Avusturya seçimleri ve faşist partinin tırmanışı

FPÖ gibi faşist partilerin yükselişi kapitalist sistemin yaşadığı çoklu krizlerin bir ürünü olduğu gibi, Avusturya burjuvazisinin geleceğin sınıf ve kitle hareketlerine karşı hazırlığıdır aynı zamanda.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 04 Ekim 2024
  • 10:33

Avrupa’da giderek belirginleşen en önemli siyasal gelişmelerden biri, birçok ülkede ırkçı-faşist akımların güç kazanmasıdır. İktisadi, siyasal ve sosyal bunalımın günden güne büyüttüğü toplumsal hoşnutsuzluk, Avrupa’da neofaşist akımların yükselişine zemin hazırlıyor. Bu olgu kendisini seçim sonuçları üzerinden de gösteriyor. Geçen pazar günü (29 Eylül) Avusturya’da yapılan seçimler, bunun yeni bir kanıtı oldu. Genel seçimlerde faşist Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) birinci oldu.

1956 yılında Nazi faşistlerinin önemli bir bölümünün toplanma merkezi olarak kurulan FPÖ, yüzde 29,2 oy oranıyla bugüne kadarki en yüksek desteğe ulaştı. Parti 1999’da Jörg Haider yönetiminde girdiği seçimlerde yine yüksek oy almış ancak birinci olamamıştı. 9 milyon nüfuslu Avusturya’da göç, iltica, enflasyon ve Ukrayna’daki savaş gibi netameli sorunların gölgesinde gerçekleştirilen seçimlerden birinci çıkan Hitler artığı FPÖ’nin şefi Kickl, adlıkları oya dayanarak “yeni bir çağın kapılarını açtıklarını” iddia etti.   

Avusturya genel seçimlerinin sonucu, 2022’de İtalya’da Georgia Meloni’nin “İtalya’nın Kardeşleri” (FdI), 2023’te Hollanda’da Geert Wilders’in başında bulunduğu ırkçı Özgürlük Partisi ve 2024’te Almanya’nın Thüringen, Saksonya ve Brandenburg eyaletlerinde faşist AfD’nin yakaladıkları seçim başarılarına eklenen yeni bir halka oldu. 

FPÖ, İbiza skandalı nedeniyle beş yıl önce hükümetten atılmıştı. Buna rağmen pazar günü yapılan seçimlerde yüzde 29,2 oy alarak öne çıktı. 2019 seçimleriyle karşılaştırıldığında oylarını 13 puan arttırdığı görülüyor. Partinin özellikle kırsal bölgelerde ve işçiler arasında önemli seçmen desteğine ulaştığı belirtiliyor. Avusturya’yı 2020 yılının başından bu yana birlikte yöneten Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile Yeşiller ise son seçimde büyük kayıplar yaşadı. ÖVP yüzde 37,5’ten yüzde 26’ya, Yeşiller ise yüzde 13,9’dan yüzde 8’e geriledi. Sosyal Demokratlar (SPÖ) da yüzde 21 ile tarihlerinin en kötü seçim hezimetini yaşadı. Son yedi yıl hariç 1970’ten bu yana neredeyse her zaman en güçlü parti olan SPÖ, ilk kez üçüncü sıraya geriledi. Liberal Yeni Avusturya Partisi (NEOS) oyların yüzde 9,1’ini alırken, Avusturya Komünist Partisi (KPÖ) ise oy oranını üç buçuk kat arttırarak yüzde 4’e çıkardı. Bu parti, mart ayında yapılan Salzburg belediye meclisi seçimlerinde yüzde 23 oy almayı başarmıştı. 

Bu sonuçlara göre 183 üyeden oluşan ulusal meclise FPÖ 56, ÖVP 52, SPÖ 41, NEOS 18, Yeşiller 16 milletvekili gönderecek. 

*** 

Diğer ırkçı-faşist partiler gibi FPÖ de sosyal sorunları istismar etmenin yanı sıra seçim kampanyasının merkezine “göç” sorununu koydu ve göçmenlerin kitlesel olarak sınır dışı edilmesi çağrısında bulundu. Özellikle Müslüman göçmenleri “merkezi bir toplumsal sorun” olarak göstermeye devam etti. Hemen tüm düzen partileri de bu konuda adeta onunla yarışarak değirmenine su taşıdılar. Ukrayna’daki savaşa, reel ücretlerin düşmesine ve sosyal kesintilere karşı yaşanan yaygın hoşnutsuzluk, bu parti tarafından Müslümanlara ve diğer etnik/dini azınlıklara karşı ırkçılığa kanalize edildi.

FPÖ, Batı’nın Ukrayna’ya daha fazla destek vermesine ve Rusya’ya yaptırım uygulamasına karşı çıkarak kitlelerin “savaş karşıtı” duyarlılığını da istismar etti. Neredeyse tüm Avrupa ülkelerinde mevcut neo-faşist veya ırkçı partiler gibi FPÖ’nün de güç kazanmasının en önemli nedenleri arasında, reel ücretlerdeki büyük kayıplar ve -Ukrayna savaşına da etkisiyle- enflasyonun yükselmesi ve artan yoksulluk yer alıyor. 1,7 milyon kişinin yoksulluk içinde bulunduğu Avusturya, son yıllarda Avrupa’daki en yüksek enflasyon oranlarından birini yaşadı. Özellikle kira, gıda ve enerji fiyatları hızla yükseldi.

***

FPÖ, Avusturya tarihinde ilk defa birinciliği elde etse de koalisyon görüşmelerinde yalnız kalacak gibi görünüyor. 2019’da yapılan genel seçime göre yüzde 11’in üzerinde oy kaybeden ÖVP (merkez sağ) Genel Başkanı ve Başbakan Karl Nehammer seçim öncesinde FPÖ ile koalisyon kurmayacağını ifade etmişti. Meclise girmeyi başaran partilerin tümü FPÖ ile koalisyon kurmayacağını bildiriyor. 

Kurulduğu 1956’dan bu yana ilk defa birinci olan aşırı sağcı FPÖ’nün Genel Başkanı Herbert Kickl, kendisi ile koalisyon kurmak istemeyen diğer partilere vatandaşın verdiği mesajı iyi düşünmeleri gerektiğini hatırlattı. Kickl, seçmenden aldıkları destekle hükümet kurmak istediklerini söyledi. Sosyal Demokratlar karşısında açık ara farkla ikinci parti olan ÖVP, hükümetin bir parçası olarak kalma şansına sahip. Halihazırda üç eyalette birlikte hükümet ettiği FPÖ ile koalisyonu kurmaya yatkın tek parti ÖVP’dir. Bu sağcı partinin özellikle ekonomi, göç ve sosyal politika alanlarında FPÖ ile fikirleri büyük ölçüde örtüşüyor. 

Her halükarda seçim sonrasında Avusturya’yı zorlu bir koalisyon süreci bekliyor. Dolaysıyla Avusturya’nın hangi partiler tarafından yönetilebileceği konusunda çeşitli olasılıklar tartışılıyor. 

***

Geride bıraktığımız yıllar krizlerin art arda yaşandığı bir dönemi kapsıyor. Pandemi, çalışanların gelirindeki düşüş, enflasyon, Ukrayna ve Orta Doğu’da savaş, iklim felaketlerinin sonuçları, toplu işten çıkarmalar, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar emekçi kitlelerdeki hoşnutsuzluğu büyüttü. FPÖ, bu sorunlara dair sosyal demagojiyi yabancı düşmanı, ırkçı propagandayla birleştirerek kitle desteğine dönüştürmeyi başardı. Kapitalizmin krizi, klasik burjuva partilerine duyulan güvensizlik ve devrimci bir seçeneğin olmayışı, faşist partinin yükselişini kolaylaştıran diğer etmenler oldu.

Avusturya tekelci burjuvazisi, bugünkü koşullarda burjuva demokrasisini faşizmle değiştirmeye ihtiyaç duymuyor. Fakat çoklu krizler ve büyüyen sosyal-toplumsal sorunlar karşısında gelişecek olan sınıf hareketini bölmek ve hoşnutsuzluğu yanlış hedeflere yöneltmek için FPÖ gibi partilere ihtiyaçları var. Zira, FPÖ gibi faşist partilerin yükselişi kapitalist sistemin yaşadığı çoklu krizlerin bir ürünü olduğu gibi, Avusturya burjuvazisinin geleceğin sınıf ve kitle hareketlerine karşı hazırlığıdır aynı zamanda.