Türkiye kapitalizminin yapısal sorunlarının yıllardır biriktirdiği kriz dinamikleri gerici-faşist iktidarın ardı arkası kesilmeyen saldırılarıyla, dizginsiz sömürü ve baskı politikalarıyla aşılmaya çalışılmış, ancak sonunda varılan yer tam bir iflas tablosu olmuştur. Sermayenin “demir yumruğu” olarak hareket eden, kuralsız ve keyfi bir sömürü cehennemi yaratan tek adam rejimi, buna rağmen, derinleşen krizi bir nebze hafifletmek bir yana, ona yepyeni boyutlar kazandırmış, ekonomiyi çöküşün eşiğine getirmiştir.
Bugün emekçilerin yaşamında büyük bir yıkım yaratan sadece yapısal krizin sonuçları değildir. Üretimden çok rant alanlarına akıtılan, devasa bir borçlanmaya dayalı “ekonomik büyüme”nin faturası, kendi sefil çıkarları için dışarda izledikleri maceracı politikaların yarattığı sorunlar ve ek faturalar, kapitalizmin işleyiş yasalarını hiçe sayan keyfi müdahaleler vb. de yaşanmakta olan krizi alabildiğine derinleştirmiştir.
Öte yandan, dizginsiz bir artı-değer sömürüsünün önünün açılmasının yanı sıra büyük bir açgözlülükle ülkenin tüm zenginliklerinin üzerine çökülmüştür. Yağmaya, talana, ranta, soyguna, yolsuzluğa, mala çökmeye, yandaş sermaye kaynak aktarmaya dayalı bir haramiler düzeni kurulmuştur. Bunlarla da yetinilmemiş, ülke bizzat iktidar eliyle bir kara para aklama cenneti haline getirilmiştir. Uyuşturucu, silah ve enerji kaçakçılığı gibi kirli işleri de bizzat kendi denetimlerine alarak, bu yolla da kasalarını doldurma yolunu tutmuşlardır.
Tüm bunların ürünü çürüme ve kokuşma düzenin tüm dokularına sirayet etmiş, siyasette, bürokraside, yargıda, medyada ve giderek toplumun küçümsenemeyecek bir kesiminde büyük bir kirlenme yaratmıştır. Bugün düzendeki çürüme ve kokuşmanın derinleşmesine devletteki çeteleşme ve mafyalaşmanın yeni bir boyut kazanması eşlik etmektedir. Dinci-faşist iktidar işleri faşist çetelerini ve tetikçilerini sokaklara salmaya vardırmakta ve yeni bir kirli savaş dönemine hazırlanmaktadır.
Gelinen yerde Türkiye çok ağır bir toplumsal krizle yüz yüzedir. Ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel, ahlaki vb. boyutları olan çok yönlü ve çok kapsamlı bu krizin yarattığı boğucu atmosfer toplumun çok değişik katmanlarının öfke ve hoşnutsuzluğunu günden güne büyütmektedir. Ülkenin ve toplumun üzerine bir karabasan gibi çökmüş bulunan dinci-faşist ağırlık altında nefes alamaz hale gelen ve ağır bir sosyal yıkımı yaşayan toplumun önemli bir kesimi bir çıkış yolu aramakta, alttan alta biriken toplumsal mücadele dinamikleri kendi şu ya da bu biçimde dışarı vurmaktadır.
Mücadele dinamikleri
Henüz birleşik bir harekete dönüşemeyen toplumsal muhalefet dinamikleri; işçi-emekçi direnişleri, gençlik direnişi, kadın direnişi, Kürt halk direnişi, çevre direnişi ve iktidarın dinci-faşist politikalarına karşı laiklik vb. üzerinden genel bir toplumsal muhalefet olarak sıralanabilir.
İşçi sınıfı ve emekçilerin bir kesimi dizginsiz sömürü karşısında en durgun dönemlerde bile şu ya da bu biçimde direnme yolunu tutmuş, tüm saldırılara rağmen bunun önü kesilememiştir. Bu direnişler halihazırda sınırlı kalsa da sınıf saflarında mücadele eğilimi ve örgütlenme arayışı giderek büyümektedir. İşçi ve emekçilerin bir kesiminin hala da din istismarı ve ırkçı şovenizmle denetim altında tutulabilmesi geçici bir olgudur. Derinleşen kriz batağı bunun imkanlarını günbegün tüketmektedir.
Gençlik bir diğer önemli mücadele dinamiği olarak öne çıkmaktadır. Gelecek kaygıları ve özgürlük arayışının yön verdiği bu mücadelede, yanı sıra özerk-demokratik üniversite istemi belirgin bir yer tutmaktadır. En son Boğaziçi üzerinden kendisini ortaya koyan gençlik mücadelesi ülke genelinde büyük bir destek bulmuş, gençliğin bir mücadele geleneğine sahip olduğu bir kez daha açığa çıkmıştır.
Kadın direnişi temelde dinci-faşist iktidarın dayatmalarına, kadın kimliğine saldırılarına, kadın cinayetlerine vb. karşı gelişip güçlenirken, öte yandan kadınlar işçi-emekçi direnişlerinde, çevre direnişlerinde, Kürt halk direnişinde belirgin bir biçimde öne çıkmaktadırlar. Halihazırda kadın muhalefeti toplumsal mücadelenin önemli dinamiklerinden biri olmayı sürdürmektedir.
Dinci-faşist iktidar uzun bir dönemdir çevrenin/yaşam alanlarının tahribatına dayalı yağma ve rant politikalarını hayata geçirmeye çalışmakta, bu girişimler pek çok yerde anlamlı direnişlerle yanıtlanmakta, yer yer de püskürtülebilmektedir. Ülke zenginliklerinin peşkeş çekilmesinin yanı sıra doğal çevreyi yıkıma uğratan bu pervasız saldırılar toplum ölçüsünde de duyarlılık yaratmakta, bundan da güç alan soluklu direnişler gerçekleşmektedir.
Kürt ulusal direnişi ise esasta kendi mecrasında ilerlemekte, son dönemde dizginlerinden boşalan saldırganlık Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesinin daha da ivme kazanmasına yol açmaktadır. Birbirini izleyen bir dizi saldırının son halkası İzmir’deki planlı provokatif saldırı olmuş, ancak büyük bir sarsıntıya yol açan bu kirli politika ters tepmiştir. Bu saldırılar Kürt direnişini boğmak bir yana, toplumun ilerici kesimlerinin dayanışmasını güçlendiren bir rol oynamıştır.
Orta sınıf muhalefeti
İktidarın dinci-faşist politikalarına karşı laiklik, cumhuriyet değerleri, demokrasi vb. üzerinden gelişen genel toplumsal tepki ise, temelde orta sınıf duyarlılığının ürünüdür. Bu ilerici burjuva ara katmanlar ve onların temsilcileri, tam da sınıfsal konumlarından dolayı, laiklik, yaşam tarzı, aydınlanma ya da ilerici kültürel değerler mücadelesini öne çıkarmakta, bunların temel toplumsal sorunlarla bağını geri plana itmektedirler.
Toplumun önemli bir kesimini kapsayan bu ilerici orta sınıf duyarlılığı elbette küçümsenemez. Fakat burada sorun, bunun solun bir kesimini de etkileyerek, devrimci siyasal mücadelenin kendi gerçek toplumsal eksenine oturmasını ve doğru hedeflere yönelmesini zora sokmasıdır. Zira, sermayenin dinci-faşist iktidarına karşı mücadelenin devrimci bir çizgide ilerletilmesi ve mücadele dinamiklerinin ortak bir kanala akıtılabilmesi, toplumdaki kutuplaşmanın sınıfsal eksene oturabilmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Bugüne kadar devrimci siyasal mücadelenin en büyük açmazı bu olmuştur. Dinci-gerici ağırlığa karşı toplum çapında yaşanan kutuplaşmada gerçek sınıfsal-siyasal sorunların geri planda kalması, sınıfsal eksende bir mücadelenin örülmemesi, ayrı mecralarda gelişen mücadele dinamiklerini de orta sınıf etkisine açık ve tabi hale getirmiştir.
Mücadelenin gerçek sınıfsal-siyasal ekseni
“İşçi sınıfı ve emekçilere sermayenin sınıfsal saldırısı ile toplumsal muhalefete devletin siyasal saldırısı, bugünün Türkiye’sinin, rejim bünyesindeki sorunların ve hesaplaşmaların gölgesinde kalan en temel gerçeğidir.” (TKİP 30. Yıl Konferansı Bildirgesi / Kasım 2017)
“Tayin edici önemdeki bu sınıfsal-siyasal gerçeklerin rejim krizinin ve onun bir yansıması olarak ortaya çıkan laiklik, cumhuriyet değerleri, yaşam tarzı türünden ikincil önemde sorun ve söylemlerin gölgesinde kalması, devrimci siyasal mücadelenin halihazırdaki en önemli handikabıdır. Bu çerçevede devrimci siyasal çizgi ve tutum, her şeyden önce bu çarpıklığı hedef almak, mücadelenin gerçek sınıfsal-siyasal eksenini ön plana çıkarmakla yükümlüdür. Bu, dinci faşist iktidara karşı mücadeleyi sağlam ve gerçekten devrimci sınıfsal bir temele oturtabilmenin zorunlu bir koşuludur aynı zamanda.” (TKİP VI. Kongresi Bildirgesi / Aralık 2018)
Bu değerlendirmeler, bugünün Türkiye’sinde devrimci siyasal mücadelenin en temel zaafiyet alanının ve dolayısıyla en temel ihtiyacının altını çizmektedir.
Mücadelenin gerçek sınıfsal-siyasal ekseninin ön plana çıkarılması, devrimci bir sınıf hareketini geliştirme çabasına odaklanmak, kavranması gereken en temel ve çözücü halkadır. Bu doğrultuda alınacak mesafe, diğer sosyal mücadele dinamiklerinin de bu eksende birleşmesini, böylece sağlıklı bir zeminde ilerlemesini kolaylaştıracaktır.
Sınıf devrimcilerinin ve Türkiye devrimci hareketinin önünde sermayenin dinci-faşist rejimine karşı mücadeleyi bu çizgide geliştirme görev ve sorumluluğu durmaktadır. Tüm güç ve imkanlar bu doğrultuda harekete geçirilmeli, sınıf eksenli sosyal mücadelenin gelişimini kolaylaştıracak birleşik mücadele zeminleri yaratılmalıdır. Yarın beklenmedik biçimde gelişebilecek geniş çaplı bir halk hareketliliğini kucaklayabilmek, bugünden sistemli ve hedefli bir yönelimle yeni yeni örgütlü mevziler yaratılabilmesine sıkı sıkıya bağlıdır.