Kapitalizmin dünyaya yaptığı en büyük kötülüklerden biri çevre kirliliğidir. Çevre kirliliği tanımı doğal çevrede insan etkisiyle yaratılan tüm olumsuz etkileri kapsar. Atık maddelerden, kimyasallardan, radyoaktif maddelerden dolayı su kaynakları, toprak ve hava kirleniyor. Endüstriyel faaliyetlerin neden olduğu zehirli atıklar suyu, toprağı ve havayı kirletiyor. Gerek enerji elde etmek için gerekse ulaşımda kullanılan fosil yakıtların çıkardığı zehirli gazlar hava kirliliğini ve buna bağlı gelişen hastalıkları arttırıyor. Tarımda kullanılan kimyasallar yoluyla ya da kanalizasyon ve çöp toplama alanlarından kaynaklı toprak ve su kirliliği yaşanıyor. Dolaylısıyla çevre ve insan sağlığı bozuluyor. Kapitalist toplumda insan faaliyetlerinin mutlaka çevreye kesilen bir faturası var. Kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerinin sürekli kabarttığı faturadan gelecek kuşaklara da büyük bir pay düşecek. Gelinen yerde gezegendeki yaşamın kaynaklarının geleceği ciddi bir risk altındadır.
Peki, çevre kirliliğinin önlenmesi için neler yapılıyor? Biliyoruz ki sorunun kaynağı olanlar bir çözüm üretemez. Çevre kirliliğinin önlenmesi ve azaltılması için zirveler toplanıyor, sözde hedef politikalar belirleniyor. Buna rağmen kapitalist devletler bildiğini okumaya devam ediyor. “Çevre dostu” teknolojiler üretilir ancak bu da ticari kaygılarla yapılır. “Temiz enerji”, “temiz üretim teknikleri”, “atık yönetimi” gibi öneriler gündeme getirilir. Bunlar da “maliyetli” diye hayata geçirilmez. Yasal düzenlemeler ve denetimler ise zaten yapılmıyor. Çünkü köklü ve kalıcı bir çözüm kapitalizmin mantığıyla taban tabana zıttır. Geriye konuya duyarlı örgüt ya da bireylerin sınırlı çabaları kalıyor ki, bunlar da henüz sürece etki edebilecek güçte değil.
Bu nedenle Birleşmiş Milletler’in 5 Haziran’ı “Dünya Çevre Günü” ilan etmesinin gerçekte hiçbir ciddi karşılığı yoktur.
Sovyet deneyiminin gösterdikleri
Çevre kirliliğini ortadan kaldırmak istiyorsak kapitalizme karşı mücadele etmek gerekmektedir. Kar hırsı gütmeden insan ve çevre sağlığını temel alan politikalarla üretim gerçekleştirmek gerekir ki bu da ancak sosyalizmle mümkündür. Bu konuda Sovyetler Birliği’nin deneyimleri umut ve ilham vericidir.
Sovyetler Birliği Anayasası’nda konuya dair şu ifadeler yer alıyor: “Şimdiki ve gelecek kuşaklar için, toprağın, maden ve su kaynaklarının korunması ve bilimsel olarak kullanılması, bitki ve hayvanların korunması, hava ve suyun temizliğinin sağlanması, doğal zenginliğin çoğalması ve insanın çevresinin iyileştirilmesi için gerekli adımlar güvence altına alınmıştır.”
Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde koruma alanlarının kurulması gündeme getirilerek ilk aşamada 46 bölge koruma altına alınmıştır. Ormanların merkezi olarak korunması ve yeni ağaçlandırmalar yapılması ile ilgili kanunun 1918’de çıkarılması işçi devriminin önceliklerini de gösterir. 1919’da iç savaş sırasında Lenin, ünlü tarım bilimcisi Podiapolskiy ile buluşarak doğanın korunabilmesi için ulusal parklar üzerinde çalışmasını istemiştir. Sonrasında Podiapolskiy’nin hazırlamış olduğu taslak kararname haline getirilir ve “Doğal Anıtların, Bahçelerin ve Parkların Korunması” ve “Avlanma” ile ilgili kararlar çıkartılır. Sonraki yıllarda da bu yönlü çalışmalar devam eder. “Su Koruma Komitesi” kurulur, kuraklıkla mücadele kararnamesi çıkarılır.
1924’te Tüm Rusya Doğa Koruma Derneği (VOOP) kurulur. Bilim insanlarının öncülüğünde kurulan bu örgüt özerk bir yapıdadır ve toplumun farklı kesimlerinden kitlesel katılımlar olur. Sovyetler Birliği’nin dağılmadan önceki yıllarda VOOP’un 38 milyon üyesi vardı. “Doğayı Koruma” Kongreleri gerçekleştiren dernek çevre eğitimi vermek, yurttaşları çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gönüllü etkinliklere katmak, devletin, kuruluşların ve bireylerin çevre ile ilgili uygulamalarını izleyerek kamuoyu yaratmak gibi çalışmalar yapmıştır. Yanı sıra halka yönelik doğanın korunması ile ilgili tartışmalar, kurslar, sergiler gerçekleştirmiş, yayınlar çıkarmıştır. VOOP’un yanı sıra Genç Komünistler Birliği, sendikalar ve birçok bilimsel dernek de çevre konularında çalışmalar yapmıştır.
Sovyetler birliği döneminde çevrenin korunması için kurulan devlet komitesi ile çevre alanında politikalar oluşturulmuş, çevre ihlallerinin üzerine gidilebilmesi ve doğadan yararlananlar üzerinde kontrol yöntemleri geliştirme gibi işler yapılmıştır.
SSCB Bilimler Akademisi ve devletin ilgili birimleri soyu tehlikede olan özellikle Karadeniz fokları, denizaslanları, kutup ayıları gibi çeşitli memeli hayvan ve kuş türleri için birimler kurmuş, kıyı ve sulak alan biyoçeşitliliği üzerinde çalışmalar yapılmış, hava kirliliği konusunda konferanslar toplanmıştır.
1970’te toprak bilimci Viktor Kovda başkanlığındaki bir Sovyetler Birliği heyeti Birleşmiş Milletler Merkezinde bir uluslararası toplantıya katılarak, emperyalist ülkelerin ve büyük şirketlerin gelişmekte olan ülkelerin doğasını nasıl sömürdüğü konusunda ve çevrenin yok edilmesinin sosyal ve ekonomik nedenleri ile ilgili bir rapor sunmuştur.
1972’de Stockholm’de yapılan BM Çevre Konferansı’na Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin toplantıya kabul edilmemesi nedeniyle Sovyetler Birliği boykot etmiştir. Sovyetlerin katılmadığı bu toplantıda 5 Haziran’ın “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmesi ise manidardır.
Sovyetler Birliği Konferansı boykot etse de alınan kararları tanımış, biyosfer rezervlerinin kurulması ve ekolojik izleme programlarındaki sorumluluğunu yerine getireceğini açıklamıştır.
Sovyetler Birliği’nin uluslararası planda çevre sorununa yönelik böylesi müdahaleleri devam etmiş, 1979’da dünyada ilk kez “Dünya İklim Konferansı” yapılmıştır. Burada Sovyet bilim insanı Fyodorov’un başkanlığında “Bütün Ülkelere Çağrı” isimli bir metin dünyaya duyurulmuştur. Metinde “askeri ve endüstriyel faaliyetler bu şekilde devam ederse büyük bir iklim değişikliği felaketi yaşanacağı” vurgulanmıştır. 1980’de yine Fyodorov, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun ‘Doğanın Korunması için Ülkelerin Tarihsel Sorumluluğu’ konulu oturumunda Sovyet Delegasyonu adına bir rapor sunmuştur. Bu raporda tropikal ormanların yok olması, toprak kalitesinin bozulması, çölleşme, atmosfer, denizlerin ve tatlı suların kirlenmesi gibi çevre sorunları vurgulanarak tüm ülkelere şimdiki ve gelecek kuşaklara olan sorumlulukları hatırlatılmıştır.(*)
Sovyetler Birliği’nin hem kendi içinde hem uluslararası planda iklim ve çevre sorunlarına yönelik politik müdahaleleri yıkılış sürecine kadar sürmüş, küresel ısınma, biyosfer alanları gibi önemli sorunlar ilk defa Sovyet bilim insanları tarafından dile getirilmiştir.
1917 Ekim Devrimi’nin öncesi ve sonrası savaşlardan, 2. Emperyalist paylaşım savaşının ağır yıkımından geçmiş bir Sovyet deneyiminden söz ediyoruz. On milyonların öldüğü, kalanların hastalıkla kıtlıkla boğuştuğu, kapitalist dünyanın ambargosu ve türlü tehditleri altındaki bir Sovyet deneyimi söz konusudur. Tüm olumsuz koşullara rağmen çevrenin korunması öncelikli konulardan biri olabilmiştir. Dahası Sovyet bilim insanlarının örnek çalışmaları çevresel sorunlara çözüm adına bugün için bile yol gösterici niteliktedir.
Ekim Devrimi ile iktidarı ele geçiren işçi sınıfının, bilimsel sosyalizm rehberliğinde insanlık ve doğa için ne kadar önemli işler yapabileceği görülmüştür. Emperyalist/kapitalist sistemin, yıkımdan önceki süreçte yaşanan kimi sorunları kullanarak Sovyet deneyimine yönelttiği itibarsızlaştırma saldırıları bu gerçeği asla gölgeleyemez.
(*) Z. Okuyan (Prof. Dr., Halk Sağlığı Uzmanı), “Sovyetler Birliği’nde Ekoloji ve Çevre-Tarihsel Bir Çerçeve” adlı makale.