Hegemonya uğruna çatışmaların sertleşmesiyle emperyalist dengelerin giderek sarsılması, saldırganlık ve savaşı azgınlaştırıyor. Bunun dolaysız sonucu olarak dünyanın birçok yerinde işgal, çatışma, savaş ve katliamlar gerçekleştiriliyor. Bu şiddet/savaş sarmalının ortasında duran ülkelerden bir de Türkiye’dir.
Savaştaki Ukrayna’ya top mermisi üretmesinden soykırımcı İsrail'in yakıt başta olmak üzere bir dizi lojistik ihtiyacını karşılamasına kadar işgal ve savaşlarda rol alan, kendisi de Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da işgalci olan, Kürt halkının katili bir devletten bahsediyoruz. Böylesi bir ülkenin sosyalistleri için savaş karşıtı mücadele daha da önem kazanıyor. Zira, NATO üyesi olarak yarının savaşlarında ön cephede olmaya niyetli sermaye devletine karşı bir basınç yaratılamazsa, olacakları şimdiden tahmin etmek zor değil. Ayrıca hep tekrarlandığı üzere, siyonistleri durduracak olan da enternasyonal dayanışma ve mücadelenin yükseltilmesidir. Öyleyse bu uğruda harcanan her çaba değerlidir. Lakin sol hareketin parçalı yapısının yarattığı zaaflar yazık ki bu alanda da dışa vuruyor.
Filistin'deki soykırım konusunda doğal olarak ideolojik-politik saiklerle farklı konumlanışlar açığa çıkıyor. Kimileri Hamas'ın direnişteki rolü nedeniyle çekimser kalırken diğer yandan Hamas'ı göklere çıkarıp kahraman ilan edenler de çıkabiliyor. İşte tam bu noktada özel bir örneğe değinmek gerekiyor. SİP-TKP geçtiğimiz günlerde 14. Kongresi'ni toplayarak bu konuda da tespitlerde bulundu.
7 Ekim Aksa Tufanı operasyonu için “İsrail’e karşı düzenlenen saldırı diz çökmeye zorlanan ve giderek yok edilmeye çalışılan bir halkın direncine ve yaratıcılığına örnek olarak görülmelidir. Operasyona bazı devletlerin istihbarat sağlama ya da lojistik destek verme olasılığı bu gerçeği değiştirmiyor” diyecek kadar “cesur” olan SİP yönetimi ayrıca şu tespitleri yapıyor:
“Ancak Filistin direnişinin sapanlı çocuklarla sembolize olan, askeri değeri son derece sınırlı eylemlerden ibaret olmasını isteyenler tarihte işgal güçlerine karşı direnişin her zaman bu ikilemle karşı karşıya kaldığını bilmelidir. İkinci Dünya Savaşı’nda, işgalci Nazilerin Prag Valisi Reinhard Heydrich’ın İngiliz destekli Çek direnişçiler tarafından öldürülmesinin ya da üst düzey Nazi subayı Wilhelm Kube’nin Minsk’te Sovyet partizanlarınca bertaraf edilmesinin ardından binlerce sivil rasgele kurşuna dizildi. Benzer birçok olay var insanlık tarihinde. Mevcut güç dengesini ve doğabilecek sonuçları hiç hesaba katmadan hareket etmek aptallara, bedel ödememek adına boyun eğmek korkaklara özgüdür.”
Böylesi “değerli tespitlerde” bulunan bir sol yapının varlığı, Türkiye sol hareketinin Filistin'deki direnişle dayanışmanın geliştirilmesi açısından bir “şans” olarak görülebilirdi. Zira, elindeki kadro ve taraftar sayısı, sahip olduğu etki alanıyla böyle bir örgütün geniş propaganda gücü var. Cumhuriyet gibi ulusal, burjuva medyada sıkça açıklamaları haberleştirilen Kemal Okuyan'ın televizyon programlarına konuk edilmesi vb. imkanlarla kendi eylemsel gücünün de üstüne çıkabilirdi. Ancak tam da burada SİP'in durduğu yer sorgulanmayı hak ediyor. Çünkü bu net tespitlerdeki “cesur” çıkışlara karşın, onları pratikte Filistin halkıyla dayanışmada hiç de bu kadar net bir tutum içinde görmüyoruz. Türk bayrağı taşımadaki hevesleri Filistin bayrağı söz konusu olduğunda kayboluyor! Tam bu süreçte SİP'in asıl parti kararlarına baktığımızda gerçek önümüze seriliyor; 14. Kongre'nin 6 kararı arasında Filistin kelimesi dahi geçmiyor. Siyonist işgal ve soykırım gündem bile olmuyor. NATO ise SİP'lilerin çok sevip alışkanlık edindiği “bağımsız örgütlenmelerin” son örneği olan Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi üzerinden yapılan kampanyayla gündeme taşınıyor.
6 karardan sonuncusu Küba ile dayanışmaya odaklanıyor. Filistin'deki soykırım ya da Ukrayna'daki emperyalist savaşı bir kenara bırakıp salt Küba'yla dayanışmaya odaklı bir kongre kararı! Kongre sonrası pratikte gördüğümüzse SİP-TKP ile Küba Komünist Partisi arasında imzalanan işbirliği protokolü ve bu kapsamda Türkiye’yi ziyaret eden Küba heyetinin Ankara ve İstanbul’daki etkinlikleri oluyor.
Geçtiğimiz günlerde gelen heyete Küba Komünist Partisi Merkez Komite İdeoloji Departmanı Üyesi ve Halk İktidarı Ulusal Meclisi Milletvekili Luis Morlote Rivas başkanlık etti. İşte asıl dikkat çeken nokta da burada başlıyor. Düzenlenen sempozyumlarda “Tarihin en uzun soykırımı(!)” başlığı altında Küba'daki ambargo öne çıkarıldı.
Yanı başındaki Filistin'de bir yılda on binler öldürülmüş, kendi sermaye devleti sınır ötesine geçip Irak'ta, Suriye'de ve son olarak İran'da neredeyse her hafta Silahlı İnsansız Hava Araçları'yla, obüslerle saldırı düzenliyor, Kürt halkının köylerini ve Habur'daki mülteci kampı gibi yaşam alanlarını bombalıyorken dönüp “Küba'da soykırım” deme cüreti hiç de bir ajitasyon hatası değil. Onlar böylece konforlu bir muhalefet seçimi yapıyorlar. Küba'dan yollanan bir heyetin “prestijini” kullanıyor, “sosyalist ülke Küba” ile hayal pazarlıyor ve ABD eleştirisi yaparken birkaç insani yardım kampanyasıyla rolünü tamamlıyor.
Boğulmak istenenin sosyalist bir devlet olup olmadığı teorik bir tartışma olarak ayrı bir yerde duruyor, ancak ambargoya karşı olmak herkesin görevidir. Zira Küba'ya dayatılan ambargoların hiçbir meşruluğu yoktur. Burada sorun SİP'in çelişkisinde ve sosyalistler adına görevlerdedir. Aynı SİP, ABD emperyalizminin hedefi olan başka bir ambargo kuşatmasındaki ülkeye de böyle bir hassasiyet gösterir miydi? Irak'tan İran'a ve Suriye'ye uzanan ambargo altındaki ülkelerin yaşadığı yoksulluk, o ülkelerdeki emekçilerin aşı bile alamadıkları için orta çağ hastalıklarına yenik düşmesi, onların görmekten imtina ettikleri gerçeklerdir. Burada bu ülkelerle Küba'yı “sosyalist devlet” tanımıyla ayırabilirler. Kendilerinin bile geri adım attığını itiraf ettikleri halde bile “büyük devrimcilik” güzellemeleri yapıyor olmalarıysa ayrıca ironik. Ancak “tarihin en uzun soykırımı” dediğiniz anda bu öznel değerlendirme alanı dışına taşar. Tarih sahnesinde açık ki Filistinlilerin yaşadığını yaşayan başka bir halk bulunmuyor. (Yahudilerin Naziler tarafından katledilmesi konusunu ayırıyoruz. Artık gelinen yerde ırkçı-siyonistler o tarihi Filistin’de soykırım yapmanın gerekçesi olarak kullanıyor. Siyonistlerin, geçmişte Yahudilere yapılanları istismar konusu ederken faşistlerle yan yana durmaları da bir rastlantı değil.)
Güncel olarak bir soykırım savaşı sürdürülürken böylesi bir söylemi kullanmak siyasi körlük değil bir tercihtir. Onlar en uzun soykırımı en uzakta arayarak güvenli alana çekiliyorlar. İşte SİP’in analiz yeteneği; Filistin davası bedel isteyen bir mücadeledir. Kendilerinin de yazdığı gibi, bunun farkında oldukları için kendilerini olayın en dışına çekiyorlar. Değerlendirmelerinde “tokluk” ve “Marksist bakışın” pratikle tezatlığı, bu partinin düzen içi bir yapı olarak ne kadar kof olduğunu gösteriyor.
Bugün, sol maskesi takanların Marksizm adına en rezil tutumları sergilediği bir dönem içerisindeyiz. Gerçeklerin aynasını onlara tutmadan ve maskeleri düşürmeden ne Filistin'deki soykırımı durdurabilmek ne de Küba'daki emekçi halkın üzerindeki ambargo kuşatmasını yarmak mümkün değildir.