AKP-MHP iktidarı çok yönlü bir kriz içerisinde debeleniyor. Gerici iktidar uluslararası alanda yaşadığı sıkışmışlığın yanı sıra ekonomik krizin yarattığı sorunlardan kaynaklı göbekten bağımlı olduğu emperyalist efendilerinin desteğini istiyor. Saray rejiminin şefi, iç ve dış politikada derinleşen açmazlardan dolayı ABD ve NATO’nun tam icazetini almak istiyor. “Çürüyen düzen, çeteleşen devlet” gerçeğini “içeriden biri” olarak ifşa eden faşist mafya şefi bile “Erdoğan Abisi ile helalleşme” videosunu 14 Haziran sonrasına ertelediğini açıkladı.
Emperyalistlerin riyakâr nutukları: “İnsan hakları”, “özgürlük”, “demokrasi…”
14 Haziran’da yapılacağı ilan edilen Biden-Erdoğan görüşmesi öncesinde, geçen hafta ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman Türkiye’ye geldi. Sherman, görüşmede ele alınması beklenen konuların çerçevesini Ankara’daki rejime sundu. ABD-Türkiye ilişkilerinde en önemli engelin S-400’ler olduğunu ve bunun NATO açısından da problem olduğunu ortaya koydu. “İnsan hakları, demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü” gibi konulara önem ve öncelik atfettiklerini iddia eden Sherman, güya bu konuda dinci-faşist rejimi uyardı. Oysa deneyimler, ABD’den bu yönde yapılan açıklamaların sahtekarlıktan öte bir anlam taşımadığını defalarca kanıtlamıştır.
Bu arada AKP şefi Erdoğan, 26 Mayıs’ta 20 Amerikan kapitalistiyle video-konferans yoluyla buluştu. Toplantıya Netflix, Google, Amazon, Coca-Cola, Boeing, Microsoft gibi büyük emperyalist-kapitalist tekellerin içinde yer aldığı çok sayıda sermayedar katıldı. T. Erdoğan ile ABD şirketleri arasında bir pazarlık yaşandı. Erdoğan, “Başkan Biden’ın 1915 olayları hakkında yaptığı açıklama ilişkilerimize ilave yük getirse de Sayın Biden ile NATO zirvesinde gerçekleştireceğimiz görüşmenin yeni dönemin habercisi olacağına inanıyorum” dedi.
Emperyalist tekeller önünde eğilen, Türkiye’ye yatırım yapsınlar diye adeta ayaklarına kapanan T. Erdoğan, “19 yıldır reform gündeminden asla kopmadıklarını” söyleyerek neoliberal saldırıyı pervasızca uyguladıklarını/uygulayacaklarını ilan ederek emperyalist-kapitalistlere müjde vermeye devam etti. Değişen şartlara ve ihtiyaçlara göre ekonomide, özgürlüklerde, hukuk ve adalette “reform” çalışmalarını kararlılıkla sürdürdüklerini iddia etti. Bu sözleri burjuva parti liderlerini tehdit ettikten sonra etmesi, AKP şefinin pusulayı iyice şaşırdığına işaret etti.
Dinci-gerici iktidarın emperyalistlere ve yabancı sermayeye göbekten bağımlılığının kanıtı olan bu görüşmede yine insan hakları ve demokrasi nutukları atıldı. Nutukların yanı sıra görüşmeden yansıyan tek şey Erdoğan’ın sermayeye “ucuz iş gücü”, grev yasakları garantisi, vergi kolaylıkları, arazi tahsisi, “yüksek kâr” güvencesi verdiğidir.
Türkiye’deki kapitalistler, ucuz iş gücü cenneti olarak gördükleri ve kolaylıklar sağlanan Balkan ülkelerine giderken, AKP-MHP iktidarı “bekasını” korumaya çare olarak Amerikan merkezli emperyalist-kapitalistlerin rotayı Türkiye’ye çevirmesini umuyor. Bu hesaplar üzerine konuşulurken, tarafların demokratik haklardan, özgürlüklerden söz etmeleri, riyakârlık ötesi bir rezalettir. Ülkede dinci-faşist rejim tahkim edilirken, her iki tarafın bu konulardan söz etmesi, tiksinti verici bir sahtekârlıktır.
Her yönüyle ABD taşeronu Türkiye
Erdoğan’ın ABD’li kapitalistlerle yaptığı toplantının yanı sıra Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) ve Amerikan Şirketler Derneği (AmCham) Biden ve Erdoğan’a mektup gönderdi. 2 Haziran’da yayınlanan mektupta TAİK Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ, ABD ve Türkiye sermayesinin ilişkisine dair şunları söyledi:
“2003-2020 yılları arasında ABD’li firmaların Türkiye’deki toplam yatırımı 17,6 milyar dolar seviyesinde gerçekleşirken; ABD, Türkiye’deki en büyük ikinci yatırımcı konumunda bulunuyor. Türkiye’de 2 bine yakın ABD menşeli firma bulunurken, bunların önde gelen 110 tanesi AmCham üyesi konumunda. Aralarında Ford, PepsiCo, GE, Microsoft, Boeing, P&G, Citibank, Pfizer, Coca Cola, UPS, PWC gibi şirketlerin bulunduğu AmCham üyelerinin Türkiye’deki toplam yatırımı 50 milyar doların üzerinde ve 100 bine yakın istihdamı bulunuyor.”
Kürsülere çıktığında ABD’ye karşı “büyük” laflar eden AKP şefi, emperyalist efendilerinin huzurunda yine diz çöküp yalvarmaktan öteye geçemedi. Zira iflas etmiş ekonomiye bir nebze olsun soluk aldırabilmek için tekellerin yapacağı yatırıma bakıyor.
Bu gelişmelerin devamında T. Erdoğan yeni bir “gaz balonu” daha üfürdü. Karadeniz’de keşfettikleri doğalgaz rezervinin güya Türkiye’yi kurtaracağı iddia edilirken, AKP şefi yeni bir “gaz balonu” ile emperyalist efendilerine ülkeyi pazarlamaya çabalıyor. Yalçındağ’ın sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) konusundaki şu açıklaması da bu gerçeği gözler önüne serdi:
“Türkiye son iki üç yılda AB içinde en fazla ABD LNG’si kullanan ülke konumunda… Bizim yapmak istediğimiz şu; Türkiye sadece Amerikan gazını alan ülke olmaktan çıksın, depolayan ve dağıtan bir konuma gelsin. Amerikan gazı Türkiye’de depolansın, buradan yakın ülkelere dağıtımı yapılsın.”
Ayrıca emperyalist tekellere yaranmaya çabalayan Erdoğan, Trump zamanında ifade ettiği “ticaret hacmini 19 milyar dolardan, 100 milyar dolara çıkarma” hayalini tekrar dile getirdi. TAİK ve AmCham adına giden mektup ise bu hayallerin yolunu düzlemek için atılan adımlardır. Aradan geçen sürede bu konuda somut tek bir adımın atılmamış olması, pazarlanan hayallerin, “aç tavuk kendini darı ambarında hisseder” türünden bir şey olduğunu gösteriyor.
***
Saray rejiminin memur bakanları ülke ülke gezip ilişkileri normalleştirmek, Türkiye’ye turist ve sermaye çekebilmek için çırpınıyorlar. Ancak AKP iktidarının izlediği işgalci-yayılmacı dış politikanın açmazları ayaklarına dolanıyor. Biden yönetimi “demokrasi” ve “insan hakları” konusunda hamasi nutuklar atıyor, ancak onun için de esas olan emperyalist çıkarlardır. AKP şefi Erdoğan’ın derdi yatırımcı çekmek ise Biden’ın da amacı, emperyalist çıkarları doğrultusunda Türkiye kapitalizminden ve onun dümenindeki AKP-MHP rejiminden olabildiğince faydalanmaktır. Her iki tarafın da dillendirdiği “demokrasi”, “insan hakları” söylemleri bu kirli çıkar ve hesapların hayata geçmesi adına yalnızca tehdit ya da reklam aracı işlevi görmektedir. Dolayısıyla demokratik hakları, özgürlükleri, insan haklarını kazanmak ancak işçi sınıfı ve emekçilerin emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı yükselteceği mücadele ile mümkün olacaktır.