Kriz derinleşip buna karşı tepki ve öfke artmaya başlayınca sendika bürokratları lütfedip eylem kararları almaya başladılar. DİSK bölge mitingleri yaptı. Türk-İş bir saatlik “iş bırakma” eylemleri ile hükümeti uyardı! AKP’ye hizmet dışında bir pratiği olmayan Hak-İş bile bir iki eylem yapmak zorunda kaldı. Ülkenin sendikalarına dışardan bakan biri geç de olsa nihayet sendikal konfederasyonların harekete geçtiğini düşünebilir.
Oysa ki şu ana kadar gerçekleşen eylemler göstermektedir ki söz konusu sendikaların tüm derdi görüntüyü kurtarmak ve tabanlarından gelen tepki ve basıncı dindirmektir. Bunu görmek için gerçekleşen eylemlerin tablosuna kabaca bakmak yeterlidir. DİSK bölge mitinglerine sayısı 1000 ile 2000 arasında değişen, çoğunu belediye işçilerinin oluşturduğu bir kitle katılmıştır. Miting öncesinde hiçbir çalışma yapılmamış, değil örgütsüz işletmelere dönük bir çağrı yapılması, DİSK’e bağlı sendikalar kendi üyelerini dahi mitinge katmak için bir çaba göstermemişlerdir. Türk-İş’in bir saatlik uyarı eylemleri ise başta Türk Metal olmak üzere üyesi bulunan bir dizi sendika tarafından yok sayılmıştır. Yapılan eylemlerin çoğu fabrika içinde basın açıklamaları biçiminde gerçekleşmiştir. Çok az işletmede 1 saatlik “işe geç girme” kararı uygulanmıştır. Daha önce Kayseri, Kocaeli ve Antep’te anlamı kendinden menkul mitingler düzenleyen Hak-İş ise o zamandan beri sessizliğe bürünmüş haldedir.
Tablo açıktır. Sermaye sınıfı ve iktidarın krizin tüm faturasını işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkan politikalarına karşı sendikalara hâkim anlayışlar en sıradan eylemleri bile hayata geçirmek niyet ve takatten mahrumdurlar. Değil saldırıları püskürmek için dişe diş kararlı bir mücadele yürütmek, kendi aldıkları etkisiz eylem kararlarını bile uygulama sorumluluğu duymamaktadırlar.
Bu yüzden işçi sınıfı ve emekçilerin önünde iki temel görev bir arada durmaktadır. Bunlardan ilki sendikalarımıza çöreklenen bürokratların sendikalardan sökülüp atılması ve sendikaların bir sınıf örgütü olarak yeniden inşa edilmesidir. İkincisi ise bu birinci görevi de yerine getirmemizin yegâne yolu olarak işçi sınıfının fabrika fabrika, işyeri işyeri örgütlenmesinin başarılması, sermaye sınıfına ve ona hizmette kusur etmeyen AKP-MHP iktidarının saldırılarına karşı mücadelenin büyütülmesidir. Bu görevler ancak kararlı, ısrarlı, uzun soluklu bir mücadele hattı ve buna dayalı bir eylem programıyla yerine getirilebilinir.
Gazetemiz tarafından başlatılan ve onu sahiplenen örgütlenmeler tarafından yürütülen kampanya süreci bu doğrultuda atılan anlamlı bir adımdır. 29 Eylül tarihinde 3 ilde gerçekleşen işçi buluşmaları önümüzdeki günlerde başka şehirlerde devam edecektir. Diğer kurumlarla örgütlenmeye çalışılan işçi-emekçi mitingleri, başlatılacak olan imza kampanyası süreci, planlanan Ankara yürüyüşü ve en önemlisi tek tek fabrikalarda yürütülen örgütlenme çalışmalarıyla süreç ilmek ilmek örülecektir.
Elbette ki sermayenin kararlı biçimde yürüttüğü sosyal yıkım politikalarına karşı birleşik bir mücadele zemini yaratılmadan, işçi sınıfının ana gövdesi harekete geçirilmeden, bir grup öncü işçinin çabasıyla sonuç alıcı bir başarı sağlanamaz. Ama unutulmaması gereken şudur. Çalışma ve yaşam koşulları dayanılmaz hale gelen milyonlarca işçi ve emekçinin tepkisi akacak bir kanal aramaktadır. Bu arayış er ya da geç kendisini kuşatan ablukayı dağıtacak, işçi sınıfı sosyal yıkıma ve faşist baskıya karşı mücadelesi içinde kendine ya yeni bir yol bulacak ya da yeni bir yol açacaktır.
Emeğin Kurtuluşu’nun 41. sayısından alınmıştır…