Seçimler oldu, ikinci tura hazırlık sürüyor. Ne hikmetse işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin “seçme hakkı” olduğu sandıklar kurulacağı zaman hatırlanıyor. Sermayenin farklı renkteki sözcülerinin vaatlerine veya parlamenterist hayallere kanılması isteniyor. “Bol keseden” sundukları vaatler, ekonominin daha kötüye gideceğine dair yayılan korkular, gerici-faşist rejimin baskıyı yoğunlaştırdığı, etrafa tehditler savurduğu koşullarda seçime hazırlanıldı. Millet İttifakı’nın başını çeken düzen muhalefeti, ülkenin sağından soluna geniş bir yelpazeyi cumhurbaşkanlığı seçimi için tek çatı altında topladı. Reformist solun bir kanadını, Emek ve Özgürlük İttifakı’nı koltuk kapmaca oynarken bulduk, hatta mızıkçılık yapıp oyun içinde oyun kurmaya kalkan da oldu.
Şimdi ikinci tur zamanı. Yine matematik dersine çalışan çocuklar gibi görüyoruz her birini. Muhalefet, “daha sola mı kaysak yoksa ırkçılığa teslim mi olsak” denkleminde; komşudan kaç alsak da yarıdan bir fazla olsak hesabına gömülmüş durumda. Sadece oy rezervi olarak gördükleri emekçileri “harekete geçirmek” olarak gördükleri tek şey sandığa gidip oy vermeleridir. Seçimler yaklaşırken, AKP-MHP koalisyonunun provokasyon yapabileceği gerekçesiyle sokaklardan, meydanlardan uzak kalınması özellikle istenir. Seçim gününe zeval de gelmesin, seçim öncesi “karışıklık” da olmasın! İstenilen budur.
Toplumun büyük bir çoğunluğu adını koyamasa da aslında bu düzende yaşamak istemiyor. Bunun siyasal nedenleri kavranmamış, sınıfsal bakış açısı da yazık ki henüz gelişmiş değil. Ama bir değişim isteği, bir geçinme isteği kime dokunulsa istenen şeydir. Eğer ki değişimin sağlanması için seçimler tek adres gösterilir ve bu arenada vaatler sunmanın ötesine geçilmezse, sonuçlardan büyük bir altüst oluş beklemek hayalperestlikle ahmaklık arası ince bir çizgide turlamak olacaktır.
Ekonomik krizin bu kadar derinleştiği koşullarda yapılan bu seçimde açık ki tercihler siyasal eksende yapılmıştır. Kendi sorunlarına çözüm bulmak için verilen mücadelenin öznesi haline gelmedikleri sürece emekçilerin siyasal tercihlerini değiştirmesi zor. Sonuçların da gösterdiği gibi, seçimde çoğunluk verili ezberlere göre tercih yaptı. Toplum emek mücadelesi eksenli bir mücadelede birleştirilemediği için, gerici-faşist rejimin yarattığı kimlik eksenli kutuplaşmanın zincirleri kırılamadı.
***
Seçimin hemen öncesi 1 Mayıs'tı. Öncesinden de söylüyorduk, alanlarda da gördük; herkes 1 Mayıs'ta seçim mitingi havasındaydı. Sınıf devrimcileri 1 Mayıs bildirisi dağıtırken, 1 Mayıs'ın tarihsel ve sınıfsal özüne uygun olabilmesi için çaba sarf ederken herkes bu süreçte seçim çalışması yürütüyordu. 1 Mayıs'ı güçlü geçirmek yerine, Taksim tartışmasında net tutum almak yerine “Taksim yasağının kalkacağı son 1 Mayıs” havası ile görev savuşturuyordu. 1 Mayıs arama noktalarında yaşanan, yaşatılan her türlü keyfiliği görmezden gelip; önden de birçok yasaklamaya tamam deme noktasına gelindi. Ne de olsa yasaklarla dolu son 1 Mayıs olacaktı değil mi! AKP iktidarının 15 Mayıs sabahı birden ortadan kaybolacağı varsayımına göre davranıldı.
Reformist solundan, sendikal zeminlere her yerde AKP karşıtı söylem geliştirildi. AKP'nin 21 yıldır emekçilere karşı işlediği suçlara vuralım elbette. İşçi düşmanı, kadın düşmanı şeceresini ortaya koyalım. Ama AKP iktidarına ve sermaye düzenine karşı işçilerin-kadınların-gençlerin örgütlü bir tarzda taleplerini ortaya koyduğu, sesini yükselttiği bir mücadeleyi neden örmeyelim? O havaya kapılanların hiçbiri kapitalizmin, emek sömürüsünün ne olduğunu; açlığın, kadın katliamlarının, işsizliğin nedenlerini; işçi sınıfının, kadınların, gençlerin, Kürt halkının gerçek kurtuluşunun ve özgürlüğünün yolunun örgütlü bir devrimci mücadeleden geçtiğini anlatmadı.
Devrimci mücadeleden yüz çevrildiği, devrimci bir sınıf hareketi yaratma çabasının unutulduğu yerde, çıkan sonuçlara da seçimlere endeksli “yüksek vaatlere” de şaşırmadık. Düzen muhalefetine yedeklenen reformist sol ve sendikal bürokrasi, toplumun ezilen kesimlerini harekete geçirecek bir mücadele hattı oluşturmak için çaba sarf etmedi. AKP'ye karşı ateş püsküren sendika bürokratları tabanlarındaki “muhafazakar-milliyetçi” ideolojinin etkisi altındaki işçileri kendi sorunlarından doğru mücadele ederek 1 Mayıs'a, 1 Mayıs'tan da seçim sürecine taşısaydı daha başka bir muhalefet damarı oluşmaz mıydı? “Sınıfa karşı sınıf” bakışından her uzaklaşma, emekçilerle örgütlü mücadele alanında buluşmaktan uzaklaşmayı da beraberinde getiriyor.
Bu seçimler bir kez daha düzene karşı devrimci bir tutum almanın, devrimci sınıf mücadelesinin gerekliliğini/önemini gösterdi. Özgür ve eşit bir toplumu inşa etmek; üretenlerin yöneteceği bir düzen kurmak istiyorsak sınıfa karşı sınıf bakışının olmazsa olmaz olduğunun altını bir kez daha çizmiş oldu. Bu seçimlerden sonra esas belirleyici olan, ülkenin ilerici, devrimci birikimini omuzlayarak yol yürümeye niyetli olanların sınıfı da harekete geçirmek için atacakları adımlardır. Rantçı, baskıcı, gerici, ırkçı, kadın ve işçi düşmanı AKP-MHP iktidarından hesap sormak da ancak böyle bir mücadele ile mümkün olabilir.
Kapitalistlerin demir yumruğu olan Saray rejimine, ürettiğimiz değerleri çalarak servetlerini büyüten sermaye kodamanlarına ve kapitalist barbarlığa karşı işçi sınıfının devrimci mücadele tarihinden güç alarak, öğrenerek toplumsal öfkeyi devrimcileştirelim!