Siyonist İsrail’in soykırım saldırılarına karşı ABD ve Avrupa’nın birçok üniversitesinde Filistin’le dayanışma kampları kuruldu. Polis şiddeti ve devlet terörü sonrasında öğrenciler ve akademisyenler gözaltına alındı, tutuklandı, okuldan uzaklaştırıldı. Gazze’deki soykırımın durdurulması, savaşa verilen desteğin kesilmesi, İsrail’le ticari bağların son bulması gibi taleplerin yükseltildiği eylemler, polisin vahşi saldırganlığına rağmen yayılmaya devam ediyor. Bu saldırganlık, emperyalistlerin demokratik hakları ayaklar altına alma konusunda ne kadar pervasız olabileceklerini bir kez daha gözler önüne serdi.
Bir Erdoğan klasiği: İkiyüzlülük
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İstanbul’da düzenlediği İslam Bilginleri İstişare Toplantısı’nda konuşan Tayyip Erdoğan, “Daha düne kadar ‘protesto hakkı kutsaldır’ diyenlerin Filistin'e destek eylemlerine tahammül edemediklerini gördük” dedi ve şöyle devam etti:
“Sırf İsrail’i eleştirdiği için işinden atılan rektörleri, kariyeri biten siyasetçileri, tehdit edilen sanatçıları, konuşma hakkı verilmeyen öğrencileri gördük. Güya kendilerini ‘özgürlükler ülkesi’ olarak pazarlayanların, İsrail’in çıkarları söz konu olunca birden faşizme dümen kırdıklarını gördük.”
Erdoğan’ın bu sözleri, gerici-faşist rejim tarafından yaratılan “Yeni Türkiye” için fazlasıyla geçerlidir. Dolayısıyla paçalarından riyakarlık akan bir tutumu ifade etmektedir. Filistin halkıyla dayanışma eylemlerinde “İsrail’le ticari ilişkilerin kesilmesi” talebini hedef alan saldırganlık ve Taksim 1 Mayıs’ında tutuklanan öğrencilerden beşine Filistin eylemlerine neden katıldıklarının sorulması AKP iktidarının ikiyüzlü tutumunun son örnekleridir.
“Protesto hakkı kutsaldır” diyen Erdoğan’ın demokratik hak ve özgürlükler konusundaki iki yüzlülüğünü çarpıcı şekilde ortaya koyan bir diğer örnek ise Barış Akademisyenleri’ni hedef alan linç kampanyaları ve kaba saldırganlıktır. Hatırlanacağı üzere 1128 akademisyenin imzasını taşıyan bildiri 11 Ocak 2016’da yayınlanmıştı. Daha sonra imzalayan akademisyen sayısı 2212’ye çıkmıştı. Kürt halkına dönük saldırganlığa karşı “Bu suça ortak olmayacağız” diyerek imza veren akademisyenlere karşı başlatılan cadı avı, akademideki ilerici birikimin tasfiye edilmesi sürecinin önemli bir halkasıydı. Saldırı dalgası metni okuyan akademisyenlerin tutuklanması ile devam etti. Akademiyi hedef alan saldırganlık OHAL’in ardından çıkarılan KHK’larla çok daha ileri boyutlara taşındı. İlerici-muhalif akademisyenler ihraç edildi, davalar açıldı, hedef gösterildi, hatta “ağaç kökü yesinler” denildi. Barış Akademisyeni Mehmet Fırat Tıraş bu süreçte hayatına son verdi. Pek çok kişi yurtdışına çıkmak durumunda kaldı.
Benzer bir süreç Boğaziçi Üniversitesi’nde de yaşandı. Özerk-demokratik üniversite talebini savunan, kayyım rektör istemeyen ve üniversitesine sahip çıkan öğrenciler polis şiddetine uğradı, okuldan atıldı, tutuklandı. Üniversitede mücadele eden öğrencilere destek veren akademisyenler okula alınmadı, sürgün edildi ya da işten atıldı.
Toplumsal tepki arttıkça rejimin riyakarlığı yeni boyutlar kazanıyor
Erdoğan’ın demokratik hak ve özgürlükler konusunda sergilediği riyakarlığın bir benzerini Numan Kurtulmuş da sergiledi. Zira, “Siyonizm baskısıyla işini bırakmak zorunda kalan akademisyenleri” Türkiye’ye çağıran Kurtulmuş, Türkiye’de AKP döneminde yaşanan akademisyen kırımının önde gelen sorumlularından biridir.
Kürt halkına dönük saldırganlığın bir parçası olarak tutuklanan milletvekilleri, gazeteciler, avukatlar ve öğrenciler, kayyım atanan belediyeler, Cumartesi Anneleri’ne dönük saldırılar vb… Tüm bunlardan sorumlu olan bir rejimin tepesinde oturan Erdoğan ve Kurtulmuş gibilerinin başkalarına “demokrasi dersi” vermeye kalkışmaları riyakarlıkta hiçbir sınır tanımadıklarının ispatıdır.
Faşist baskı ve saldırılarını “terörizmle mücadele” yalanı ile hayata geçiren, her türden demokratik hak ve özgürlüğü pervasızca boğmaya çalışan AKP-MHP iktidarı, bugüne kadar kimleri “terörist” ilan etmedi ki: Çocukları devlet tarafından öldürülen anneler, iş cinayetinde katledilen işçilerin aileleri, depremde yakınlarını kaybeden ve hesap soran emekçiler, topraklarını ve doğayı savunan köylüler, haklarını savunan emekçiler, grev yapan işçiler vb…
Hal böyleyken, AKP şefinin ABD’ye dönük söylemleri iç kamuoyunu hedef alan boş bir demagojiden ibarettir. Erdoğan’ı bir kez daha “one minute” türünden o bayat yöntemi kullanmaya iten şey ise, iktidarın Filistin konusunda aldığı iki yüzlü tutumun toplum çapında yarattığı tepkidir.