ABD ordusu tarafından da finanse edilen RAND Corporation adlı “düşünce kuruluşu” yakın zamanda “Rusya, NATO ve Karadeniz Güvenliği” başlıklı bir rapor yayınladı. Raporda, “Karadeniz bölgesinin, Rusya ve Batı arasında Avrupa’nın geleceği için temel bir rekabet merkezi olduğu” tespiti yer alıyor. Bölgede NATO ile Rusya arasında yaşanan gerilim ve ihtilafların barışçıl bir şekilde çözülmesi yerine, bunları daha da karmaşıklaştıracak olan ekonomik yaptırım ve militarist tedbirlerin alınması dillendiriliyor, ABD ve Avrupa’daki NATO üyesi devletler tarafından kontrollü “askeri planlama, operasyon ve yaptırım” yapılması öneriliyor.
Erdoğan yönetiminin ABD ve NATO’nun emirlerine yeterince uymadığına da dikkat çeken raporda, ABD’ye, Rusya’nın etkisine karşı koymak için Türkiye ve Karadeniz bölgesindeki diğer “müttefikler”in manevra alanlarını daraltarak NATO’ya bağlılıklarını sağlamlaştırmak için de bölgede “ön alıcı bir yaklaşım”ın benimsenmesi isteniyor.
ABD emperyalizminin jeo-stratejisi bakımından Avrasya’ya hakim olmasının önemine işaret eden, “Soğuk Savaş” sonrasında ABD emperyalizminin dış politikasının baş mimarlarından olan Zbigniew Brzezinski, 1997 yılında, “Avrasya artık belirleyici jeopolitik satranç tahtası işlevi görürken, bir politikayı Avrupa için diğerini Asya için biçimlendirmek artık yeterli değil. Avrasya kara parçasındaki güç dağılımının ne olacağı, Amerika’nın küresel üstünlüğü ve tarihsel mirası için belirleyici bir öneme sahip olacaktır... Dengesiz bir Avrasya’daki acil görev, hiçbir devletin veya devletler kombinasyonunun ABD’yi defetme veya hatta belirleyici rolünü azaltma kabiliyetine sahip olmamasını sağlamaktır.” diyordu.
SSCB’nin modern revizyonistlerin ihanetiyle adım adım çürütülerek dağıtılmasından sonra “Avrasya”, ABD öncülüğündeki Batı emperyalist blokunun ilgi odağı oldu. Batılı emperyalistler “renkli devrimler”le bölgeye yerleşerek, Rusya’yı kuşatma stratejisi izlediler. Rusya’nın askeri gücüyle, Çin’in ise daha çok ekonomik ağırlığıyla bölgeye yönelmesi rekabet savaşlarına ivme kazandırdı.
Biden yönetimi haleflerinden devraldığı Çin ve Rusya karşıtı saldırgan politikaları sürdürüyor. Hatta NATO güçleri arasında yaşanan güven bunalımını onararak saldırganlığı tırmandırıyor. ABD, Rusya ile yaşanan gerilimleri bilinçli ve hedefli olarak kışkırtarak, bölgeyi savaş tehlikesi uçurumuna dahi sürükledi. Rusya Devlet Başkanı’ndan “katil” diye söz ederek diplomatik bir krize yol açan ABD Başkanı Biden, mart ayında, “Kırım, Ukrayna’ya aittir” diyerek, Ukrayna’daki Volodimir Zelenskiy hükümetini Kırım’ı ve Donbass’ı geri alma “stratejisini” ilan etmeye zorladı. Biden, ABD donanmasının Boğazlardan geçerek Karadeniz’e intikali için NATO müttefiki Türk sermaye devletinin olurunu da aldı. “Müttefiklerinin manevra alanlarını daraltarak NATO’ya bağlılıklarını sağlamlaştırmak için bölgede ‘ön alıcı bir yaklaşım’la kontrollü olarak başlattığı” ancak sonunun nereye varacağı tahmin edilemeyen gerilimin hararetini düşürmek için son anda başka bir manevra yaptı. Karadeniz’e ABD donanmasını göndermekten geri adım atarak, Rusya ile sorunları görüşme önerisinde bulundu.
Ukrayna krizinin saray ittifakına etkisi
Yaşanan gerilimin Türkiye’de gerici-faşist iktidar koalisyonuna çeşitli etkileri oldu. AKP-MHP saldırgan blokunun yayılmacılık hayalleriyle kol kola giren avrasyacı blok arasındaki sürtüşme, özellikle Biden yönetimiyle birlikte AKP-MHP blokunun avrasyacılık oyunundan imtina ederek yüzünü NATO ve ABD emperyalizmine daha çok çevirmesi, avrasyacı-ulusalcıların AKP-MHP blokuyla sürdürdükleri ilişkileri alabora etti. “Mavi Vatan” olarak kodlanan saldırganlık politikalarının isim babası olan emekli Amiral Cem Gürdeniz’in de aralarında bulunduğu 104 amiral eskisinin bildirisi, saray cenahının da kışkırtmasıyla düzenin politik gündemine bomba gibi düştü.
Daha 20 Mayıs 2020’de, ulusalcı kanat tarafından geleceğin Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak görülen Deniz Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı’nın Genelkurmay Başkanlığı emrine alınarak kızağa çekilmesi, ulusalcıların bir kesimiyle Saray arasında süren ilişkileri daha çok gererek kopma noktasına getirmişti.
Bu gelişmeler üzerine Cem Gürdeniz, Cihat Yaycı’nın tenzili rütbe edilmesine sessizlik içerisinde destek veren Aydınlık’la yollarını ayırdı. “2009-2010 yılları arasında Deniz Kurmay Albay olarak emrimde çalışan Amiral Yaycı, Türk deniz tarihinin kaydettiği en önemli akademisyen amirallerden birisi olarak 27 Kasım 2019 Türkiye-Libya deniz sınırlandırması anlaşmasının mimarıdır.” sözleriyle C. Yaycı’yı öven Gürdeniz, “Umarım devlet, Amiral Yaycı’nın gelişmiş bilgi ve tecrübe birikimini en iyi şekilde değerlendirmeye devam eder. Unutmayalım, Türkiye’nin 21. yüzyılda en büyük jeopolitik cephesi olan Mavi Vatan Cephesi’nde değil bir gerileme, duraksamaya dahi tahammülü olamaz.” diyerek, Aydınlık’taki yazılarına son verdiğini duyurdu.
2016’da, Türkiye’nin, Batı Trakya, Kıbrıs, Kırım ve başka yerlerdeki “soydaşlarını” göz ardı edemeyeceğini söyleyerek “Büyük Türkiye” hayallerini dillendiren Erdoğan’la ulusalcıların kurdukları “Türkiye’nin 21. yüzyılda en büyük jeopolitik cephesi” dağılmayla yüz yüze geldi. Ukrayna kriziyle birlikte gündeme gelen Montrö Antlaşması’nın iptali tartışmaları ve 104 amiral eskisinin yayınladığı bildiri NATO’cu AKP-MHP koalisyonuyla avrasyacı ulusalcılar arasındaki ittifakın sonunun resmileştirilmesi oldu.
İlişkilerde güvenilmezlik ve kuşku hakim
Ukrayna krizinin gölgesinde yapılan Erdoğan-Zelenskiy görüşmesinden önce Putin, Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinde, Erdoğan’ı çatışmada Ukrayna’yı desteklememeye ve 1936 Montrö Sözleşmesi’ni iptal etmemeye çağırma ihtiyacı duydu.
Zelenskiy’le görüşmesinden sonra Ukrayna ile askeri işbirliğini dile getiren Erdoğan ise, bu işbirliğinin “üçüncü ülkelere karşı” bir girişim olmadığını vurgulasa da bu görüşmeden çıkan sonuçlar ABD öncülüğündeki NATO güçlerini oldukça memnun etti. Erdoğan’ın bu davranışını yanıtsız bırakmayan Rusya, artan vakaları gerekçe göstererek, 15 Nisan-1 Haziran arasında Rusya’dan Türkiye’ye seyahat yasağı getirdi. Sarayın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, işi pişkinliğe vurarak seyahat yasağının siyasi olmadığını söyleyip, Rusya ile ilişkileri koparmamaya çalıştı.
Kırım konusunda Ukrayna’ya desteğini yineleyen Erdoğan, “Kırım’ın ilhakını tanımama yönündeki prensip kararımızı bir kez daha teyit ettik.” dedi. Ortak açıklamada Türkiye, Zelenskiy’in “Kırım Platformu”nu “Kırım’ın yasa dışı ve gayrimeşru ilhakı meselesini çözmenin yeni formatı” olarak desteklediğini açıklayarak, Karadeniz’deki gerilime taraf olmaya teşne olduğunu bir kez daha gösterdi.
Emperyalistler arası ilişkilerde taahhütlerin bağlayıcılığı yoktur
SSCB’nin modern revizyonist ihanetle dağıtılmasından sonra NATO, Rusya’ya aksi yönde taahhütlerde bulunmasına rağmen, Rusya sınırlarına doğru durmadan genişlemesini sürdürdü. Polonya, Romanya, Bulgaristan ve Baltık devletleri NATO’ya üye yapıldı. ABD ve Almanya, 2004 ve 2014 yıllarında Ukrayna’da tezgahladıkları iki ayrı darbeyle, ülkenin parçalanması pahasına Ukrayna’yı Batı blokuna dahil ettiler. Atlantik Konseyi dış politika uzmanlarından İsveçli Anders Åslund, Ukrayna’nın “hatırı sayılır bir maliyetle bile olsa ABD’nin yanında olduğunu” gösterdiğini ve bu durumun “ABD’nin fazlasıyla takdir etmesi gereken mükemmel bir adım” olduğunu söylüyordu. ABD emperyalizmi tarafından ‘takdir’ edilen uşaklığın Ukrayna halkına faturası ağır oldu. 2014’ten beri devam eden savaşta 14.000’den fazla insan hayatını yitirirken, 1,4 milyon insan yerinden edildi ve 3,5 milyon kişi insani yardıma muhtaç hale geldi.
Biden’ın Putin’e ‘katil’ diyerek döndüğü diplomasi masasının altına saatli bombayı yerleştirdiği haftalarda, Texas’ta ABD-Çin heyetleri arasında karşılıklı olarak restleşme ve tehditlere sahne olan görüşmelerin akabinde, Ukrayna üzerinden Karadeniz’de estirilen savaş rüzgarları ABD ve NATO’nun Avrupa devletleri üzerindeki etkisini arttırarak, Rusya karşıtlığında sallantılı da olsa bir araya gelmelerini sağladı.
Yayılmacı emperyalist emeller peşinde koşan, komşu ülkelerde tutuşturulan savaş yangınlarından ganimet devşirmeye çalışan Türkiye’deki gibi çapsız ve güçsüz rejimlerde ise iç iktidar dalaşını kızıştırarak ayrışmaya zorladı. Türk egemen siyasetinde, etkisinin önümüzdeki yıllarda daha iyi anlaşılacağı çatlamalara yol açtı. AKP, asıl olarak da Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir araya gelen düzen muhalefetinin parlatılan ismi, MHP eskisi Meral Akşener, 104 Amiral eskisinin bildirisini ‘zevzeklik’le suçlamakla yetinmeyerek, takip eden günlerde Mansur Yavaş’la paralel olarak attıkları tweetlerle Çin’i Sincan’da katliam yapmakla suçlaması ve “Sincan bir gün egemen olacak” vurgusu yapması ABD emperyalizmi tarafından mükafatlandırıldı. ABD’nin Ankara büyükelçisi Akşener’le bir görüşme gerçekleştirdi ve görüşmenin içeriğine dair hiçbir açıklamada yapılmadı.
Montrö Antlaşması’nın değiştirilmesini isteyen ABD emperyalizminin taleplerine aracı olarak ortaya çıkan Akşener’in, ABD emperyalizminin baş rakip olarak gördüğü Çin’e karşı savaşında güvenilmez olan Erdoğan’dan daha sadık bir hizmetçi olmaya aday olduğunu göstermesi, pandemi sonrasında şekillenmekte olan emperyalist kamplar arası çatışmada Batı emperyalist blokuna Türk egemen sınıfları adına bağlılığın vurgulu bir şekilde dile getirilmesidir.
Karadeniz’le birlikte Ege ve Akdeniz’in de barış denizi olmasının yolu, komünistlerin Türkiye işçi sınıfının programı tartışmaları sırasında vurguladıkları gibi, emperyalist-kapitalist sistemden kopmaktan geçiyor:
“‘Birinci milli kurtuluş savaşı’nın açtığı yol, Türkiye toplumunda, kapitalizmin egemenliğini hazırladı ve bu sınıfları dönüştürdü. Emperyalist egemenlik bugün artık bu kapitalist temellere oturuyor. Türkiye’nin emperyalist kölelikten kurtulması, ‘birinci milli kurtuluş savaşı’nın eksik bıraktığı şeyi, yani siyasi bağımsızlığı iktisadi ve mali tam bağımsızlıkla birleştirmesi, ancak Türk burjuvazisinin, onun kapitalist sınıf egemenliğinin yıkılması ile, yani sosyal muhtevaya oturan bir kurtuluş mücadelesi ile, yani uluslararası sermaye cephesini yararak dışına çıkmayı olanaklı kılacak bir proleter devrim ile mümkündür. Gerisi ‘60’lı yılların orta sınıf aydınlarının günümüzün küçük-burjuva yarı-aydınlarına miras olarak bıraktığı boş hayallerden, burjuva demokratik önyargılardan başka bir şey değildir.” (H. Fırat, Bağımsızlık ve Devrim, Eksen Yayıncılık, 1998, s.244-72)