sanal “bahar” havasına kendileri de kapılmıştı. Ancak tablo hiç de bekledikleri gibi olmadı. Kitlelere bol keseden verilen vaatler gibi, seçim izleme sistemlerinin güvenilirliği üzerine verdikleri tüm güvencelerin de altının boş olduğu görüldü. Ucu ucuna eklenmiş matematiksel hesaplamaların toplumsal yaşam karşısında soyut kaldığını yaşayarak gördüler. Aynı kafayla ikinci tura hazırlanıyorlar ama bu kez yelkenlerini şişirecek rüzgarları zayıf.
Seçim öncesinde olduğu gibi, seçim sonuçlarının ortaya çıkmasının hemen ardında yapılan değerlendirmeler, reformist-parlamentarist solun geldiği yeri özetler nitelikte. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu'nun arkasında hizalanan reformist sol, ölçüsüz vaatlerle parlamenter avanaklığın veciz örneklerini sunarak oy desteğini artırmayı temel iş haline getirmişlerdi. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından “değişim” büyüsüne kapılanların beklentilerinin boşa düşmesi bir tarafa, var olan tabloyu gerçekçi bir muhasebeye konu etme yetilerini de yitirdikleri ortaya çıktı. “İlk turda kazanamadı”, “Sarstık, ikinci turda devireceğiz” söylemleri sol hareketin yayın organlarına atılan başlıklardan sadece birkaçı. Yaşamı sandık ve oy denklemi üzerinden açıklamaya çalışanlar, popülist söylemlerle bir rüzgar yakaladıklarını düşünenler, görüldüğü kadarıyla ellerindekiyle yetinen bir “mutluluk” içindeler. Seçimlerden önceki haftalarda komünistler yaptıkları açıklamada sol harekete dair şu vurguları yapmışlardı:
“Sonuç olarak, Türkiye solu ezici bir bölümüyle, cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden düzen muhalefetinin adayını desteklemekte ortaklaşmaktadır. Bu, Kılıçdaroğlu halkası üzerinden düzenin siyaset yelpazesine sol uçtan eklemlenmek anlamına da gelmektedir. Solun devrimden kopma sürecinin denebilir ki böylece son noktasına ulaşılmış olmaktadır. Bundan sonrası düzenin siyasal dengeleri içinde kendine yer aramak ve uygun koşulları oluşursa eğer, bizzat muhtemel yeni hükümetlere de katılmak olacaktır. Bundan daha ötesi de zaten yoktur.” (14 Mayıs seçimleri ve devrimci parti)
Ortaya çıkan tablo, vurgulanan son cümlelerin dahi çok uzağında olunduğunu göstermiştir.
İşçi ve emekçilerin yaşamında olduğu kadar burjuva seçim süreçlerinin oy dengelerinde de esaslı bir değişim ancak sosyal mücadele zemininde işçi ve emekçilerin örgütlülük ve bilinç düzeyine bağlıdır. Burjuva düzenin seçim eksenli iç çatışmalarının kitlelerde yarattığı yapay taraflaşma rutini bozulamadığı koşullarda, işçi sınıfı ve emekçilerin kemikleşmiş önyargılarında esaslı bir kopuş yaşamaları mümkün olmaz. Toplum yaşamının düzen partilerinin ve seçim gündeminin arasına sıkışıp kaldığı, kitlelere nefes aldıracak, yerleşik algıları ve ideolojik önyargıları parçalayıp atabilecek devrimci bir sınıf hareketi örgütlenemediği koşullarda mevcut durumda esaslı bir değişim yaratılamaz.
Seçimlerin aydınlatıcı sonuçları ışığında “14 Mayıs seçimleri ve devrimci parti” başlıklı değerlendirmeyi çok daha önemli hale getiren bir alıntıyla bitirelim:
“Asıl ve öncelikli hedef ebetteki dinci faşist rejimin kökleşip kalıcılaşma sürecinin boşa çıkarılmasıdır. Ama devrimci bir parti bunu hiçbir biçimde seçim süreçlerine ve sandığına endeksleyemez. Devrimci parti bu alandaki rolünü kendi devrimci konumu, kimliği ve hedefleri üzerinden, kendi yönelim alanlarına yoğunlaşarak, kendi yol ve yöntemleriyle yapmak durumundadır. Böyle davrandığı ölçüde düzen içi tuzakların dışında kalacak, parlamenter oyun ve hesaplar kapsamında düzen muhalefetinin dolgu malzemesi olmaktan kaçınacak, tüm çabası ve enerjisi ile devrimci sürecin ilerletilmesine yoğunlaşmış olacaktır.
Öte yandan, devrimci parti, seçim atmosferinin yoğunlaştığı bir evrede bile, kitlelerin dikkatini seçim sandığına ve parlamentoya değil, devrimci sınıf mücadelesinin gerçek alanlarına, yöntemlerine ve istemlerine çeker. Seçimin yarattığı politizasyonun kendisinden tam da bu amaç doğrultusunda yararlanamaya çalışır. Dar anlamda seçim çalışmasının odağına da seçimlerin ve burjuva temsili kurumların gerçek anlamını, işlevini ve dolayısıyla iç yüzünü sergilemeyi, tam da bu tema üzerinden işçi ve emekçi kitlelerin devrimci bilinci geliştirmeyi koyar. Devrimci hareketimizin devrimci döneminin temel önemde bir ideolojik-politik kazanımı olarak ‘Çözüm ne seçimde ne mecliste! Çözüm devrimde kurtuluş sosyalizmde!’ şiarı, her devrimci seçim çalışmasının vazgeçilmez vurgusu olmalıdır.
Bu nokta özellikle önemlidir. Zira burjuva temsili kurumlar ve seçimler konusunda kitlelerin bilincinde var olan önyargıları darbelemek, devrimci bir seçim çalışmasının temel amacı, vazgeçilemez kaygısı ve belirleyici ekseni olmak zorundadır. Bunsuz devrimcilik iddiası boş bir söz olarak kalır ve bu durumda seçimlere katılmak, parlamenter hayallerin depreştirilmesine soldan verilmiş bir destek biçimini alır. Yazık ki esas gövdesiyle sosyalist olmak iddiasındaki solun halen yapmakta olduğu da budur. Kullanılan söylemler, seçim sonuçları üzerine yapılan hesaplar, girilen ittifaklar, yaratılan beklentiler ve körüklenen hayaller vb., tümü de bu sonuca çıkmaktadır. Böylece bu konum ve tutum içindeki sol çevreler, düzen siyasetinin toplumsal hoşnutsuzluğu seçim sandığına hapsetmek çabasına da soldan omuz vermiş olmaktadırlar.”